- Kategori
- Felsefe
Evren ve insan

Bir Recep Öğüt fotoğrafı (www.milliyet.com.tr)
Uzaya baktığımızda sınırlarını göremiyoruz. Uçsuz bucaksız. Madde ve enerjinin çeşitli şekil ve renklerini görüyoruz. İsim verilmeyi bekleyen bir çok yıldız, gezegen, uydu var. Açıklanmayı bekleyen bir çok oluşum ve gelişen olaylar var.
Herşey, duyu organlarımızın ve araçlarımızın yeterli olmadığı devasal oran ve uzaklıkta. Biz insanlar ulaşabildiğimiz canlı türünün en gelişmiş yapısını oluşturuyoruz. Bu özelliğimiz fiziksel olarak kendimizi değiştirmektense çevremizi kendi ihtiyaçlarımıza göre değiştirmemiz, şekillendirmemiz.
Hayal gücümüz zihnimizde evrenin örneklemini oluşturma çabamızın olduğunu göstermektedir. Uzay ve sınırlarını öğrenemediğimiz sürece yapay bir örneklem ve tahminler dizisi oluşturmaya devam edeceğiz. Edindiğimiz bilgilerden bilinmeyene doğru giden basamaklar oluşturuyoruz.
Uzay hakkında her edindiğimiz yeni bilgiyi, önceleri temeli atılan ve hala devam eden bilimsel şekil ve diller ile kendi şeklimize çevirip anlamlı hale getirmeye çalışıyoruz. Bu da bize anlaşılması ve kullanılması zor bir hale dönüşerek bütünün parça bilgilerine bir ömür harcama zorulunluğu getiriyor. Doğa ve uzayı öğrenme biçimleri bir insan duyu algı ve şekillendirmesine göre yapıldı ve hâlâ öyle devam ediyor. Bu durum uzay hakkında bu zamana kadar elde edilen ve elde edilecek bilgileri insan zihnine eski şablona yeni bilgileri eklemek gibi zor bir çabayı getirmektedir. Ulaşılan bilgi fazla, onları derleyecek ve bir bütünlük içinde sunacak sistemler eski ve dar durumda.
Bilgisayar ve internet sistemleri bu konuda iyi bir araç olmasına rağmen sistem ve yöntemlere ulaşmak için doğal gelişimine bırakılmış gibi görünüyor. "Dere, akar yatağını bulur" veya "Gündem otursun, fikirler durulsun" örnekleri gibi. Yeni fikir ve olgular teknoloji pazarına yoğunlaşmış durumda. Keşfedilmiş yeni bulgu ve veriler sümen altında sırasını bekliyor adeta. Çağımızın Merlin'leri ve Nostradamus'ları gizlilik içinde sessizce çalışıp teknoloji bütünün parçalarını üretmekle meşguller. "Bizi izlemeye devam edin" dercesine. Daha fazla gezegen mühendislerine ihtiyaç var.
Ülkemizde bilim insanı bolluğu olmasına karşın birey ve toplum hayatını kolaylaştıracak ve geliştirecek yeni bilgi, fikir ve icatlar konusunda hiç de hızlı bir ilerleme göremiyoruz. Görünen o ki bu insanlarımız öncelikle iyi yaşam isteklerini gerçekleştirmeye odaklanıyorlar. Amacını gerçekleştirenler ise zaaflarının tatmini peşindeler olsa gerek. Bilim insanlarını daha okuldayken günümüzün sorunları hakkında sorular sorulup hazırlanmalı, akademik başarının yarışı değil, branşların gereksiz detaylardan arınarak ana konular üzerinden günümüzdeki bilgi sınırlarına ve sorunlarına geniş bir şekilde bakmalarına teşvik edilmelidir. Yüzyıl önceki bilgiler yumağında ve karmaşıklığında bırakılmayıp, son ortaya konun veri ve bilgiler ışığında gündemi görmeleri sağlanmalıdır. Ne başını kitaptan kaldırmayacak ağır, ne de sistemi sıfırlayıp eski sistemlerin bayrağını taşıma menfatine ve yanılgısına itecek kadar serbest olmamalıdır. "Uygulamasız ve gündemsiz bilim, ilhamın terkettiği bir sanatçı gibidir." Bilim merkezleri bilgilerin tekrarlandığında yeni sorularla gelen yeni deney ve araştırmalar üretmeli. Branşta dağlarca birikmiş öğrenilmeyi bekleyen bilgilerin yorgunluğu değil, damıtılmış ve demlenmiş bilgiler şeklinde genç zihinlere günümüze bağlayacak güncel sıcaklığında ve tazeliğinde sunulmalı. On sayısına varmayan temel soru kipleri (beşN birK) neden çoğalmıyor aynı kalıyor, zorunlu muyuz değiştirmemeye ya da şartlandık mı ? Zaman kavramları hala aynı mı kaldı, bir yanda devasa bir evren bir yanda mikroskopik evren. Ağırlık ve uzunluk ölçülerimiz aynı mı devam edecek evrenin gerçek ölçülerini anlamak için ?
