- Kategori
- Siyaset
Etnik ırkçılık sempatizanlığının ahlâkî ve siyasi sömürüsüne cevap

Bir blog yazarımız, PKK sempatizanlığının, özünde bir suç teşkil etmediğini, meselenin orayı burayı taşlamamak gereğinden ibaret olduğunu uzun uzun yazmış. Eğer arkasında kitle desteği varsa bu tür eylemler meşru ve demokratikmiş.
Bu bir blogcunun şahsi fikri olsaydı neyse… Kişisel cehalet veya ihanet düşkünlüğü olarak görür, deli saçması deyip bir yana atabilirdik.
Bugün bu görüş Türk hukuk düzenini değiştirmeye çalışan bütün ulus düşmanı fikir topluluklaırının ortak görüşü halindedir ve Anayasalaştırılmaya çalışılmaktadır.
Bu görüşün bir fikir olarak değeri var mıdır?
Öncelikle sempatizanlığın sempati kökünden geldiğini ve empatinin de ilerisinde, bir sevgi ve bağlılık anlamına geldiğini hatırlamamız gerekir.
Etnik ırkçı siyasete ve teröre sevgi ve bağlılık duymak meşru mudur? Asıl soru budur.
Etnik ırkçılık özündeki ırka dayalı ayrışma fikrinden dolayı bir nefret ve insanlık suçudur, dolayısıyla zaten siyaset alanına taşınması bile düşünülememelidir. Demokraside, her kabilenin kendi adam öldürme alanını yaratması diye bir şey söz konusu olamaz. Bugün etnik ırkçılığın, toplumu ırksal farklılıklara göre bölmeye çalışmak için işlediği nefret suçunun ardından, işlediği ikinci önemli suç budur.
Bugün etnik ırkçı ayrılıkçı siyaset ve terör Hitler’in Almanya’da işlediği suçun aynısını işlemektedir. Aradaki tek fark o zihniyetin Almanya’da iktidara taşınmış olmasıdır ki aslına bakılırsa aynı zihniyet bugün Türkiye’de iktidardadır. Bu, hükümet kurmak yetkisi anlamında değildir. Bu, egemen görüş haline gelerek diğer bütün fikirleri boğabilmek iktidarı anlamındadır ki asıl iktidar budur.
Bugün siyasal dincilik de etnik ırkçı Kürtçülük de Türk adının siyaset sahnesinden çekilmesi, memleket üzerindeki egemenlik alametlerinin kaldırılması ve ülkenin bir kabileler konfederasyonu haline getirilmesi yönünde, tartışılması imkânsız hale getirilmiş bir iktidarı zaten paylaşmaktadır.
Bugün ezilen, horlanan, dışlanan şeyler, Türk adı altında hukuka dayalı uluslaşma süreci ve Türk tarihinin ta kendisidir.
Bugün sokakları ateşe boğan kendilerine “taş atan çocuk” denen güruhun bize kabul ettirmeye çalıştığı şeyle Hitler gençliğinin yaptıkları şey aynıdır. “ Benim dediklerimi kabul etmezsen seni yakarım!”
Bu durumda taş atan çocuklara sormak gerekmez mi? “Neye sempati duyuyorsun?” diye… Hitler’e sempati duyan gençleri sırf sempatizandır diye nasıl bağışlayamıyorsak bizim ülkemizi düşman gören bir örgüte bağlılık duymanın da suç olduğunu o çocuklara anlatmamız ve yaptıklarının, doğrudan ahlâksızlık, ihanet ve insanlık suçu olduğunu, cezaî müeyyidesi olduğunu anlatmamız daha da önemlisi göstermemiz gerek.
Sempati duyulan örgüt meşru bir hak savunucusu değil bir ihanet şebekesi ve doğrudan doğruya bir düşmandır. Dolayısıyla hiçbir “vatandaş” etnik kökeni ne olursa olsun düşmana sempati gösteremez!
Etnik ırkçılık Kürt toplumunun tek anlayışı ve ifade biçimi haline getirilirse bunu kabul etmemiz mi gerekir? Bu da bir başka sorudur. Bu sorunun cevabı “hayır”dır. Düşmanlığın sayısı olmaz. Bir düşmanın kaç tane taraftarı olduğuna bakılmaz. Bir ülkedeki herhangi bir grubun tamamı düşman tarafına geçmişse tamamı düşman kabul edilir, bu kadar basit. Kaldı ki Türkiye’de Kürt kardeşlerimizin içinde ayrılık taraftarlarının çok çok az olduğu, yeterince güvenilir bütün anketlerde ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla eğer bir düşman örgüt savaş çıkarabilecek güce erişmişse onun karşısında susulamaz, savaş tehdidi derhal cevaplandırılır ve ortadan kaldırılır. Dünyada hiçbir ülke hiçbir hareketin, kendi bekasına tehdit eder sınırlara ulaşmasına izin vermez.
Etnik ırkçılığın Kürt adını Türk ulusal egemenliğinin karşısına koyarak lekelemeye çalışmasına hiç kimse sempati duyamaz.
Suçu ve suçluyu övmek de kendi başına suçtur. Dolayısıyla “ Bebek katilini sevdiğini söylemek neden suç olsun ki?” diyemezsiniz.
Türkiye ciddi bir akıl tutulması ve vicdan boğulması devrini yaşıyor. Türkiye taş attırılan çocuklarla bölünmeye çalışılıyor.
Bu çocuklar ailelerinden alınıp rehabilite edilmezlerse, terör örgütünün “stajiyerleri” olarak çalıştırılmalarına daha fazla izin verilirse olacak şey, etnik ırkçı terörün kendi başına Türk polisiyle beraber sokaklarda cirit atıp “adalet dağıtmaya” başlaması olacaktır. Bu çocuklara nefret ve insanlık suçlarına, vatana ihanete sempati duyulamayacağı, aile ortamından uzakta psikolojik destekle anlatılmalı ve bu süre zarfında çocukların aileleri emniyet açısından takip edilmeli, haklarında kısıtlamaya gidilmelidir.
Etnik ırkçılık bir hastalıktır ve bu hastalık, onun gelişmesine izin verilerek tedavi edilemez. Onu tedavi etmenin yolu da çocukların kafasında onu ahlâkî olarak mahkûm etmekten geçer.