Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ocak '09

 
Kategori
Ankara
 

Eski Ankara.

Eski Ankara.
 

Bu şehir’in insanları artık dışarı çıkmaktan keyif alamaz oldular.
Gürültüden, hava kirliliğinden ve her yerde yükselen binaların arasında kaybolmaktan korkmaktan…
Bir kaç ay önce gittikleri bir semte tekrar gidildiğinde bu bina burada varmıydı denmeye başlandı.
Mahvettiler bu şehri.
Her alanda yaşanan kültür katliamı, Türk mimarisini yansıtan bütün görkemli binaları da affetmedi!
Ankara eskiden kendine has tarih dokusu ile Başkent olmanın asaletini her caddesinde, her sokağında hissettiriyordu.

Doğal gri renkteki binaları, ilk kez gelenlere bir daha, bir daha bakmak keyfi yaşatmaktaydı.

Şimdilerde ise cırlak tonlarda rengarenk boyalarla kaplandı ve bu asaletini maskeledi .

Koskocaman Opera meydanı daracık caddeye dönüştü.

Saman pazarı ve at pazarı yokuşundaki asırlık dükkanlar bile elektronik eşya satmaya başladı.

Teknolojik gelişmeler kentin nostaljik havasını kirletti.

At arabalarının çıkardığı tıkır tıkır sesleri bile özler olduk.

Trafik olsa da, olmasa da otomobillerin sürekli korna sesleri kulaklarımızı tırmalıyor.

Ne evlerinde huzur içinde uyumak isteyen bebekleri ne de bir anlık sakinliğe ihtiyaç duyan yaşlı hastaları ciddiye alıyorlar.

İnsanlar kaldırımlarda yürüyemiyorlar ama ağaçlardan değil, hepsi araçların doğal park alanı olmuş.

Çok az var olan ağaçlarımızı bile kestirdi bu zihniyetteki duyarsız insanlar.

Ve tabela cehennemi oldu caddeler, hem bir tane ile yetinmiyorlar, en büyüğünü, en yükseğe asma çabası var, işportacılar, korsan satıcılar da cabası.

Sokak çocuklarının içinden çıkmadığı adım başı havuzlar, yapay şelaleler, plastik palmiyeler.

Bu görgüsüzlüğü ancak Ankara’da yaşarsınız, Başkent olmasına rağmen .

Zaman zaman içecek bir damla su bulamayanlar, her yerde su havuzları görerek yüreklerini ferahlatıyorlarmış güya!

Eski Ankara fotoğraflarına baktığımız zaman gördüğümüz manzara karşısında keşkelerle kahroluyoruz.

Ankara Kalesi’nin eteklerinde kıvrılarak yukarı çıkan dar bir sokak, sokağa döşenen iri taşlar arasında sürekli akan doğal kaynak suları.

Birbirine yaslanmış tahta kirişli cumbalı evleri, avluya açılan evlerin kapısında takılı kocaman tokmakları özlüyoruz.

Ulus Meydanından yansıyan manzara ise daha muhteşemdi.

Atatürk heykeli önünden tren istasyonuna kadar uzanan geniş bir asfalt yol, bulvarın her iki tarafında da insan seli eksik olmazdı.
Kentin diğer en gözde mekanı ise Kızılay olmuştur.

Kentin aydınları, memurları ve üniversite öğrencileri, kısaca tüm insanları her gün akşam üzeri burada bir iki tur atmadan evlerine gitmezlerdi.

Ankara’nın mesire yerleri arasında en ünlü olanı “Atatürk Orman Çiftliği” idi.

Buraya ulaşım, şimdiki gibi beş dakikada olmazdı, ancak yolculuk daha keyifle geçerdi.

Tren İstasyonunun önünde büyük kalabalıklar halinde beklenir, düdüğünü çalarak gelen “banliyö treni” istasyona yaklaşır yaklaşmaz, büyük bir itiş kakış yaşanırdı.

Önceden hazırlanan börekler, kaynatılan çaylar eşliğinde yenilip içildikten sonra salıncaklar kurulur, ip atlanır top oynanırdı!
Akşam üzeri ise aynı telaş içerisinde itiş kakışla yorgun bir şekilde yine aynı banliyö tren'inde noktalanırdı.

Ankara çocukluğumdaki görüntüsü işte böyle idi.



 
Toplam blog
: 1021
: 1607
Kayıt tarihi
: 19.10.07
 
 

Çok eski olmayan bir tarihte tıpkı sizler gibi Melek'lere gülümsermişim uykulu hallerimde!  ..