- Kategori
- Bilim
Dil ve Psikanaliz
Psikanaliz bilimi açısından Lacan ne anlama geliyorsa; Emile Benveniste de dil bilimi için aynı şeyi ifade eder. Birincisi psikanalizin kaşifi Freud'a, ikincisi ise dil biliminin kurucusu Ferdinand de Saussure'e sadakati ile ünlüdür.
Lacan olsun, Benveniste olsun, ustalarına kuru kuruya sadık kalmakla yetinmemişler aynı zamanda kendi sahalarında çığır açmışlardır. İnsan doğasının manevi yapısını, en temel ilke olarak benimsedikleri bilimin ışığıyla aydınlatmak ve bizleri hurafelerden arındırmak için çalışan bu dört bilim insanına insanlık çok şey borçludur.
Söz konusu bilimler arasında gerçekleşen etkileşimin sonucunda ortaya çıkan son derece radikal bilgiler, insanın insana bakışında devrimlere yol açan bir özellik taşımaktadır. Örneğin hümanizmin ve öznenin itibarını yitirip geri çekilmek zorunda kalması ve tarih sahnesinde yapısalcılık akımının boy göstermeye başlaması büyük ölçüde bu etkinin sonuçlarıdır. Çünkü hümanizmin aşkın değerler teorisi çökmüştür. Dahası Sartre'ın varoluş özden önce gelir; yani mevcudiyet mahiyetten önce gelir deyişiyle sembolleşen varoluşçuluk akımı da bundan nasibini almıştır.
Şöyle ki ortaçağın aşkın değerleri mübalağalı sunuşuna bir tepki olarak Rönesansla beraber, Hümanizm felsefesi bize şunu dayatmıştır. Tanrı, aile, toplum, kültür gibi ne kadar aşkın değer varsa bunların hiçbiri insana aşkın olamaz.
Burada kilit nokta, değerlerin mi insanı aştığı, yoksa insanın mı değerleri aştığı meselesidir. İşte tam da bu noktadan hareket eden hümanistler, kutsal, dokunulmaz olan ne varsa hepsine savaş açıp "aşkın değer falan yoktur, çünkü insan bilinci bütün aşkın değerleri yargılar ve aşar demeyi seçmişlerdir.
Ancak bilinçdışının keşfi ve insanın özgür olmak şöyle dursun, harflerden inşa edilmiş bir dil hapishanesinde kendini aldatarak yaşamaya mutlak olarak mahkum olduğunun anlaşılması, ayrıca bunlara ilaveten İkinci Dünya Savaşı esnasında yaşanan insanlık dışı haller, insana yatırım yapan insanların elinde patlayan bombalara dönüşmüştür.
Peki ama güzel şeyleri böyle arsızca yutan bu meşum yarık, yani bilinçdışı; eşkıyasından tutun da bilgesine, hatta peygamberine kadar her insanın ruhunda neden açılmaktadır.
Evet sizin de tahmin ettiğiniz gibi dil yüzünden açılmaktadır.
Artık şunu rahatlıkla söyleyebilirim: tarih, kültürümüzün diliyle doğamızın dili arasındaki çatışmanın ürünüdür. İşin en trajik yanı ise bu iki dilin, aslında bir şeyin farklı iki yüzü olmasıdır.
Doğarken beraberimizde potansiyel olarak getirdiğimiz tinsel dil daha baskın olduğundan, yitirmeye yazgılı olduğumuz tensel dilimiz için çığlıklar atarız daima; bu bir bomba olur patlar bazen yanıbaşımızda, biz hiç duymasak da.
A. Güreşçioğlu