Uzaya baktığımızda aslında geçmişi seyrediyor gibiyiz. Şu an gördüğümüz yıldız ve sistemleri onlara ulaşana kadar değişmiş olacağı için öyledir. Her an orda olabilseydik ne olurdu ? Tabi ki biz de geçmişin bir parçası olurduk bu korunmasız ve dünyaya bağımlı halimizle. Bir grup insan orada ve sağ olsaydı bile iki önemli özelliğe ihtiyacı olurdu. Birisi toplu yaşamanın verdiği sevgi ve bağları, diğeri ise iletişimde bulunup o anki durumun anlatabilmek yani paylaşma isteği. Sevgi ve onu arttırma yolu olan iletişim (bağ). Sevgi bağları.
Doğa ve uzayın değişimini sağlayan dört temel kuvvet kanunları insanda sanki birleşme, bağlılık ve çoğalarak büyümek şekilinde görülüyor. Madde ve enerji devir daim yaparak birbirine dönüşüyor. Evrene yayılarak dağılıp tekrar birleşiyor değişmiş olarak. Dört kuvvetin etkisiyle birleşme, ayrılma, parçalanma, yayılma, çarpışma gibi bir çok etkiye maruz kalıyor.
İnsan olarak neden yaşlanıyor ve ölüyoruz. Fiziksel olarak büyümeye devam edemediğimiz için. Bulunduğumuz dünya kapasitesi (fiziki kanunlar) ile bizi sınırlıyor. Beş yüz yıllık ağaçlar yavaş ve sağlam adımlarla bu sınırı zorluyorken daha hereketli olan biz insanlar hızlı gelişip hızla büyüme sınırına varıp temel kuvvetlerin dünyadaki etkisine girerek gerileme sürecine giriyoruz. Aynı şartlarda daha büyük bir gezegende olsaydık, bedenimizin dünyadaki en büyük ağaçlar kadar olabileceğini tahmin edip, zihnimizin nasıl olacağını hayal gücünüze bırakmayı tercih ediyorum.
Dünyada yaklaşık sekiz milyar insanla neden sorunlarımızı çözemiyoruz diye kendimize soralım. Çocuklar gibi hala birbirimizle oyuncakları almak ve en beğenilen olmak için birbirimizle kavga ediyor gibiyiz. Tıpkı William Golding'in "Sineklerin Tanrısı" adlı eserindeki gibi. Paylaşım ve adalet konularında hala emekliyoruz. Sanki farklı gezegenlerde, farklı türde canlılarlarız da öyle yaşıyor gibi davranıyoruz. Kıta gezegenlerindeyiz sanki ve dünyalar arası bir yabancılık var. Farklı havaları soluyoruz, yaşam ihtiyaçlarımız farklı sanki. Sevgiyi, paylaşmayı, barışı ve düzeni niye kuramıyoruz ? Ya da kurmak mı istemiyoruz ? Hala hegel'in "ben ve o" sun da mı kaldık ? Ya da hala varlığımızı kanıtlama sorgusunda mıyız.
Bilim toplum için mi, yoksa bilim için mi? Siyaset toplum için mi? Yoksa sadece siyaset için mi
Olması gereken her ikisi için de olmalı, yoksa insan olarak öyle becerimiz henüz yok mu?