Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Adem Güngör/FETHİYE KÜLTÜR ETKİNLİKLERİ

http://blog.milliyet.com.tr/ademgungor

15 Ocak '10

 
Kategori
Güncel
 

Devrimcilik ve çürümüşlük

''Devrimcillik ve çürümüşlük tarih sahnesinde karşı karşıya geliyor. Devrimcilik geleceğe, çürümüşlük, bataklığa yürüyor.''

Bu devrimci tespit oldukça önemli ve değerlidir, bu nedenle alternatif, devrimci, sahip çıkılması gereken bir değerler silsilesi yaratmadan burjuva ideolojisi ve burjuvazi ile mücadele her bir adımında çakılıp kalan bir durum olarak görülmelidir.

Kapitalist sistem, sömürüyü sürekli ve zorunlu kılması itibarı ile, insanın kendine özgü temel insanal değerlerini yozlaştıran, sömüren çürüten bir yapıya sahiptir.Bu nedenle kapitalist sistemin kendisi ile savaşım yürütülürken onun topluma empoze ettiği egemenlik anlayışı ve ideolojisi ile mücadeleyi es geçemeyiz. Kapitalist sistem ile bir bütün olarak savaşıma girmek ve onun tüm
kurumlarının, zihniyetinin, aşağılık yapısını gözler önüne sermek ''meleklerin cinsiyetinden'' daha fazla bir şeydir. Aşağıda, birazdan göreceğimiz üzere sistemin dili ve değerleri ile barışık olmak sistemin kendisini yeniden üreten en nadide biçimdir. Çürüme başka türlü nasıl olabilir ki?

Kapitalist sistem ve kapitalist özel mülkiyet kendi egemenlik anlayışını tüm topluma dayatarak toplumun tamamını kendisi gibi yaşayamadığı halde kendisi gibi düşünmeye zorlar. Toplumu en tepede kendisi olmak üzere yukarıdan aşağıya mülkiyet ve egemenlik ilişkileri çerçevesinde böler. Toplumda bir hiyerarşi oluşturur. Her türlü sınıfsal bölünmeyi haklı çıkarabilmek için bir alt hiyerarşiye her zaman ihtiyaç duyar bu basamağın en alt kısmı olan ''aile''
aslında minimal düzeyde, siyasal planda devleti ekonomik planda ise kapitalist işletmeyi temsil eder.Sistem kendisini sürekli yeniden üretirken Marx 'ın dediği gibi ''gizli kölelik ''sistemini de bağrında taşır. Ataerkil dönemden bu yana kadınların önderliğindeki anaerkil yapıların yok edilmesi ile beraber oluşturulan aile kavramı kapitalist sisteme kadar her üretim ilişkisinin konumu ve biçimine göre yeniden şekillenmiştir. Ancak gizli kölelik her zaman süregelmiştir.Engels'in
bahsettiği tek eşli aile kavramının kendinden öncekilere göre daha ileri olması ki Engels 'de sadece ileri demiştir. Tek eşli aile kavramını en mükemmel biçim olarak adlandırmaya kalkışmamıştır. Tek eşli ailenin kendinden öncekilere oranla daha muteber olması kadının özgürleşmesinin yolu yada yordamı değildir. Bu nedenle kadını özgürleştirecek en temel faktör erkek egemen ya da ataerkil yapının tasfiyesidir.

Bizler, devrimciler olarak, toplumsal yapının, reformlar yoluyla özgürleşmeyeceğini , topyekun sömürünün yarattığı kurumları kaldırmadan, proleteryanın (kadın ve erkek) ve tüm diğer ezilenlerin özgürleşemeyeceğini bilmemiz gerekir.

Marx' ın alman ideolojisinde söylediklerini hatırlayacak olursak dediğimiz daha net anlaşılacaktır.

