- Kategori
- Yurtiçi Tatil
Doğu Karadeniz gezisinden notlar

Arhavi Balıkçı Barınağı (kendi objektifimden)
Bir gezi yazısı yazma tekniğine sahip olduğumu düşünmüyorum.
Ama bir yerleri gezdim, bazı şeylerden etkilendim, hayal kırıklığına uğradım da oldu, tahmin ötesi şeylerle karşılaştım, tam tahmin ettiğim gibi buldum şeyler de oldu, farklılıkları algıladım, benzerlikleri gördüm ve tüm bunları aktarmak istiyorum.
Edebiyatın belirli bir dalının yazı yazma tekniğine, bir yazıyı bir yerden bir yere alıp götürecek tarzına sahip değilseniz, anlatmak istediklerinizi kısa kısa notlarla aktarmak en akıllıca olan yöntemdir.
İşte benim gezi notlarım;
• Yolculuğunuzu, bir kanyonda, size gökyüzü kapatan dağların arasında ve hırçın akan bir akarsuyun lütfedip bıraktığı daracık bir yolda geçirmek istiyorsanız, sizin için önerim Erzurum – Artvin arasındaki Tortum’dan Yusufeli yol ayrımı, oradan da Artvin – Şavşat/Ardahan yol ayrımına kadar olan mesafedir. Dünya ile bağlantınızı koparan, çok nadir olarak araçların geçtiği ve cep telefonunuzun bağlantı kurmadığı bu coğrafyada, “yola mı baksam, yoksa her birisi ayrı bir doğa harikası dağ kütlesine ile bu kütleye bir heykeltıraş edası ile şekil veren akarsuya mı?” kararsızlığına düşmeniz önerime dahil değildir.
• İkinci bir önerim bu yolları kesinlikle gece vakti geçmemenizdir. Gece karanlığında bu güzelliklerden mahrum kalmak bir yana, yol kıvrımlarından 50 metre ötesinin görülemediği bu güzergâhta, karanlık ciddi bir kaza riski artışı sağlıyor.
• Üçüncü bir önerim bu yolları hamile bir eş ve üç yaşı dolaylarında gezinen çocuğunuzla geçmemenizdir.
• Artvin – Hopa yolunun da sert ve zorlu bir yol olduğunu söyleyebilirim. Borçka'ya kadar bol bol tünel içinden geçtiğiniz bu yol boyunca Çoruh nehri, giderek Borçka Baraj Gölüne dönüşerek yol boyunca sizi takip ediyor. Çoruh Nehri baraj göletinden kurtulduktan sonra, Borçka’dan itibaren sizden ayrılıyor. Borçka – Hopa arasında ise Doğu Karadeniz’in standart dere ve orman tipi size eşlik etmeye başlıyor. Bu noktada Cankurtaran Geçidinin, önde dağları arkada denizi sergileyen manzarasının da görülmeye değer olduğunu eklemem lazım.
• Doğu Karadeniz gezimin özet cümlesi kolaylıkla şu olabilir; Doğu Karadeniz insan elinin değmediği yerlerin cennet, insan elinin değdiği yerlerin cehennem olduğu bir coğrafya.
• Gezimin merkez noktası Arhavi’ydi. Gürcistan’a bağlanan Sarp Sınır kapısından önceki ikinci ilçe. Ancak Hopa, Fındıklı, Ardeşen, Pazar, Çayeli gibi kıyı yerleşimlerini gördüğüm zaman bu coğrafyada yerleşimleri birbirinden ayıran özelliklerinin bulunmadığını kolaylıkla görebiliyorsunuz. En başta gelen ortak kesişim noktaları ise, plansızlık, bunca yeşilin içinde betona olan düşkünlük, estetik kaygısının bulunmaması, kır kültürü ile kent kültürü arasındaki ilişkinin nerede ise hiç kopmamış olması. Kıyı içi yerleşim olarak Borçka, Çamlıhemşin ve kısmen Çaykara’yı gördüm. Açıkcası Borçka içlerinde en kötü izlenime sahip olduğum ilçe oldu. Bu kadar güzel bir coğrafyaya ve mükemmel doğal güzelliklere karşın, insanlar üretebilecekleri en kötü yerleşimi düzenini kurmuşlar sanki.
