Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ocak '09

 
Kategori
Güncel
 

Dipten gelen dalga

Dalgalar ardı arkası kesilmeden dövüyor limanları. Dalgalar sürüklüyor ne varsa yüzeyde; bir, iki, üç. Nihayetinde on bir. Derinden haber yok. Ucu açık gibi görünse de, bu günlerde poligon kapanmak üzere. Biz, Godot’yu bekler gibi boşuna bekleyeceğiz dipten gelen dalgayı.

Toplum ikiye bölünmüş durumda. Bir tarafta Ergenekon soruşturmasına kayıtsız şartsız destek verenler, diğer yanda; ne pahasına olursa olsun, dünün katilleri de olsa hiç kimsenin alınıp sorgulanmasına tahammülü olmayan statükocu gericiler.

Birinci kategoriye girenler kendi içlerinde siyasal düşünceler bakımından kısımlara ayrılıyorlar. AKP yanlısı olup, sırf takım tutma mantığı ile meseleye taraf olanından tutun da, devlet içinde devlet biçimindeki örgütlenmeden en çok zarar gören “sol” tandanslı kişi ve kurumlara kadar genişçe bir yelpazeyi bu kategoriye dahil etmek mümkün.

İkincilere bakınca mozaik daha da karmaşık: Cumhuriyetçiyiz diyenler, faili meçhul yığınla olay ve cinayetin fail ve yandaşları, faşistler, ırkçılar, Kürt ve Ermeni düşmanları ve en önemlisi, eskiyen “Ergenekon” un yerine tazesini yerleştirmekle meşgul olmakta olan derin güçler.

Ergenekon yeni bir olgu değil. Seksen öncesinde Ecevit bunu kontrgerilla olarak dillendirmiş ve zamanın Genelkurmay Başkanı Semih Sancar’ın, “Özel Harp Dairesi” olarak isimlendirdiği ve finansmanının ABD tarafından sağlandığı bir birimin bu işin esasını teşkil ettiğini açıklamış, o zaman ve sonrasında basında, biraz da ürkek bir yaklaşımla, enine boyuna olmasa da işlenmişti.

NATO bünyesinde, bir çok NATO ülkesinde komünizme karşı kurulan bu örgüt, İtalya’da Gladio, Belçika’da SDRA-8, Fransa’da Rüzgar Gülü, Yunanistan’da Sheepskin gibi adlarla anılırken, Türkiye’de Kontrgerilla olarak adlandırılmıştır. Bu ülkenin aydınları ve sosyalist yazarlarınca altmışlı yıllardan beri dillendirilen bu örgütü Türk kamuoyu , Ecevit’e Çiğli Havaalanında yapılan suikast girişiminden sonra bizzat Ecevit’in ağzından duymasına rağmen kılını kıpırdatmayarak suskunluğa gömülmüştür.

Sonrasında bir çok olayda bu yapılanmanın adı geçmiş, hatta Avrupa’da, Belçika ve İtalya’da Gladio örgütlenmesi açığa çıkınca CIA başkanı William Coldby de, Türkiye’de Gladio benzeri bir örgüt bulunduğunu açıklamıştı.

Yapılan çeşitli araştırmalara bakıldığıda, Türk Gladiosu’nun, diğer bir deyişle; kontrgerilla veya Ergenekon örgütünün ilk eylemi 6-7 Eylül olaylarına kadar uzandığı görülür. Ne kadar ilginçtir ki, bir MİT provokasyonu olarak tarihe geçen 6-7 Eylül olaylarına meydan veren Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin kundaklanması olayının faili olduğu söylenen ajan Oktay Engin 16 Mart 1978 İstanbul Üniversitesi katliamına karışacak ve olayın üzeri sonsuza kadar örtülecekti.

Ziverbey Köşkü bu kontrgerilla adlı yapılanmanın en bilinen adresi ve bu adresle özdeşleşmiş işkenceciler ismi hafızalarda tazedir.

