Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

09 Temmuz '12

 
Kategori
Siyaset
 

Devlet artık 'terörist' sözünü dilinden kaldırsın

Devlet artık 'terörist' sözünü dilinden kaldırsın
 

Devlet, ordusuna 'terörist' gözüyle bakamaz!...


Devlet olarak ağzınızdan "terörist" sözünü artık kaldırın. Çünkü, bu kavramın içini öyle boşalttınız ki, bugün belki de her evde bir 'potansiyel yüklü terörist' ile birlikte yaşıyorsunuzdur.

Niçin olmasın ki? Devletin ordu komutanı 'terörist lider' olarak yargılanıyor. Komutanının emri dışında bir tek asker olamayacağına göre, o halde, ona bağlı 700 bin asker de "Potansiyel yüklü terörist(tir!)..."

Sendikacılar 'terörist' diye yargılanıyor. O halde, onlara bağlı bütün üyeler de mecburen "Potansiyel yüklü terörist(tir!)..."

Haklarını arayan -parasız eğitim için pankart açan öğrenciler 'terörist' olarak ceza aldılar. Hakkını arayamayana zaten öğrenci denilemeyeceğine göre, o halde, bütün öğrenciler "potansiyel yüklü terörist(tir!)..."

Anayasada "dokunulmazlık zırhı" olmasına rağmen, halkın seçtiği vekiller 'terörist' diye  yıllarca hapiste tutulabiliyor. Demek ki, devletin vekillerinin bile anayasal dokunmazlıkları geçersiz olabiliyor. O halde, bütün vekiller de "potansiyel yüklü terörist(tir!)"...

Taş atan küçücük çocuklar 'terörist' adına tutuklanabiliyor. O halde, bütün taş atan çocuklar da "potansiyel yüklü yüklü terörist(tir!)"...

Bir devlet düşünün ki, ordusu, işçisi, öğretmeni, öğrencisi, çocukları ile birlikte "potansiyel yüklü terörist" olarak suçlu görülebiliyor! Ve hatta;

Bu devleti meydana getiren insan topluluğuna verilen "Türk" adı bile "potansiyel yüklü suç" damgası yiyebiliyor!; kurucuları ve kurucu unsurları itibarsızlaştırılabiliyor!...

Yapılan bir araştırmada 11 yıldan bu yana dünyada toplam 35 bin kişi terör suçundan hüküm giymiş.

Bunların 12 bini Türkiye'deymiş. Demek ki, dünyadaki her üç teröristten birini biz yetiştirmişiz.

Ya, henüz mahküm olmayanları da sayarsak!...

O halde, yargıçlarımız, bu işte bir tersliğin olduğunu kabul etsinler ve artık önlerine gelen her davaya "terörist" damgasını vurmasınlar.

Ayıp oluyor, yurt dışında alay konusu oluyoruz. Gün yok ki, yabancı basında "Silivri" hakkında bir yazı çıkmasın.

Artık, 'Türkiye' adının geçtiği hemen her yer insanlara 'Silivri'yi hatırlatıyor.

Yurt dışında yaşayan biri olarak bazen, "iktidarımız acaba bilerek mi Türkiye'nin adını itibarsızlaştırmaya çalışıyor" diye düşünmeden kendimi alamıyorum.

Böyle bir şey olamayacağına göre, hükümetin gösterdiği bu -devlet olabilme - zafiyetini anlamak mümkün değil!.

Kendi çıkarları için Türkiye'yi, basit ve boş şeylerle pohpohlayan yabancı devlet yöneticilerine, ülkemizi yönetenler bu kadar kolay inanmamalı.

Kısa vadeli çıkarlar gözeterek, uzun vadeye yayılacak ülke çıkarlarını harcamayalım.

Toplumsal örgütlenmesini tamamlayamayan bir devletin, Anayasasını demokratikleştiremediğini artık bu iktidar sahipleri anlasın.

Son zamanlarda sık sık dile getirilen demokrasi dışı kavram ve uygulamalar, milletin kafasında, "acaba, demokrasi yolunda bugüne kadar kat ettiğimiz yoldan geri mi dönülüyor" gibi endişeler yaratmaya başladı.

