- Kategori
- Gündelik Yaşam
Dört göz oda...
İçimizden doğru söyleyemediğimiz, Dünya’ya haykıramadığımız ne çok şey vardır oysa ; yaşarken yutkunup, sindirmeye çalıştığımız…
Bazen, biri dokunsa da ağlasam ya da biri bir lâf söylese de patlasam, öfkemi boşaltsam deriz. Bardağın son damlası kime denk gelirse gelsin umurumuzda olmaz. Yeter ki dokunacak birileri kalmış olsun etrafımızda…
Yaşarken biriktirdiğimiz “kirli atıkları” süpürüp atmak gelse de içimizden, öylesine zor gelir ki bir ucundan başlamak, üşenir birlikte yaşamaya devam ederiz. Oysaki son kirli poşetin altını kaldırıp bir bakacak olsak, kokuşmuşluğun, eskimişliğin, bedenimizi, ruhumuzu içten içe nasıl çürüttüğünü fark edebileceğiz… Yaşamımız bir sonbahar temizliği ile bahar tazeliğine dönüşmese bile; esintisinin getireceği huzur ile umutlarımız yeniden yeşerebilir…
Bunca bezginliğin sonrasında “Dört göz odanın” pencerelerini silmek zaman alacaktır… Başlama kararını verebilmek için yaşayacağımız gelgitler, sorular, sorgulamalar, zamanın azalması ya da bilinç altın da kendimizi cezalandırma isteği başlamamızı hep erteleyecektir... Ta ki cılız da olsa bir ışık ‘dört göz odaya’ sızmayı başarana kadar…
Ne çok kırık dökük anılar, ne çok kırılmışlıklar, incinmişlikler, pişmanlıklar vardır duvarların siyaha çalan renginde. Kendi hatalarımızdır biriktirdiğimiz. “Bir daha asla!” deyip tekrarladığımız.
Zamanla öyle bir ağırlık çöker ki göğsümüzün tam üzerine, nefes alamaz, boğulduğumuzu zannederiz. “Stres” der birileri, “Psikolojik”. Halbuki bu ağırlığın hemen altında, sol yanımızda, rutin bir şekilde görevini yapan yüreğimizdir sebebi. Yaşanmışlıkların ağırlığından hezimete uğramış, geçmişin tortularından göğsümüzden fırlayacakmış gibi atamamaktadır artık!
Dört göz odada sevinç çığlıkları yankılanmaz, sessiz feryatlar bataklığa gömülüp kalır zamanla...
“Mutluluğu arıyorsan dönüp içine bakacaksın. O mutlaka kendi içinde saklı.” derlerdi. Yıllar sonra denemeye karar verdiğim de önce “Dört odalı” yüreğimden başladım aramaya. Zaman atık ve artıklarının altında kalan pencerelerinden ışık girmediğini gördüm! Küçücük bir kız çocuğu, dayanamamıştı yaşamın hoyratlığına can çekişiyordu sanki kuytu bir köşede. Elimi uzattım zamanın içinden parmak uçlarına dokundum önce sonra ellerine… Bir cesaretle bileğinden kavradım sıkıca. Tükenmişliğimin getirdiği güçsüzlükten kavrayamadım bedenini, çekip çıkartamadım. Ta ki dört göz odalı yüreğimi temizlemeye karar verip, zamana inat o küçücük çocuğu yaşatma istemime kadar…
Geçmişin izleri silinmese de katran karası değil artık yüreğimin duvarları. O küçücük çocukmuş aradığımı saklayan. Ölmek üzereyken kurtardığım aslında ruhummuş. Umut daima var, mutluluk kendi içimizde ki çocukta saklı.
İçinizdeki çocuğu hiç terk etmeyin!
30.Eylül.2010
Nur Zeynep Çelik