12 Mart öncesi, sırası ve sonrasında gerçekleştirilen katliamlar, Kanlı Pazar, Kültür Sarayı ve Marmara Feribotu provokasyonları, 12 Eylül öncesi, 1 Mayıs 1977 katliamı, TİP üyesi yedi gencin katledilmesi, Balgat Katliamı, İstanbul Üniversitesi Katliamı, ADMMA öğrencilerine sadece orduda bulunan bir tür bomba ile yapılan katliam, Doğan Öz, C.O.Tütengil, Ü. Kaftancıoğlu, Cevat Yurdakul, Bedrettin Cömert, Kemal Türler ve daha nicelerinin birbiri ardına öldürülmesi bunlardan ilk akla gelenlerdir.

Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz, kontrgerillanın izine ulaşmış ve durumu zamanın Başbakanı Ecevit’e bildirmişti. Başbakan’ın kendisinden istediği detaylı bir araştırmayı sunmasından kısa bir süre sonra öldürülmesi kuşkuları büsbütün arttırdıysa da, olayın üzerine gidecek cesaret ve iradede bir kurum olmadığından, katilinin, “Milli Savunmada dosyası” olması gerekçesiyle serbest kalması hukuk adına kara bir leke olarak hala durmaktadır.

Benzer durum Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul için de geçerlidir. O da Başbakana sunduğu kontrgerilla dosyasının tesliminden kısa bir süre sonra katledilmiş ve failleri belirlenememiştir.

Sonrasında; Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Turhan Dursun, Bahriye Uçok, Ahmet Taner Kışlalı ve diğerleri. Herkesin belleğinde daha taze olan bu olayların günümüze kadar aydınlatılamamış olması, basit çete olayları ile açıklanamayacağı açıktır. Uğur Mumcu’nun kontrgerilla ulaşıp bağlantılarını deşifre etmek üzereyken faili meçhuller arasında yerini almış olması ne yazık ki ibret verici etkiden uzak kalmıştır.

Turgut Özal kendisine yapılan silahlı saldırı olayını kovalarken bu örgütü fark etmiş ancak, “ne yazık ki üzerine gidemiyorum” diyerek pes etmiş, kamuoyu mutadı üzere yine anlamamayı tercih etmiştir.

12 Eylül darbesinin hazırlayıcı aktörlerinden bir tanesinin bu sözü edilen örgüt olduğu artık bugün bilinen su götürmez bir gerçektir.

Doksanlı yıllarda, özellikle Doğu ve Güneydoğu illerinde, PKK’ya karşı mücadele şemsiyesi altında, adam kaçırmaktan uyuşturucu ticaretine, köy boşaltmaktan kitlesel katliamlara, tek tek sorgusuz infazlardan tecavüze kadar bir dizi olayda bu kontrgerilla örgütünün izlerini görmek mümkündür. Sapanca-Adapazarı-Hendek şeytan üçgeninde, aşağı yukarı aynı yöntemlerle işlenen ve adına faili meçhul denilen cinayetlerin devlet içinde yuvalanmış ve devlete hakim bir örgüt tarafından gerçekleştirildiğini bugün bilmeyen kalmadı.

Bugün “Ergenekon” adı altında yapılan ilk operasyonun gerekçesi hükümete karşı askeri darbe hazırlığı yapmak idi. Sonrasında cinayetler, çeteleşmeler ve giderek susurluk olayı eklemlemesiyle işin şekli sadece görünürde değişir gibi oldu ve dalgalar(!) bir biri ardında geldi.

Adına “dalga” diyerek halkla dalga geçildi.

Olaylar AKP iktidarının mahareti olarak algılandı, özellikle “sol”un döküntü kesimlerinde garip bir heyecan oluşmasına neden oldu.

İlkin şunu söylemeliyiz; bu örgüt, Türk Kurumlarının iradesine bağlı olarak kurulmadığı gibi, kuruluş felsefesinin geçerlilik durumu devam ettiği müddetçe ve kurucu iradesi tecelli etmedikçe ortadan kaldırılamaz. Bugün bir yandan AB, diğer yandan ABD ve İsrail, BOP karşıtı her türlü unsuru tasfiye etmeye yeminli oldukları bilinmeli, Şahngay Beşlisini adres gösterenlerden kine dayalı intikam seslerine, bu operasyon bazında, fazla itibar edilmemelidir.

