Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

03 Ocak '12

 
Kategori
Deneme
 

Dünyanın bütün ülkeleriyle anlatamadığım sevdamsın

Dünyanın bütün ülkeleriyle anlatamadığım sevdamsın
 

......


Sevgiliye Mektuplar

Sevda adamları kentlerinden uzakta ve yalnız ölürler… Sri Lanka’da balıkçı bir kadınsın eşlik ederken bana, Endonezya’da masalım, Vietnam’da gerçeğim, Ürdün, Cezayir, Filistin’de uğruna gözyaşı döktüğüm yavuklum, Japonya, Estonya, Rusya, Norveç’te şiirler yazan mavi renkli kalemim, Kamerun, Kongo, Bostwana’da yüzünü kaybettiğim siyahî tanrıçam, Portekiz ve Surinam’da dünüm, bugünüm, yarınımsın sevgili…

Etiyopya’ da kabile gelenekleri gereği sünnet edilen çaresiz kızların acısını yüreğini hissederken Endülüs’te şarap ve müzikle hüzünlenir, Elhamra sarayında dualar edersin… Danimarka’da denizkızının yüzünde seni ararken gözlerinin dehlizinde kaybolmuşluğum olursun sevgili… Manş denizinden Baltık’lara sürüklenen yaralı tekne olurum kıyılarına çarparken, savrulur, St. Gothard tünelinden Chacaltaya’ya çıkar nefeslenirim… Nefesini katarsın nefesime, tapusuz iki martı olur, Guatemala’ya kanatlanır, yorulur, iki şaşkın güvercine dönüşürüz,  Machu Picchu’da koka içip, rahatlarken baygın düşeriz… Islak kanatlarından Yağmur Ormanlarına narçiçekleri saçılır, her birine uzanır, kokunu arar, öperken renklerin dökülür gözlerime, yüzümde cemreler açar mevsimden mevsime, savrulurum o an denizlere, toprağa…

Vatikan’dan Monako’ya yol alırken Korsika açıklarında kızarıyorum, sen korsanlardan ürktüğümü düşünürken Monako prensesi Stephanie geliyor aklıma, utanıyor, denizin kızıllığı ile kızarıklığım geceye yol oluyor, ‘’kırmızı sana çok yakışıyor’’ diyorsun… Ne çok severdim lise yıllarımda resimlerinden, kaç gece bekledim rüyalarıma gelir, yakamozları dalgalandırırız diye ve yağmur beklerken çamur yağar, gökkuşağının renkleri kirlenir, tüm deniz, nehir, dağ, ovaları karalardım haritalardan… İnsanlığın sustuğu anda, S.Arabistan Bahreyn arasındaki ormanlık alanda içki içerken yakalayan şeriat polislerinden kaçamıyor, mollaların verdiği idam cezasından yere düşerek kurtuluyor, gördüğüm rüyaya küfürler savururken, ‘’Arap Baharı’’nın kıskacında bilinmezlik ve felakete sürüklenen Ortadoğu'nun Arap ve cahil haklarına acımaktan başka elimden bir şey gelmiyor…

Tanrının elerlide mi aynı renk derdim siyah beyaz yaşarken, uzak aşkları ve renkli kalem yokluğunda gözlerinin, yüzünün rengini çizerken Domuzlar körfezinde geceye düşer, seni ararım zamanın durduğu Küba’da… Havana Clup’te Guarapo yudumlar, şımarık liseli kızlar gibi gülümsersin… Bahama adalarında Amerika düşünce usuma, güneş yanığı tenimden kızarıklığım belli olmuyor bu kez ve Brooke Shields’den gençliğime düşen platonik acı ve yaralarım depreşiyor… Güneş ve yürek yanıklarından palto, eldiven, atkılarla sıyrılıyoruz Alaska ve Kanada’da üşüyüp, Antartika’yı, buzulları Eskimo’ları düşünürken… Gözlerinin buğulu ormanından dünyanın her yerine kalkan trende Fransa, Almanya üzerinden Polonya ve Macaristan’a yol alıyorum soluksuz… Tuna’nın efendisi Budapeşte’de ‘’Gül Baba’’ türbesinde dua ederken yüzüne çizdiğim çiçek ve uzaklara saldığın gözlerinden tanıyorum seni başındaki örtüye rağmen… Güne dönüyoruz yeniden, üşüyen ellerini tutarken sıcak ellerim, başka ülkelerin bozkırında…

Alamut kalesini arıyorum Elburz dağının eteklerinde, dünyanın ilk ama ‘’en kültürlü teröristi’’ Hasan Sabbah’ın yaşadığı coğrafyayı görmek için, tırmanırken asırlık bir ağacın altında seni buluyorum, ağlamaklısın sanki daha önce ‘’hacı’’ olduğundan Mekke’ye seni almadıkları için… Oysa tüm ‘’izm’’lere karşısın sen diyorum, islam-izm’den teröz-izm’e tırmanıyoruz omuz omuza, keşke yürüyen merdiven olsaydı diyorum, sen alaycı gülümsüyorsun ama az sonra gözlerinin diliyle onaylıyorsun sevgili nefes nefese kalınca… Adeta zıplayarak çıkan genç kızı görünce Romen Nadya Komanaci düşüyor usuma, Çaykovski eşliğinde yer minderinden asimetrik bar’a kadar rekorları alt üst, yüreğimi delik deşen lastik kız… Her rekoru benim için kırardı sanki çizgili pijamam, siyah beyaz izlediğim televizyondan sevinçlerim, onun sevinç gözyaşlarına yol olurdu Adana’dan Romanya’ya ama Meriç!te yolu kesilir, başka ırmaklara akarken kaybolurdu çocuksu düşlerim…

Panama’nın kalbi Büyük okyanus ile Atlas okyanusunu birbirine bağlayan Panamalı kanalı çevresinde atarmış, oysa kesişmez ki yolu başka bir kanal ile, kesişmeyen, buluşmayan, kanal, yol, nehir ne işe yarar? Kavuşamasa da iki tren rayı,  kilometrelerce yan yana gitmez mi? Geceyi hüzünlerine buladığın saatlerde yorgun ve güzel ellerin ve kırılgan çocukluğunla sigara içtiğin pencere kenarındaki cama, yağmurlu havalarda uzak yollardan gelip ıslak dudağımla adını yazar, uzak ülkeme sonsuz aşkın ve kokunla dönerim… Uzaklık sadece bir mesafedir, sadece varlığın uzakta sevgili, öyle yakın ki sesin, öyle göz gözeyiz ki sevgili, denizaşırı ülkelerde bile olsak uzaklardan hep yakın bakıyorum sana… İnci tanemsin uzak okyanusların derinliğinde ki… Senin olmadığın yerde ülke, dünya, yeryüzü, gökyüzü yok … Sen yoksan kimsem yok sevgili.

 

 

 

 

Olgun Ekinci – Adana

Ocak 2012

 
Toplam blog
: 111
: 726
Kayıt tarihi
: 22.01.09
 
 

Adana doğumluyum halen bu kentteyim.. Marmara Üniversitesi İşletme mezunuyum. Deneme ve şiir yazıy..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara