Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '06

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Dolar turşusu -gezi notları-3

Dolar turşusu -gezi notları-3
 

Eğirdir’le ilgili beynimde canlandırdığım manzara, Beyşehir’e benzeyen tipik bir göl kenti olabileceği idi. Ancak Gelendost tarafından Eğirdir’e yaklaştıkça dağ ve tepelerin arasında sıkışmış kalmış gibi görünen muhteşem göl, masmavi çehresi ve gülen yüzü ile “merhaba” dedi. Hiç ummadığım bir güzellikle karşılaşmanın çarpıcı etkisini üzerimden atamadan, kıvrıla kıvrıla adeta göl ile sevişerek devam eden o muhteşem yol birden şehrin kucağına atıverdi beni.

Girişte gölün doldurularak elde edilmesiyle oluşturulan sun’i zemin üzerine inşa edilen bloklar biraz canımı sıksa da şehrin içine girdiğimde onlarca pansiyonun bir araya toplandığı, gölün ortasına doğru bir burun yapan minik yarımada gerçekten de bir cennet bahçesini andırıyordu. Ertesi gün, Mordoğan’da rezervasyonum olmasa idi hemen o pansiyonlardan birine kapağı atmamam işten bile değildi. En kısa zamanda özel olarak bir Eğirdir programı yapmak niyeti ile istemeyerek de olsa şehri terkederken, kentin iki meşhur kurumuna da uzaktan bir nazar ettim: Eğirdir Dağ Komando Okulu ve Eğirdir Kemik Hastanesi.

Yolum Isparta’ya ulaşırken Senirkent’e dönen sağ ayrımdan Bedre Koyu’na saptım. Yaklaşık on dakikalık araç mesafesi ile içeri girdiğinizde gölün bir başka cennet kıyısına ulaşıyorsunuz. Bedre denilen bu bölgede birkaç tane özel kamping ve DSİ’nin kamp alanı mevcut. Kendi halinde, gözlerden uzak bir koy, sakinlik arayanlar için.

Bedre’den ayrılıp aynı yolu tekrar dönüyor ve Isparta yolundan devam ediyorsunuz, Eğirdir’i arkanıza alıp.

Isparta da ilk kez gördüğüm kentlerden biri olarak karşılıyor beni, bakımlı ve pırıl pırıl yolları ile. Isparta gerçekten de son derece düzenli, temiz ve çağdaş bir şehir görüntüsü veriyor daha kente girer girmez. Bu şekilde olmasında yerel ve mülki yöneticilerin mi payı büyük yoksa Sayın Demirel’in mi? Bunu derinlemesine tahlil etme şansım pek tabi ki olmadı. Ama Isparta’yı da beklediğimden daha iyi noktada bulduğumu rahatlıkla söyleyebilirim.

Şehrin meydanında Süleyman Demirel’in fötr şapkasını sallarken kompoze edilmiş büyük bir heykeli mevcut. Yine heykel ile vilayet binasının arasında bulunan “Firdevs Bey Bedesteni”nin valiliğe bakan dış cephesinde Isparta’nın yetiştirdiği devlet adamlarının maskları bulunuyor kronolojik sırayla. Bir çok sadrazam ve diğer devlet adamının sıralandığı sıranın en sonunda yine Demirel var. Dokuzuncu Cumhurbaşkanı’nın izi hemen hemen her yerde karşılıyor sizi kentte.

Isparta’da uzun yıllar ikamet etmiş tanıdıklarımın şiddetli tavsiyeleri üzerine “Erkeç Kebabı” yemek istiyorum öğle yemeğimde. Ben “ergeç” diye biliyordum ama lokantanın mönüsünde “erkeç” yazdığı için, Isparta’lılara güvenip ben de o şekilde devam ediyorum. Erkeçin anlamı erkek keçi etinden yapılan kebap demek. Konya’nın “Furun Kebabı”nı andırıyor.

Bu kebabı yemek için en doğru adresin yine vilayetin ordaki meydanda bulunan “Sakallı Hacının Yeri” olduğu tavsiyeleri ile aracımı vilayetin ve bedestenin arasındaki meydanın altına yapılmış olan sevimsiz otoparka bırakıp, “sakallı hacı”yı ilk gördüğüm taksi şöforuna soruyorum. Yukarda, Firdevs Bey Bedesteni’nin kapısının karşısında Kebapçı Kadir ve Değirmen Fırını’nın sırasında bulunan Hacı Benlioğlu’nu tarif ediyor. Bir de yolun karşısında Ferah Lokantası varmış meşhur ama her nedense orası kapalı idi.

Hacı Benlioğlu’nda garsonun ısrarlı tavsiyeleri üzerine –ki zaten biz de kebap yemeğe gitmiştik- erkeç kebabı sipariş ediyorum. Öncelikle keçi eti değil kuzu eti olduğunu söylüyor, keçi etinin zamanı değilmiş. Neyse olsun bakalım diyoruz. Isıtılmamış bir bakır tabağın içerisinde, iki soğuk pidenin arasında, iyi pişmemiş kuzu eti geliyor. Konya’nın fırın kebabına benziyor ama kalite olarak, doğrusunu söylemek gerekirse yanından bile geçemiyor maalesef. Bir başka tabakta da beş-altı parça söğüş doğranmış domates ve dörde bölünmüş kuru soğan servis ediliyor. Servis de son derece sevimsiz yani. Erkeç kebabı beklentim büyük bir hayal kırıklığı olarak geçiyor kayıtlara, Kebapçı Kadir’de durum farklı mıydı onu bilemiyorum tabi.

Isparta’nın merkez çarşısında dolaşırken bir turşucu dükkanı dikkatimi çekiyor ve dalıyorum tabi içeriye. Bir koca bardak acılı ve taneli turşu suyunu içerken dükkanda göz gezdiriyorum. Enginar, pis pas, karnabahar, mısır, biberiye turşuları ne kadar da ilginç ve hoş görünüyor derken gözüme bir kavanoz takılıyor. Evet kavanozlardan birinde turşusu kurulmuş “bir dolarlık banknot”. Bu dünyada bir ilk ve tek olmalı!

Dükkan sahiplerini tebrik ediyor ve yüzümde asılı kalan dolar turşusu gülümsemesi ile dükkandan çıkıyorum. Ara sokaklardan tekrar caddeye çıkışta hemen köşede sağda yüzlerce farklı, gülden mamül ürün çeşidini raflarında barındıran bir mağaza dikkatimi çekiyor ve soluğu içeride alıyorum. Mağazanın adı: Gülbirlik. Mağazada görevli beyefendi pek gülmekten nasibini almamış ama ben yine de hızlıca reyonları dolaşıyorum. Gülden imal edilmiş sabunlar, kolonyalar, mumlar, lokumlar, şekerlemeler, gül suları, gül yağları, deodarantlar, nemlendiriciler ve daha birçok ürün. Cidden etkileyici.

Isparta’ya ayırdığım süre de göz açıp kapayana dek doluyor ve Dinar - Dazkırı - Denizli - Buldan - Alaşehir - Salihli istikametinden devam edip İzmir - Karşıyaka’da sonlanacak etabım başlıyor. Karşıyaka’daki bir gecelik molanın ardından Mordoğan’a ulaşmak duygusu daha bir heyecanlandırıyor beni...

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..