Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Kasım '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Duygularımla alay etmeyin n’olur!

Bir adama tapıyorum resmen; sevgimi ve saygımı anlatacak başka cümle kuramıyorum. “Tapmak” dedim diye bir keresinde yerden yere vuran mail bombardımanına tutuldum, alkışlayanların yanı sıra…

Sevgi ve saygımı anlatacak en naif cümle olan “Resmen taptığım adam” Ahmet, Mehmet olsaydı hiç kimsenin parmakları zahmet edip de klavyenin tuşlarına basıp da “Tapmak ne demek?” diye mesaj yazmazdı; olsa olsa içlerinden helal olsun adama bak neler yazdırmış kadına falan derlerdi…

O sevgi ve saygı duygularımı minnet ile bir araya getirdiğim kişinin adını okuyana dek “Sevginin kutsallığı” na saygı duyan bazı kişiler ismi gördüklerinde “Sevginin kutsallığından” vaz geçip, “Kuran der ki…” diye başlayıp bir insana tapınmanın ne fena ve ne günah bir şey olduğundan dem vurdular!

Bir ekşi sözlük yazarı da bir yazım hakkında “İlkokul kompozisyonu” demiş; diyebilir, gayet normal, ancak benzer yazılara gelen yıkıcı eleştiriler Mustafa Kemal Atatürk’e olan hayranlığım, sevgim ve saygımı engelleyemezler!...

Özne Mustafa Kemal Atatürk olan yazılarıma aldığım alkışlar pek doğal, normal; ısrarla bel altından vurmaya çalışanlara bir sorum var: Ne zararını gördünüz ki bu kadar kin dolusunuz?

Aynı kişilere bir de yanıtım var: İlkokul kompozisyonu olarak gördüğünüz yazılar ilkokullarda artık yazılmayacaklar, sevinin; lakin üzgünüm ki her bir köşe yazarı bir şekilde Atatürk ile ilgili ilkokul kompozisyonu tarzında yazılar döşeyeceklerdir: İlkokulda unutturulmaya çalışılan Mustafa Kemal Atatürk evlerde anlatılmalı ve her bir köşe yazarının da görevi iş-güç arasında farkına varamadığı gerçeği anne ve babalara hatırlatmaktır!

******

İşim gereği çok insan tanıdım, içsel yapım gereği her tanıdığım insanın içsel derinliğini irdeledim; aşık da oldum körü körüne ama var ya hiçbir insanı bu kadar mükemmel bulamadım!

Kendim de dahil!

Hem de hiç öyle körü körüne değil, her baktığım açıdan “Allah’ım nasıl bir insan bu?” diye hayretler içinde kaldığım; bu nasıl bir öngörüdür, nasıl cesaret…

Nasıl bir karizma…

Bir insan hem savaştan anlasın, hem barıştan; hem musikiden hem sanattan…

Hem yakışıklı olsun hem de vatana aşık olsun!

Vatanı vatan yapıp da sultanlık yerine, padişahlık yerine cumhuriyeti kurmayı düşünsün! (Hele bir kendinizi o zamanlarda düşünün; hanginiz sultanlıktan, padişahlıktan vaz geçerdiniz? Hele ki o yurdu düşmanlardan kurtardıktan sonra? Ha?”

******

Bugün el-pençe divan durduğumuz ABD karşısında bir eli pantolon cebinde ve en mükemmel kelime, cümleler ile vatanına toz kondurmayan bir Mustafa Kemal Atatürk, en azından, biz yaşayanlar var oldukça unutulur, yerine herhangi biri konur mu sanıyorsunuz?

******

Bizlerin ömrü on-yirmi sene ile sınırlı; Atatürk ders kitaplarından çıktığında beş yaşında olan çocuk seçmeli din eğitimi dersini alırken Atatürk yerine başka şeyler öğrenecek; özgürlük yerine günahlar ile tanışacak!

Sevgili Bekir Coşkun yazmıştı: Çocuğunuzun eğitmeni artık sizsiniz diye; hakikaten de öyle!...

******

“Bu Atatürk sevgisini, yüreğimizden atamazsınız” diyen nesil yavaş yavaş yaşlanmak üzere; en az üç çocuk isteyen bir başbakanımız var ve ilkokul yaşını iyice düşürdü.

Düşürmekle kalmayıp seçmeli ders olarak dinin iki alternatifini ortaya koydu. “Dinin öğrenilmesinin zararı ne ki?” diye de bir çalışma başlatıldı; lakin bu arada ders kitaplarından Atatürk ile ilgili bazı veriler çıkartıldı…

“Atatürk yüreğimizde, kimse sökemez!” diyen neslin torunları okullarda Atatürk’ün değil dini sözlerin, verilerin ve yönlendirmelerinin ışığı altında büyüyecekler!

