Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Eylül '11

 
Kategori
Deneme
 

En büyük Silah, Gözyaşı

En büyük Silah, Gözyaşı
 

Kaynak Bilinmiyor


Küçük yaşta annesizliği tattığım ve babamdan, yeterince sevgi görmek bir yana, çok horlandığım için, çok fazla gözyaşı dökmüştüm. Orta okulda, yatılı öğrencilik yaşamımda, öğretmenlerim olsun, arkadaşlarım olsun, yılmışlardı benden. Her olumsuz olayda, annessizliğime sığınırdım. Zayıf karakterli mi idim? Kesinlikle hayır. Çok da başarılıydım. Okulun solistiydim, her dönem dereceye girerdim. Masa tenisinde iyiydim. Piyeslerde, koro da ön saflardaydım. Akılınıza gelebilecek her konu da başarılıydım. Ama gelin görün ki, 'anne', kelimesini duyduğumda, başlardım ağlamaya. Bir arkadaşım mı küstü, ağlardım. Bir konu da köşeye mi sıkıştırıldım ağlardım. Öğretmenim gerekli ilgiyi göstermedi mi ağlardım. Bir film seyrederdim, Kemalettinn Tuğcu'nun bir kitabını okurdum ağlardım. Esmeray'ın 'Elveda yavrum' şarkısı dilimde sakız olmuştu. Kendim ağladığım yetmezdi, yatakhanede bas bas, içli içli söyleyerek, diğer anasından babasından uzak, boynu bükük kız çocuklarını da ağlatırdım. Her şeyi annesizliğime bağlardım. Sonra genç kız oldum. Aslında pek de 'genç kız' oldum sayılmaz. Daha çok erkek gibiydim. Aşırı duygusallığımın yanında, sert, hafiften agresif ve liderlik peşinde biri imajını oluşturmuştum. Mahallenin erkekleriyle, futbol oynar, tekmeler atardım sinirlendikçe. Yerlere yatarak, misket oynar, ağaç altlarında iskambil oyunlarında yenerdim onları. Bir dönem okulda, kendi yaşıtlarımdan kopmuş ufak sınıflara yönelmiştim. En yakın arkadaşlarıma o kadar anlamsız gelmişti ki bu tutumum , hala anlatırlar. Bizi bırakmıştın, çoluk çocuğun peşinde koşmuştun. Öylesine kaybetmiştin ki kendini, onların oyuncağı olmuştun. Zır zır zırlardın, biri seninle küstüğü zaman. 

Neden yapmıştım bunu, ben de bilemiyorum. Ben onları toplar, zayıf oldukları dersleri, boş bir etüd odasında öğretirdim onlara. Bence, kendimdeki, annesizliği, onlara anne rölünü oynayarak giderirdim. 

Çok ağladım, hep ağladım. Çocukluğumda, ergenliğim de, gençliğimde, ve ve ve de..... 

Gözyaşlarım hep aktı. Çok kolay aktı. İçimdeki zehirleri, acıları hep böyle geçiştirdim. Böyle var oldum, ileriye koştum. 

Yıllar geçti. 

Bir gün, çok ama çok sevdiğim ve çok iyi anlaştığım, ve çocukluğum dışında sıkça görüşemediğim Ali ağabeyimin ani vefat haberi geldi. Sadece bir çığlık çıktı ağızımdan, hatırlıyorum. Canım ağabeyim, müziğe çok düşkündü. Gitar, org çalar ve söylerdi. Ben 11 yaşımdayken, onunla teyzemin evinde yaşıyorduk. Odasına kapanır saatlerce, gitarını çalardı. Ben, son dört yılımı onlardan ayrı başka bir memlekette geçirmiştim. Döndüğümde, ikinci bir dili konuşabiliyordum. Benim de sesim, kulağım iyiydi ki, ağabeyim odasına almaya, ve bana şarkı söyletmeye başlamıştı. O çalar, ben söylerdim. Küçük kırmızı kaplı bir defteri vardı. İçinde tüm yabancı parçaların sözleri. O defteri, vefatından sonra, oğluna teslim ettim. En çokta hatırladığım parça Shirley Bessay' in 'Love Story' si idi. 

Ali ağabeyimi, son yolculuğuna uğurlarken çok ağlamadım. Aslında belki hiç ağlamadım. Yani gözümden yaşlar akamadı. Bu tüm ailem tarafından yadırgandı bu durum, biliyorum. 

Üç beş yıl geçti. Bana, annemin vefatından önce de, sonrasında da 'annelik' yapan biricik ablamın eşi, on dakika içinde vefat etti. Çok erkendi, gitmesi için. Aynı ağabeyim gibi... 

6 yaşımdan beri bana babalık yapmıştı. Büyük aşkı ablamla, aşkını bile çokça yaşayamamıştı. Yanlarındaydım. Tatile gittiklerinde, başbaşa yemek yediklerinde, iki göz evlerinde, hep yanlarındaydım. Beni hiç bırakmadılar. Bana, ana ve baba oldular. Oysa çok gençtiler. 

Bir gün aniden gitti. Tüm aile hastanede, bekliyorduk. Herkes ağlıyordu. Ben yine ağlamadım, ağladım da, gözyaşı akıtamadım. Kimse gözyaşımı göremedi. Biliyorum, yine içten içe, akrabalarım yine yadırgadılar. Bilemedim, nedenini... 

Yine, üç beş yıl geçti. Maviş ağabeyim, gidiverdi. Hep ani oldu bütün bu gidişler.Oysa ki, Mavişim, en büyüğümüzdü. Atamız idi. Ne çok zorluklardan geçmiş, ne çok vermişti olduğunda. Yine hastane bahçesinde, bekleşiyorduk. Nihai haber geldi. Yine ben ağlamadım. 

Son bir buçuk yıldır, hayatımın en güzel ve en acılı günlerini yaşadım ve de yaşamaktayım. Öylesine anlar yaşadım ki, çığlık çığlığa ağlamam gerekiyordu. Nedense ağlamak, acının göstergesiydi başkalarına. Belki de bir sınav, onaylanma. Gözyaşı gözüktüğünde, gerçekten değerli olduklarını hissediyorlardı belki de. Sevgi, gözyaşı ile ispatlanıyordu. Kaybedeceğimi bile bile ağlamadım, ağlayamadım. Başkaları, ağladı ama. Bolca, sessiz sessiz gözyaşı döktüler ve kazandılar belki de. Ben hala ağlayamıyorum. Gözyaşımı dökemiyorum. 

Bugün bir şiir okudum, Can Yücel'den. Şöyle bir cümle geçiyordu içinden,  

ACI DORUĞA ULAŞTIĞINDA, GÖZYAŞI GELMEZMİŞ GÖZLERDEN... 

Gözyaşsızlığımın nedenini; şimdi ANLADIM... 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 39
: 1366
Kayıt tarihi
: 19.12.08
 
 

Gazi Üniversitesi Ekonomi Fakültesi 1982, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi,Yöneticilik İht..