''Egemen sınıfın düşünceleri bütün çağlarda egemen düşüncedir.Toplumun egemen maddi gücü olan sınıf aynı zamanda zihinsel güçtür. Üretim araçlarına kim egemen ise zihinsel üretim araçlarını da elinde bulundurur. Bunlar o kadar bir birine girmiş durumdadır kendilerine üretim araçları verilmeyenlerinde düşünceleri aynı zamanda bu egemen sınıfa bağımlıdır...(alman ideolojisi bölüm 3 sayfa 75 sol yayınları eylül 1976)

Burada anlatılmak istenen toplumda yer almış bütün değer yargıları bütün zihinsel ilişkiler o toplumun üretim biçiminin sonucu olarak kendilerine yer bulur.Bu nedenle marx devamla şöyle der:

Kapitalist yönetici sınıfa karşı yürütülmesi söz konusu olan savaşın, daha önce egemenliği ele geçirmiş olan daha önceki bütün sınıfların yapabildiklerinden daha kesin daha köklü bir biçimde eski toplumsal koşulları yıkmak gibi bir amacı vardır. Diye devam eder.

Bu gün kadın meselesinde olduğu gibi , LGBTT konusunda da bizlere yön veren topluma egemen hale gelmiş düşüncelerdir. Bu binlerce yıllık kökleşmiş yargılarla savaşmadan kesin bir mücadele yürütmeden dolayısıyla egemen ideolojiden tam ve kesin bir kopuş yaşamadan atılacak her adım bizi sömürücü yozlaşmış sistemin yeniden inşasına yöneltir ki bu da sosyalist komünist düşünceyi çürüten temel argümanlardan birisidir. Eşcinsellik sadece kapitalist sistemin içerisinde yer alan bir ilişki biçimi değildir. Binlerce yıldır var olan bu ilişki biçimi ataerkil sistemle özellikle dinlerin doğuşu ile beraber lanetlenen bir ilişki olarak günümüze kadar ulaşmıştır.

Erkekler, ataerkil sistemin sunduğu ölçüsüz kuralların içinde gücün sembolü olmayı gücün hükmünü kullanmayı öğrenmesi ile beraber erkekliği yeniden üretirken kendi insanlığıyla arasındaki mesafeyi çoğaltırlar. Erkek iktidardan güç alır. Egemen erkek insana yabancılaşmış siyasal iktidarda kendisini üretirken ezilen sınıfın erkeği de kendisine sağlanmış ayrıcalıklar üzerinden sistemin
kendisini yeniden üretmesinin payandası haline gelir. Erkeği insanlığından uzaklaştıran bu form, erkeği köleleştirmenin ehlileştirmenin, egemen sınıflar tarafından gerçekleştirildiği yegane biçim olmuştur.

Yukarıda değindiğimiz kültürel, zihinsel ilişkiler, üretim ilişkileri üzerinden oluştuğu ölçüde bu ilişki biçimlerine yönelik zayıflatıcı ya da yok etmeye yönelik her adım tehlikeli sayılır, çünkü iktidar tekeli bunun minimal ölçeği ''aile'' kurumu, sorgulanma durumundadır.

Heterosexüalitenin dışındaki her farklı formda ataerkil yapıyla şekillenmiş, aile, devlet gibi yapılar kendi iktidarlarını tehlikede görürler. Tartışılan aşağılanan eşcinsellik biçiminin daha çok öne çıkan biçimiyle erkek eşcinselliği olması ataerkil sistemin erkeklik uzvuna verdiği rol ile ilgilidir. Erkek cinsel uzvu cinsel ilişkinin sembolü olduğu kadar, iktidar olgusunun da sembolu haline getirilmiştir. Erkek cinselliği, kendi doğallığından koparılarak kendine yabancılaştırılarak, iktidarla, mülkiyetin korunmasıyla ilişkilendiği ölçüde bu çerçeve kendisini sürekli bir erk biçiminde hissetirir. Kadın eşcinselliğinin , erkek eşcinselliğine oranla daha
az tepki çekiyor olmasının arka planında erkle ilişkilendirildiği ölçüde bu sembolun temsil ettiği güç ilişkilerinin erozyonu korkusu vardır. Bu nedenle eşcinsellik daha çok erkek eşcinselliği olarak bir hastalık, sapkınlık olarak değerlendirilir.