• Tüm bu yerleşimler için coğrafyanın zorlu koşullarının insanlara fazla olasılık bırakmadığı söylenebilir. ( Sahilden içeri çok kısa mesafede yükselen dağ yükseltileri arazi yetersizliklerine neden olmakta ve yerleşimlere lineer gelişme aksı dışında alternatif bırakmamakta.) Ancak birçok söylence gibi bu da yanlış bir söylencedir. Çünkü insanoğlu en iyi çözümleri en dar olanaklardan üretir. Bu sebeple bu tip çözümler bizlerde hayranlık uyandırır. Buna duruma en iyi örneğin kendisi yine bu coğrafyada bulunuyor. Sümela Manastırı aslen olanaksızlıkların ürettiği bir çözümdür ve bu nedenle hayranlık uyandırmaktadır.
Doğu Karadeniz içinde coğrafyanın sunduğu dar olanaklar çerçevesinde, doğa ile uyumlu ve insanları gibi dinamik ve sıcak bir kimliğe sahip yerleşimler üretmek mümkündü aslında. Ama gerekçelerini bilemeyeceğim bir şekilde Doğu Karadeniz sahillerini fazlası ile sırıtan ve hiçbir estetik kaygısı taşımayan beton yığınlarına terk etmişiz. Bu durum beni fazlası ile üzdü.
• Ancak denizden ve insan yerleşimlerinden uzaklaşıp, dağlara, yükseltilere ya da yükseltiler arasındaki boğazlara ve vadilere doğru ilerlediğinizde bambaşka bir mekanla, büyük olasılıkla cennetle tanışıyorsunuz. Yeşilin her tonunu ve suyun her hareket kabiliyetini görebildiğiniz bu noktaların çoğu kör ve keşfedilmemiş noktalar. Ancak bunun için “ne yazık ki” mi demek gerekiyor, yoksa “ne mutlu ki” mi demek gerekiyor bilemiyorum. Bu tip noktaların en ünlüleri Ayder Yaylası ve Uzungöl. Açıkçası her iki bölgede de yapılaşma konusunda bir disiplin üretilmiş ve bir estetik kaygısı oluşturulmuş. Zaman zaman doğa ile uyum sağlama çabalarında suni girişimler ve fazla eklektik müdahalelerde gözükmüyor değil. Ancak diğer yerleşimleri gördükten sonra “buna da şükür” demek gerekiyor.
• Küçük yerleşimler dışında detaylı olarak gezebildiğim tek şehir Artvin oldu. Ama Artvin’i kısa bir not maddesine sığdırmak mümkün değil. Orası ayrı bir yazıyı hak ediyor, çünkü çok ilginç bir şehir.
• Gezi notlarımda ayrı bir yazı ile aktarmak istediklerim arasında, Hopa’nın Geleneksel Deniz Festivali var. O bölgede bulunduğum zaman diliminde rastlantı icabı festivale denk geldim ve Ufuk Uras’ında katılımcı olduğu söyleşiyi takip etme imkânım oldu. Ayrıca ülkedeki tek ÖDP’li Belediye Başkanı olan, Hopa Belediye Başkanı Yılmaz Topaloğlu ile de zaman zaman sohbet etme şansını elde ettim. Bu etkinlik ve sohbetleri de kısmen aktarmak istiyorum.
• Gezi notlarına dair aktaracağım birkaç madde ile birlikte, son olarak da, Doğu Karadeniz’in toplum ve kültür yapısında dikkatimi çeken noktaları sizinle paylaşacağım bir blog planlıyorum.