İkincisi; AKP iktidarının kendi iradesi dışında verilen sinyallerle işi yürütüyor olması, kendine sağladığı avantajlarla dereden kütük kapma görüntüsü vermesi küçümsenmemeli, Mc Cartizm’in Türkiye versiyonuna kadar uzanabilecek bir katastrofun olasılığı dikkate alınmalıdır. Bu dikkat çerçevesinde, daha yakası tutulur tutulmaz, “ben has Amerikancıyım” diyen bir profesörün alınmasının arkasındaki deve kinine dayalı gözaltı ve benzerlerinin işi sulandırmaya yönelik olduğu asla akıllardan uzak tutulmamalıdır.

Üçüncüsü; “cumhuriyetin temellerini yıkmak istiyorlar” biçimindeki ucuz feveranlar yerine, yapabilme iradesi gözükmemesine rağmen, gerçekten kontrgerilla örgütlenmesine dokunmak istemediği noktasında iktidarın sıkıştırılması gerekmektedir. İddianamede, buraya aldığımız ve tümünü almamıza imkan olmayan yığınla olaydan bir tanesinin bile zikredilmemiş olması, bir anlamda zaten örtülü olan suçun son kez olarak sonsuza kadar daha kalın örtülerle örtülmek istenmesi izlenimini vermektedir. Bu nokta zihinlerde sürekli canlı tutulmalı, 12 Mart öncesi cinayetlerin hesabı o zaman sorulsaydı 12 Eylül öncesi cinayetler ve 12 Eylül olmazdı gerçeğinden hareketle olayın özüne inen çizgi üzerinde diretilmelidir.

Dördüncüsü; her dalgada emekli ya da muvazzaf asker alınmasının genele teşmil edilmemesi noktasında yapılan baskıların sonuca varma isteğinin olmadığının bir kanıtı olarak görülmelidir. Yıllardan beri faili meçhul cinayet ve olaylarda kullanılan silah, mühimmat ve patlayıcıların adreslerinin açık olması, faillerin korunduğu adreslerin hususiyetleri ve koruyanların kimlik ve görevleri dikkate alındığında yapılan baskıların, merkez etrafında dolaşılmakta olduğu ama bir türlü içeri girilemediği izlenimini veriyorsa da, iktidarın, ABD, AB ve İsrail’in çizdiği perspektifte kalmaya niyetli olduğu, eski-yeni anlamında bir nöbet ve görev değişikliği yaşandığı gerçeği asla unutulmamalı, bu noktada uyanık olunmalıdır.

Beşincisi; mevsiminde denizin yosun ve kir atmasının çok doğal bir olay olduğunu, bu olaydan sonra artık denizin bir daha kirlenmeyeceğini beklemenin bilimsellikten uzak olduğunu bilmek gerek. NATO eğer, kuruluş aşamasındaki kurulma şartlarını hala yaşamsal buluyorsa, bünyesinde kurdurduğu her oluşumu, hele hele Türkiye gibi bir ülkede, yaşamsal bulacaktır. Bu noktadan hareketle, bir taraftan her alanda baskı kurarak mekanizmanın bu yapısını teşhir etmenin yanında, bu gerçeğinde altı çizilerek ona göre mevzi tutulmalıdır.

Altıncısı; demokrasi düşmanlarını, parlamenter rejimi silah zoruyla kaldırıp yerine diktatörlük kuranları Sinoplu Diyojen gibi gün ortasında kapı kapı aramanız boşunadır. Onlar yanı başınızda, size sizden daha yakındır. Hatta, bitişik koltukta bile olabilirler.İşinize iyi gelen Anayasaları halen yürürlüktedir. İlgisiz insanlarla, mağdur ve saldırganı aynı torbaya doldurarak soruşturmanın boyutunu büyütme ve giderek soğutma taktiklerini artık bırakın. “F tipi” örgütlenmeye yüklenen ve şahsi kin temelinde cereyan eden bazı göz altılarla örgüt yaratma çabası artık deşifre olmuştur.

Ergenekon-Susurluk-12 Eylül bağlantısının kurulması gerçekten isteniyorsa yol budur.

Aksi halde tehlikeyi daha da büyütmüş ve halkı bir kez daha aldatmış olursunuz.

 
Toplam blog
: 36
: 668
Kayıt tarihi
: 25.01.07
 
 

54 İstanbul doğumluyum. Hayatın her alanıyla ilgileniyorum. Çünkü düşünen ve yaşayan bir adamım. Esm..