Toplumda erkeğin itibarını kaybetmesi tüm egemenlik ilişkilerini sorgular hale getirmesini ve aile kurumunu sorgulanmasına yol açtığı ölçüde bu korkulan durumun yok edilmesi etkisizleştirilmesi için burjuvazi veya diğer egemen sınıflar güçlerini seferber eder.

Toplumsal yapıda oluşturulmuş çoğu aşağılama ve hakaret biçimlerinin
eşcinselliğe de yönelmiş olması bu sebeple değerlendirilmelidir.

Günümüzdeki erkek egemen yapı, tüm sınıflı toplumlarda olduğu gibi eşcinselliğin, erkek eşcinselliği kısmıyla daha çok ilgilenmiştir.

Batılı kapitalistlerin eşcinselliğe daha hoşgörülü davrandığı fikri genelde bir düzmece durum olmakla beraber eşcinsel ilişkilerin kabul edildiği durumlar ''aile'' kavramıyla örtüştürülmesinin önerildiği durumlar olarak değerlendirilmelidir. Bu konuda batıda süregelen eşcinseller için ''evlenme hakkı'', aile oluşturma hakkı gibi durumlar eşcinselliğin ehlileştirilmesi ile ilgilidir. Yoksa batıdan gelen bir
eşcinsellik durumu söz konusu değildir. 1922 Yılında Sovyetler birliğinde yasak olmaktan kurtulan eşcinsellik tüm dünyada eşcinselliğin suç olmaktan çıkarıldığı ilk ülke olması itibarıyla önemlidir. Ancak batıda yaygınlaşan hoşgörü ile Sovyetlerdeki durum aynı değildir. Çünkü bu ilişki biçimin suç olmaktan çıkarılması ile yasal düzenlemeler ile ehlileştirilmesi aynı çerçevede
değerlendirilemez. Artık eşcinsellerin yok sayılması ya da hasta, sapkın sayılmasına yönelik toplumsal cinnet halinin yerine insanlığımızın temel değerlerini koymak elzem olmuştur.

Sosyalistler, komünistler yine marxın felsefenin sefaletinde dediği gibi burjuva akademisyenler nasıl ki egemen olarak örgütlenmiş sömürücü sınıfın temsilcileri ise sosyalistler ve komünistlerde proleter sınıfın teorisyenleridir. Burjuva çerçeveyi silip atmak varken onu tekrara kalkışmak, halklara tüm ezilenlere yapılacak en büyük kötülüktür.

Proleteryanın henüz yeni oluştuğu dönemde proleteryanın burjuvazi ile
savaşımının tüm cephelerde sürdürülemediği dönemlerde sosyalistlerin
ütopyacı olarak görülmesi normalken bu gün savaşımın niteliğinin artık belirginleştiği süreçlerde gözlerinin önünde olup bitenleri saptamaları ve bunun sözcüsü olmaları kadar doğal bir şey yoktur. (felsefenin sefaleti 7. Gözlem)

Devrimciler sosyalistler, burjuvazinin çürümüşlüğü ile mücadele edebilmek onu saflarından uzak tutabilmek için egemen sınıfın zihniyetini tekrarlaya gelen dilden ve anlayıştan kopuşu gerçekleştirmelidirler. Aksi durumlarda çürümenin sonu yoktur. Nerede biteceği de hiç belli olmaz.

Fethiye sarallar.

 
Toplam blog
: 320
: 1741
Kayıt tarihi
: 16.04.09
 
 

Muğla Fethiye doğumluyum. Sanat okulu elektrik bölümü mezunuyum. Tarih ve Kültüre çok önem veriyo..