Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ağustos '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Dilenci vapuru...

Dilenci vapuru...
 

Kişi kendisini bilse gider Sarayburnu'ndan atlar, der anneannem. haksız da değil hani. Gerçekten kaçımız kendimizle yüzleşme cesaretini gösterebiliriz bilemiyorum. Yüzleşmekten kaçtığımız da hayat bir similasyona dönüşüyor. Alternatif evrende mutlu olmak kolay. Ya gerçekler?

Süpür süpür nereye kadar? Hangi halı saklar o kadar kiri?

Ya sandığımız kişi değilsek?

Eyvah!

***

Ayna ayna söyle bana var mı benden daha güzeli bu dünyada...

***

Gevezeyim biraz kabul ediyorum. Fakat insanların beni dinlemediğini hissetikçe daha da bir sinirlenip daha da çok konuşma eğilimim oluyordu. Şimdilerde değişti bu durum. Artık kesilen laflarımdan sonra asla devam etmiyorum konuşmaya. Belki yazmanın etkisidir.

Dinlemesine ihtiyaç duyduğum insanların beni sadece duyduğunu ama aslında hiç bir zaman beklediğim gibi dinlemediğini hisettiğimde, içimde dolmasının asla mümkün olmayacağı bir boşluk bulduğumu hissettim. Blog yazarlığı da işte taşıma suyla değirmen çevirme çabası.

O boşluk asla dolmaz, o değirmen hiç dönmez...

***

Aslında bu kart karıdan güzeli de var ama söylemek istemiyorum. Neden söyleyeyim ki? Bunun ona ne faydası olacak? Daha da önemlisi bana ne faydası olacak?

***

Sevgili günlük, bu sabahtan ilk iş olarak blog sayfamı açtım. OKURLARımdan gelen yorumları merakla bekliyordum ki o da ne! Hiç yorum gelmemiş. Sanırım bu OKURLAR benim entelektüel seviyeme çıkmakta zorluk çekiyorlar ve yazılarıma yorum yapmaktan kaçınıyorlar. İşte YAZARLIK da böyle bir şey. Boşuna bu kadar çok okunmuyorum ben. Bir ilgi var ama iletişime girmekten çekiniyorlar galiba. Herkesten benim gibi entelektüel olmasına beklemiyorum oysa. Eğer öyle olsaydı ben nasıl YAZAR olabilirdim ki... Nasıl altı bin blog yazardım, bir milyon hit alırdım... Nasıl gidebilirdim ki fezaya doğru son sürat...

Ah bu OKURLARda çok saflar. Benim de hedefim hepsini kendi engin kişiliğime biraz yaklaştırabilmek işte. Zaten bugün yarın Milliyet'ten olmadı başka büyük bir yerden teklif gelmek üzeredir. Adımın zikretildiği toplantılar da kesin olmuştur efendim. Blog toplantısında Güneri Civaoğlu "sende iş var evlat" diyecekti bana da, sanki son anda bir aksilikten diyememişti.

Ne kadar da kibarım efendim. Hep entelektüelim hem kibarım hem süper yazıyorum efendim. Afiyette olsunlar efendim. Kibarlıktan kıralacağım efendim. Çıt! Kırıldım efendim.

***

Lütfen aynanızın ayarı ile oynamayınız!

***

Çok feci aşık olmuştum. Kalbim her attığında damarlarından "zbam" diye bir ses geliyordu sanki. Adrenalin taşıyordu her tarafımdan. Zıplamak, ağaçlara çıkmak, her yere koşarak gitmek ve hatta tarzan gibi bağırarak dolaşmak istiyordum.

Sonra bir gün alışveriş yaparken ben kendime bir t-shirt aldım. O da bir t-shirt aldı eline ve benim üzerime tutup bedenini kontrol etti.

Bana değil sevgilisine alıyordu. Ben biliyordum sevgilisi olduğunu ama bana ne oluyordu işte onu bilemiyordum. Tıpası çekilmiş deniz yatağı gibi oldum işte ben de. O bütün havam söndü gitti. Hala da sönük.

***

Konsimatrixim
Konsimatixrissin
Konsümatrix
Konsümatrixiz
Konsümatrixsiniz
Konsümatrixler

imza : neo

***

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu.

