- Kategori
- Gündelik Yaşam
Düşünce, siz, televizyon

Zihin, güzel ve gerçek kavramını bir araya getirirken bazı inisiyatiflerde bulunur.
Bu inisiyatiflerin çoğunda duygusal değerlendirmeler diz boyudur.
Görünüş itibari ile yanıltıcı olan bu anlayış, maksadı nezdinde derin manalar barındırır.
Maalesef günümüz ekran kültürü, hayal-gerçek-mana diyalektiğini birbirine katmıştır.
Hemen her gün, hayatımız nabız zorlayıcı macera niteliğinde hadiselere maruz kalmıştır.
Olayların yüreğimizi ve aklımızı kuşattığı zamane çeyreğinde düşünmeye ve sorgulamaya pek fırsat bulamıyoruz/buldurtmuyorlar.
Zihni yönlendirilme ve temayül had safhaya yükselerek bilincimiz soyutlanmış, sentez yapamaz hale gelmiştir.
Televizyon, gerek dilsel gelişim açısından gerekse örnek alınabilecek dünyalara kapı aralaması açısından kişiye yüksek sorumluluklar yüklemektedir.
Adeta televizyon, kişilikli insan olmanın sınavı niteliğindedir.
Kaldı ki çoğu insan, bu sınavdan yenik ayrılmakta, kendilerini kum saati masalı ile uyutmaktadırlar.
Şahsiyette hareketten ziyade ağırlık ve vicdan azabı vardır; düşünme esastır.
Düşünce hareketi hoş karşılamaz; ancak sabırlı dimağlar düşüncenin evreninde kabul görürler.
Kültür dinamiği bakımından yoksul olan televizyon, değerler ayarında da pasivize olacak anlaklar yetiştirmektedir!
Hemen her günümüze olaylar şekil vermekle birlikte psikolojik baskı altında depresyonla yoğrulmuş güvensizliğe doğru itiliyoruz.
Çok konuşan; az okuyan bir toplum olmamızın nedeni de aksiyona önem verişimiz değil midir?
İnsan topluma ayak uydurmak da zorluk çektiği an kendini hesapsızca maceranın içine atabilir.
Telafi olarak gördüğü yalan yanlış ekran saltanatının ezici pespayeliği, sünepeliği altında saatli bir bomba gibi saklı durmaktadır.
Gün gelir bu bomba kişinin kendisine olan saygısını yitirtir.
Dahası, ailevi ilişkilerinde hoşnut göremeyeceğimiz ahlaksal yaralara maruz kalırlar.
Özellikle okul çağındaki çocuklar ve ergenlik dönemine girmiş gençler, televizyonun taklide yeşil ışık yakan basitliğinden etkilenebilmektedir/etkilenmektedirler.
Hayal gücünün yoğun olduğu ilk gençlik çağında birey, elde edemediği hayallerini taklit yolu gerçekleştirmeye çalışır.
Kendini bilmenin uzağındaki birey, kendinden kurtulmanın yollarını aramakta daha toleranslı davranır.
Kendimizi unutmamızın temel sebeplerinden biri de başkalarının hal ve hareketleridir.
“Başkasını gözeten kendini unutur.” diyen Yunus Emre, özentinin ve basiretsizliğin vehmini kısaca özetlemiştir.
Dil, kültürü yaşatan onu ayakta tutan çok bilinmeyenli bir denklemdir.
Kültürü ise dilin kullanı derecesi belirler.
Geçmişten geleceğe aktarılan düşünce ve idrak şekli dil sayesinde canlı kalabilmektedir.
Oysa, televizyonlarda kullanılan dil, önceden hazırlanmış mankurtlaşmış bir düzenek haline gelmiş, belli saatlerde izleyiciye aşılanmak üzere bekleme durumuna getirilmiştir.
Hayali bir gerçeğin yanında hayali bir dil yanılgısı ile dünyayı algılamak, insanın iradesini ele geçirmenin en garabetli yoludur.
Dolayısı ile ne istediğini bilen, yönlendirilmeden kararlar alabilen akl-ı selim bireyler yetiştirilmelidir.
Unutmayalım ki, insanı insan yapan eylemleri ve akli kanılarıdır.