- Kategori
- İlişkiler
Gökkuşağı renkleriyle kalın
Bazı bitişler vardır, hiç bir şey hissetmeyiz. Sanki bu kararı daha önce vermiş olsak, bir şey değişmeyecekmiş gibi. Oysaki o kararı verebilmek için ne çok zorlanmışızdır. Geceler boyu yastığımız hiç kurumamıştır, bir deri bir kemik kalmışızdır. Sürekli bir iç çekişme yaşamış, doldurmuşuz dolmamış, boşaltmışız almamıştır.
Bazen vereceğimiz kararı daha kesinleştirmeden öyle kötü senaryolar yazar ve oynarız ki sonucunda ilk adres psikolog olur. Oysaki karar verme aşamasına gelen olayın başlangıcında da bu gün bunların yaşanacağını bilmiyorduk…
Hatırlayalım anne-baba olma isteğimizi. Özlemi, heyecanlı bekleyişi aylarca sürer. Zorlukları anlatıldığında güler geçeriz, “Olsun” deriz. Ne zaman ki doğar, kendimizden çok şey vermeye başlarız, çocuk büyütmenin sorumlulukları biner omuzlarımıza ve onun sadece sevilmek için küçücük kalmayacağını görürüz o zaman anlarız söylenenlerin ne anlama geldiğini. Yaşayarak…
Mesleğimizi seçerken de aynı şekildedir. Yıllarca emek veririz, sınavlarla geçer en güzel yaşlarımız. İstediğimiz bir bölümü kazandığımızda dünyalar bizim olur. Sanki bu başlangıç aynı zamanda da mücadelenin sonuymuş gibi. Ta ki heyecan yerini yeni ve çok çeşitli savaşlara bırakana dek! Mesleğimiz, ait olmak istediğimiz ortama, yaşamak istediğimiz hayata açılan kapı olmaktan çıkıp; kurtlar sofrasında tek parça ayakta kalabilme mücadelesine dönüşecektir gerçek hayatta…
Birliktelikler, evliliklerde de bu böyledir. Her şey umuda yolculuktur. Umutlar da hep pembe…
Sonra bir şeyler olur. Hiç umulmadık bir anda, beklenmedik bir şekilde o pembe umutlar siyah bulutlarla yer değiştirmeye başlar. Seçimlerimizde duyduğumuz heyecan kalmaz. İsteyerek verdiğimiz kararları sorgulamaya başlarız. “Nerede hata yaptım?” sorusuna bir sürü cevap buluruz. Bu cevapların çoğu –kişi- odaklıdır.
Çocuk kararı: Eşim çok istedi, aile torun diye tutturdu.
Meslek seçimi: Ailem istedi, öğretmenlerim baskı yaptı.
Birliktelik: Hep arkadaşımın yüzünden bizi o tanıştırdı.
Evlilik: Başlangıçta böyle değildi çok değişti.
Hep birileri/birisidir neden. Ama bu tercihlerde biz hep edilgenizdir(!) Oysa çok iyi biliyoruzdur ki hayatımızda ki tüm seçimler ve kararlar bize aittir. Yanlış da olsa, sonuç istediğimiz gibi olmasa da – kendimize- aittir. Bizi biz yapan da budur aslında. Yenilmeyi, dibe vurmayı yaşamadan, ayakta durmayı öğrenemeyiz. Tıpkı küçük bir bebeğin, başarısız olduğu ilk yürüme deneyiminden korktuğu için, ikinci teşebbüsünde bir şeylere tutunmayı algıladığı gibi. Biz de hayata tutunmayı öğreniriz.
Önceliklerimiz değişmeye başlar. Heyecan fırtınalarına tutulsak da temkinliyizdir artık. 100 puan üzerinden başlangıçlar yerine 0’dan başlarız değerlendirmelere. Kader denilen şeyin yol ayrımlarında söz konusu olduğunu, yürümek istediğimiz istikamette yaşanacakların alın yazısı olmadığını kavrarız.
Ufuk çizgilerinin ötesini merakımız azalır. Yeni bir günün getirecekleridir önemli olan. Geleceğe ait plânlar yapmaya devam ederken, biliriz artık yarının meçhul olduğunu ama hedefsiz de yaşanmayacağını…
Terk ediliriz en sevdiklerimiz, dostlarımız tarafından. Bazen de “İlâhi ayrılıklar” yaşarız! Şaşkınlık, hayal kırıklığı, üzüntü, çöküntü v.b duyguları aynı anda yaşarız. Her ilk tokat da canımız çok acır. İsyanlarımız sonuçsuz kalınca da kabullenmeyi öğreniriz. Sonrasında canımız daha az, hatta hiç yanmamaya başlar. Yada karşımızdakine öyle düşünmesini sağlamayı öğreniriz…
İşte tam bu noktada başlar kırılma noktaları. Kişiye özel yaşananlar bazı kişileri “Ben” odaklı yaparken, bazılarını ezip geçmiştir. 1. grup “Böyle gelmiş böyle gitmeyecek !” derken 2. grup “Kader” deyip boyun eğer. Her iki durumda da seçim bize aittir. Son durumla başlangıç arasında çok önemli bir fark vardır aslında! Dün, suçlayacak insanlar ararken bu gün yargıladığımız kendimizdir.
Umutsuzca ama inatla yürütmeye, düzeltmeye çalıştığımız hadiseler, ilişkiler, kişiler kendi benliğimizi esir alır. Ruhumuzu hapseden bizizdir. Mutsuzluğumuzun da…
Bir gün durup düşünürüz, geçen zamanın telafisi olmadığını. Hayıflanırız. “Keşke” deriz “Keşke bu gün ki düşüncelerimle 30 yaşında olabilseydim.”
Değişen bir şey yoktur oysaki. Beyin de, beden de, hayatı boyayacağımız renkler de aynı. İlkinde fırçayı tam kavramadan tek renk kullanmışız, ikincisinde fırçaya hâkim her renk çalışmışız…
Gökkuşağı renkleriyle kalın…
Nurcan Çelik Yalun
2.Kasım.2010