Atatürk bizlerin yüreğinden alınamaz ama torunlarımızın yüreğinden alınacak; zira hiç bilemeyecekler, öğrenemeyecekler; beş yaşındaki çocuk Atatürk yerine dini liderleri öğrenirse…

******

Daha önce de yazmıştım, bir daha yazacağım: O döneme tanıklık etmiş biri olarak ısrarla diyorum ki; hiçbir siyasal parti on altı yaş grubunun altındakileri potansiyel yandaş olarak düşünmemişti; din istismarının hedefi ise hep küçücük çocuklardı!

“Dinden ne zarar gelir?” düşüncesi ise en vurucu etkileme soru cümlesiydi ki seve seve çoluk-çocuğunu emanet etti geliri az çocuğu çok kişiler.

Mesela bir yangın olmuştu, beş yaşından on iki yaşına kadar bir çok kız çocuğu heba olmuştu; ailelerinden alınıp din eğitimi veren, ruhsatsız, bir eğitim evinden haberdar olmuştuk; haberdar olmadıklarımız ayrı!...

Neyse…

Çocuklara siyasal yatırım yapmak ciddi anlamda bir suç olsa gerek; din söz konusu olduğunda akan sular duruyor elbet.

Oysa, bir çocuğun din eğitimi alması için belli bir yaşa gelmesi gerekli, bu bir; dinin siyasi amaç için kullanılarak küçücük çocukları hedef alması ise hiç de insani değildir!

Lakin, din dendi mi sorgulamayan bir halk karşısında “Siyasal etik” de rahatça çiğneniyormuş, gördük!

Maksat halk değil, gençlik hiç değil; siyasal bir başarı ki değil beş yaşında, üç yaşındaki çocuk; hatta doğmamış embriyo bile malzeme!...

******

Anne-babamın anlattıklarının okulda tekrarını dinlemem elbet etkili olmuştur; yoksa Mustafa Kemal Atatürk adı bende “bir pop yıldızı mıydı acaba?” gibi bir etki yaratabilirdi! ( Yakın zamanda tanık olacaklarımıza dikkat çekiyorum)!

Kendimi buldukça, kendimi bulup da neler yapmak istediğimi düşündükçe, hayallerimde her insan gibi dünyaya bir nebze de olsa yararlı bir şey yaparak adımı yazdırmayı umut ettikçe ya “Yok yaa… Ben yapamam!” derken “Neden olmasın?” git-gelleri arasında çoğu kez uykuya daldım.

Her uyandığımda bir örnek vardı önümde: Mustafa Kemal Atatürk!

Her adımımı dışarı attığımda saçlarımı savururken, kızlı-erkekli lisede okurken, arkadaş gruplarında kızlı-erkekli eğlenirken…

Annemin gençlik yıllarında çekilmiş bir fotoğrafına bakarken…

Bir fotoğraf: Otuz kişiler falan, minicik bir kadraja sığdırılmışlar; annem önlerde bir yerde, herkes mayolu, İzmir’in Bostanlı’sında denize giriliyor o vakitler… Kızlar gülümsüyor erkekler biraz daha poz vermiş sanki!

Bir neşe yayılıyor insana; yıl bilmem kaç, cumhuriyetin en genç zamanları…

******

Kendimi bilmeye başladığım yıllarda onur, bilgi birikimi, sanat, düzgün insan olmak pek revaçtaydı; mesela şimdinin “empati” denilen yeteneği o zamanlarda sıradan bir insanlık durumuydu bizim için, namaz da kılınırdı lakin hiç kimse saçının üstüne bant takıp da üzerine örtü örtmezdi; misal, rahmetli anneannem namazını da kılardı, minik bir başörtüsüyle bahçeyi de sular, kadın-erkek ayırt etmeksizin konu-komşuyla sohbet de ederdi ki; en keyifli akşamüstlerinin tadına tat katardı; pıt bu komşu bahçesinde bulurduk Nafiye Hanım’ı pat bir balkon sefasında…

Lakin var ya; biz anneannemden Mustafa Kemal Atatürk’ü dinledik!...

“Başını ört, günah” falan gibi laflar yerine…

Yani, kendimi her bulduğum yaşta her olmak istediğim hayalde hep bir eksiğim vardı: Mustafa Kemal Atatürk zaten bunları yıllar öncesinden görmüş, denemiş ve hayata geçirmişti!

Kala kala bana kansere çare bulmak gibi bir hayal kalıyordu; hayal bu ya!

******

Benim hayal ettiklerimin üzerinde bir gerçeği yaşatan kişiye ben saygı duymayayım, sevgi duymayayım, mümkün mü?

Hayallerim kurulan cumhuriyet sonrasına rast geliyor; sultanlık dönemine dair değil!

Eeee, böyle bir adalet sahibi insana ben tapmayayım da ne yapayım?

******

Yahu; bir insan bu kadar teşekküllü olur mu?

Bir insan olamaz ama Mustafa Kemal Atatürk ise adı, olur!  

******

Işıklar içinde rahat uyu ey ulu; kemiklerin sızlamasın sakın, sen ölümsüzsün! Verdiğin ışık sönmez asla; anlayanlar anlamayanlara yeter!

 

http://twitter.com/Gulgunkaraoglu

gulgun_2006@hotmail.com

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..