Bugün ortadan kaybolsanız aniden, bir yere gitmiş, hafızanızı kaybetmiş, kaçırılmış olabilirsiniz mesela, belki de bir çukura düştünüz, sesiniz çıkmıyor oradan, kimler özler sizi? Ortalıktan aniden çekilmiş olmanız hayatın genel akışını nasıl etkiler? Bu olay bakkalınızın ne kadar umrunda olur mesela, ya da her sabah kafanızla usulca selam verdiğiniz güvenlik görevlisi bir daha hatırlar mı sizi? O gün kuşlar başla şekilde öter mi ve yine o gün doğan bebeklere verdikleri isimlerde bir değişiklik olur mu?

Bu soruların cevabını merak eden birisiyim. Benle ilgili fikir sahibi olmak için yukarıdaki paragrafı okumanız yeterli.

(insanın kendisini ya da varlığını bu kadar ciddiye alması hastalıklı bir durum. bunu ifşa ediyor olmakta bir sakınca görmüyorum)

***

Bu DV yazıları bana iyice banal gelmeye başladı artık. Sadece DV yazıları değil blog yazarlığı da. Sanırım kendi çapımda anlatabileceğim herşeyi anlattım.

***

Geçen hafta bir kızla tanıştım. Gitar çalıyormuş falan. Bir arkadaş yemeğiydi, bahçede kurulduk. "Ben de gitarımı getireyim filan" demişti. "Getir istersen" falan demiştik. Bu kadar ciddiye alacağını düşünememiştik bizi. Ablam nasıl açmış sanata ve nasıl yanıyormuş alev alev bir kitle bulsam da onlar sabaha kadar "kitleyip" çalsam söylesem diye.

Daha ikinci lokma mı alıyordum, şaraptan bir yudum ya almış ya da almamıştım. Bir baktım, gitar çıktı bile kılıftan. Sevişmeyi düşünmediğiniz birisinin hiç beklemediğiniz bir anda şappadanak soyunması gibi bir durum.

ve çalmaya başladı ve daha da kötüsü söylemeye de başladı. Çalıyor, çalıyor, çalıyordu. Şarkıların ardı arkası kesilmiyordu. Ve ben hiperaktif bir bünyeyim ve mutlaka arada konuşmak isterim. Ben ne zaman konuşsam hafif uyarıcı bakışlar yiyorum etrafımdan ve hatta şarkıcı kişiden şaka yoluyla bir adet de fırça yedim şarkılara katılmadığım için.

Bir ara benim manitayla göz göze geldim, dudaklarımı ısırdım, "felaket söylüyorum" manasında. Manita gülmeye başladı ve terk etti ortamı bir süreliğine. Sonra daha fazla yaramazlık yapmamam ve uslu durmam konusunda bana bir uyarı verdi. Süp-per gitarist/şarkıcı bir nevi dişi kayahan gitarına akor yaparken manitada bana ayar çekti.

Yerime oturdum, bir kadeh şarabı kafama diktim. Yarabbi şükür. Sonra bir kere daha. Şarabın yapıldığı gibi üzüm gibi oldu gözlerim. Öküzgözü! Aman şarkılar bir şeye benzemeye başladı sonunda.

Ne mutlu dedim, öküzlere eğer tüm şarkılar kulakların böyle güzel geliyorsa.

Gece biterken arkadaşları daha da bir gaza getirdi kızı ve aslında gayet de laf olsun diye "sen bırak öğretmenliği şarkıcı ol" falan dediler. Ne dese beğenirsiniz, bir arkadaşı Kıraç'ın kardeşinin arkadaşıymış. Şarklarını kaydetsin bir dinleyelim demiş. O da şarlılarını kaydetmiş, bir dinleyecekmiş katır sesli Kıraç'ın müzikten ne kadar anladığını bilmediğim kardeşi.

Vakti zamanında Türk sinemasının gelmiş geçmiş en kötü filmini çekmiş sakallı prens de şöyle buyurmuştu, ben sinemayı çok seviyorum ve sinemaya hizmet etmek için çektim bu filmi. Atillla Dorsay'da şöyle demişti. "Lütfen sinemayı bu kadar çok sevmeyin"

Belki de üstad eksik söylemişti, aman sevin sanatı ama bunu dünyayla paylaşmak konusunda o kadar da hırslı olmayın... Lütfen.

K.

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..