- Kategori
- Siyaset
Eften püften bir konu…

Bugün “Siyaset” yazmayacağım, epey doldunuz çünkü…
Hatip Dicle niye milletvekili olamadı? Hapishanedeki milletvekilleri niye bırakılmadı? Meclis nasıl toplanacak, toplanınca n’olacak?
Bu soruların ve sorunların hepsinin de çözüm yeri, TBMM zeminidir. Hani biz “Zemin” diyoruz ya, sanırım bazı siyasiler ve kişiler “Zemin” denilince TBMM’nin mermer döşeli zemini anlıyorlar ki bakıp duruyorlar “Bu zemin nasıl çözecek” diye…
Günlerdir anlatıyoruz, anlatmaya da devam edeceğiz. Ama bir noktayı belirterek “Efen eften püften” konuya geçeyim…
Gerek “yargı”ya gerekse YSK’ya saldırıp duruyorlar. Saldırıların hiç biri haklı değil, bi defa bunu söylemeliyim. Siyasiler, “Yargı, iradenin önüne geçti” veya “Yargı aldığı kararlar ile…” diye başlayan cümleler kurarken, aslında söyledikleri şeyi tercüme etmek isterim.
Diyorlar ki “Ey yargı… Ey hâkimler, savcılar… Siz karar verirken eğer ‘siyaseti’ ilgilendiren bir taraf varsa, bizim ‘Yasama’ olarak TBMM’den çıkarttığımız kanunları uygulamayı bir kenara bırakın, bizim ‘Ulemalara’ sorun, onlar ne diyorsa onu yapın…”
Aynen böyle…
De… Her partinin kendine göre bir “Uleması” var, her “Ulemanın” kendine göre bir yorumu var. O zaman şu hâkimleri, savcıları bir kenara bırakalım, yasaları kaldıralım, padişahlığı getirelim, padişah ne diyorsa o olsun, sıkışırsa gitsin “Ulemaya” danışsın, olmaz mı?
Adamlar zaten pankart hazırlayıp asmadılar mı “Ulu Padişahımız Recep Tayyip Erdoğan” diye? Hem “Başkanlık” sistemi yaratılmış olur, hem de iktidarın istediği yerine gelir, geçinir gideriz. Zaten “Padişahlık” alışık olmadığımız bir şey değil, her ne kadar o dönemi bilen nesil kalmadı ise de…
Anayasa, baba yasa filan diye de uğraşmayız hiç değilse…
Neyse efendim, girdik mi çıkamıyoruz siyasetten, ben şu “Eften püften” meseleye geleyim…
Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah GÜL, bizim memlekete gitmiş. Daha da doğrusu “Ortak” doğduğumuz şehrimize, Kayseri’ye…
Malumunuz olduğu veçhile, Kayseri’mizin sucuk, pastırma ve Bünyan halısının dışında “Meşhur” olan bir de dağı var, Erciyes dağı…
Biz Kayseri’liler olarak bu dağımıza uzun zaman baktık durduk, heybeti ile övündük, yaz mevsiminde ise eşeklerin sırtına vurduğumuz telis çuvallar içinde “Kar” getirip şehirde sattık, gazoz soğuttuk. Soğuyan gazozları satarken “Otuz iki dişine kemane çaldırıyor” diye de bağırmayı ihmal etmedik.
Sonra aklımız başımıza geldi. Aslında ERCİYES Kayseri için bir altın madeni idi. Öyle kazma-kürek yanaşmaya gerek yok, üfleyeceksin üzerindeki tozu, şöyle bir elinle de sileceksin, al sana altın, harca harca bitmez. Sonunda bir miktar “altın” çıkarmayı başarabildik ama daha “Tam” değil. Çünkü bu “Altın” bildiğiniz sarı, çil çil altın değil “Turizm altını” idi ve kazma-küreğe ihtiyaç olmasa da biraz çıkarması yine de zahmetli… Kazma-kürek, inşaatında gerekliydi.
İşte bu dağımıza Sayın Cumhurbaşkanımız gitmiş ki her zaman gider, sever oraları…
Gezerken, “Yaylacılar” ile de oturup sohbet etmişler. O yaylacılar ki, orada koynu sürüsü beslerler, arı beslerler, sütü sağıp yoğurt ve peynir yaparlar, arılarından bal alırlar, “Keven balı” da nefis olur haa…
Buraya kadar bir tesrilik yok elbette. Cumhurbaşkanımız oralara gidince elbette ağırlanacak, yoğurt, peynir ve bal tattırılacak, çay ikram edilecek filan filan…
Fotoğraflardan anladığımız kadarıyla da öyle olmuş zaten…
Yalnız, gözden kaçan bir şey var fotoğrafta…
Cumhurbaşkanımıza “Yoğurt” ikram edilmiş ya, yediği yoğurdun kabı, Türkiye’deki meşhur ve her bakkalda, markette bulabileceğiniz bir firmaya ait…
Yani… Yoğurt “ Yaylacıların” yoğurdu değil… Çünkü yaylada yoğurt, bakraca çalınır…
Ola ki o firmanın boş kabına yoğurt çalınmış olabilir, ama kardeşim bari fotoğraf karesine almayın da Erciyes dağının karizmasını çizdirmeyin, değil mi???
Fotoğrafı görünce amma güldüm…
27 HAZİRAN 2011