Hiç, bir devletin ordu komutanı "terör örgütü lideri" diye yargılanabilir mi?

Sen, ordu komutanını "terörist" diye yargılarsan, senin orduna itibar edilir mi?

Bundan daha büyük gaflet ve dalalet olur mu?

Ülke kurucularını bir bir itibarsızlaştırırsan, dışarıda, yabancı gözünde "devlet olma" özelliğin kalır mı?

Ülkesinin altını oyan bir hükümet olur mu?

"Kemalist rejim" diye, Türkiye Cumhuriyeti'ni, kuruluşundan bu yana itibarsızlaştırmaya çalışanlara bir bakın: İçte, rejim düşmanları, dışta Türkiye'nin gelişmesini istemeyen başta ABD ve AB ülkeleri olduğunu açıklıkla görürüz.

Düşününüz ki, ABD, Lozan'da kabul edilen "Türkiye Cumhuriyeti Devleti" Antlaşmasına hâlâ imzası bile yoktur.

Bugün, 'Lozan' yerine 'Sevr'in dayatılmasının sebebi budur.

Bu, ütopik bir düşünce de değildir. Yıllarca, yabancıların ağızlarında sakız olan bir düşünce vardır: Atatürk'ü neden bu kadar tutuyorsunuz?

Bu sözün arkasında yatan gerçeği iyi anlamak gereklidir. İçte, rejim düşmanlarının, Atatürk'ü neden sevmediklerini de buna ekleyince, oynanmak istenen oyunun bütün kuralları ortaya çıkmış oluyor.

Yıllarca, kuralları belli bu büyük oyuna rağmen, rejimine ve gelişmesine engel teşkil edenlerle bir yere varılanamayacağını bu hükümet hâlâ anlamadıysa, bunun altında başka art düşüncelerin olduğunu söylemek hiç de yanlış sayılmaz.

O halde, iş, milletin kendi iradesine kalmıştır. Bu irade, öyle, rejim ve düşman fikirleriyle birlikte yürütülemez.

Vatan, ne secde ettiğin yerdir, ne de karnını doyurduğun yer; vatan, her bir karış toprağında kan akıttığın yerdir. Dedelerin böyle yaptı da, vatanını kurtardı. Bunun başka yolu yoktur.

"Var" diyenler mandacılardır ki, büyük Atatürk, tarihte bu mandacılar'ı çok iyi teşhir ettirmiştir.

Mandacılık, (bir başka ülkenin taşeronu olmak), Türk karakterine tarih boyunca hiç yakışmamıştır, bundan sonra da yakışmayacaktır.

Eğer, bu teknolojik çağda hâlâ bu tür yazılar yazılabiliniyorsa bunun sebebi ne aşırı milliyetçilik ne devletçilik ne de çağdışılıktır.

Bunun tek sebebi, hâlâ "Ben Atatürk'ü sevmek zorunda değilim" diyebilenlerin ve hâlâ bir "din" devleti kurmak isteyenlerin olmasındandır.

Unutulmamalı ki çağımız, ne "milliyete" ne de "din"e dayalı bir devleti kaldırır.

Yüz yıl  önce bu gerçeği görüp, ummete dayalı bir kozmopolit toplumu, "Türk milleti" çatısı altında devrimleriyle çağdaş (özgürlükçü, demokratik, çoğulcu, eşitlikçi ve laik) bir ülke haline getiren Atatürk'ün yapmak istediğine hâlâ akıl erdiremeyenlerin olabilmesi, cahilliklerinden değilse, ya bilgisizliklerinden ya da ard düşüncelerindendir.

Çağımız insanının, "bilgisiz kalırsam kalırım, bu benim özgürlüğüm, bu özgürlüğüme kimse karışamaz" demeye hiç de lüksü yoktur...

Alaettin Morgül / 09.07.2012   

 
Toplam blog
: 193
: 1086
Kayıt tarihi
: 02.02.10
 
 

İsveç`in Göteborg şehrinde oturmaktayım;  evli ve bir kiz bir oglan iki çocuğum var. İsveç`te..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara