Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

20 Ağustos '09

 
Kategori
Güncel
 

Ey benim

Bu yazıyı okurken elinizde bir kalem bulunsun. Değineceğim konulara katılıyorsanız, artı katılmıyorsanız eksi işareti koyun.

Meydanlarda, televizyonlarda, masa başındaki döner koltuklarında konuşanları dinliyoruz. Bir sözcük söylüyor, arkasından gelecek okkalı sözcüğü daha seçemediği için başlıyor, eeeeee, ıııııı demeye. Hele kimisi bu E’leri, I’ları bir hıçkırık tutmuş gibi söylemiyor mu?

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bacak bacak üstüne atıp, kameraya, dolayısıyla tüm o ekranı izleyenlere ayakkabısının kösele tabanını göstermiyor mu? Haydi, o da bir yana, şeyinin altındaki döner koltuğunu, bir sağa bir sola döndüre döndüre konuşmuyor mu?

Böyle manzaraları gördükçe terliyorum.

İçtiği sigarasını fiskeleyip yola atan, arkasından bir de yere tükürene çok ama çok kızıyorum.

Parkta, ya da deniz kenarında bir bankta oturmuş, bir parmağını burnuna sokmuş karıştırıyor. Öylesinden de tiksiniyorum.

Kuyruktasın, birisi geliyor, kuyrukta bekleyenleri şöyle bir kuş bakışı süzüyor, ceketinin iliğini çözüp, ellerini pantolonunun cebine sokarak müdürün veya tanıdığının veya yetkilinin yanına giriyor. İşini senden önce bitiriyor. Sen kuyrukta ”ya sabır, ya hak, nerde devlet, nerde adalet” de dur. Hoş gemisini yüzdüren kaptan ya.Ona da çok ama çok bozuluyorum.

Çıkıyor spor programına, sanki her şeyin en iyisini o biliyor. Başlıyor alçaktan yüksekten pas atmaya. İn bakayım sahaya, topa bir iki vur, bir iki pas ver, birkaç gol at da göreyim seni

Yok topu şuraya atmalıymış Emre. Kırmızı kart haksızmış, bu pozisyon kesin penaltıymış. Öyle güzel ahkam kesiyorlar ki, biraz dinleyip vazgeçiveriyorum. Ulusal maçı anlatanın bir de “Talihsiz bir gol yedik” demesi var ya. Bu golün talihlisi nasıl oluyor acaba?

Bazılarımız kibarlık olsun diye, eşek, öküz, inek, deve diyeceğimizde, önce bir güzelce ”af edersiniz” çekiyoruz. Ne var, neyi af edeceğiz? Ayı diyeceğinde “af edersiniz” diyenleri de kınıyorum.

Televizyona konuk çağırıyor, bir soru soruyor. Konuk bir iki laf söyler söylemez, sözünü kesiyor, başlıyor kendisi konuşmağa. Başlıyor kendi anlattığına kendisi gülmeğe. Ben de böylelerine bakıp bakıp da gülüp geçiyorum.

Ben sana dememiş miydim?” Ben bu işin böyle olacağını daha dibinden biliyordum zaten” laflarını sevmiyorum. Kardeşim madem bunun böyle olacağını biliyordun da neden daha önceden söyleyip, engel olmadın. Olsun da ben haklı çıkayım diye mi? Olmadı işte. Hiç bir iyi işin sonunda birisinin kalkıp da ”Ben bu işin böyle olacağını biliyordum” dediğini duymadım zaten.

Bayramlarda, önemli günlerde Atatürk anıtına çelenk koyduk. Bu çelengi iki kişi tuttu, ben de bir köşesinden tutar gibi yaparak yerine koyduk. Ben o çelengi yalnız başıma kaldıramaz mıydım? Şimdi, tek başıma kaldırıp yerine koyabileceğim çelengi, niçin üç kişi taşıdık diye düşünüyorum.

Bir de yabancı sözcükleri matah bir şeymiş gibi kullananlara içerliyorum. ”Binaenaleyh” diyeceğine bundan böyle deyiver. Benim erişteme, makarnama niye spagetti diyorsun. ”İtalyan şeyi” daha mı tatlı? Çöreğime “croissant” demek de neyin nesi. Ha bakıp, ”Adam ne de olsa Avrupa görmüş” diyeceğiz, yamulup büzüleceğiz önünde.Yok öyle şey, bu kadar ucuz değil cahilliğim.

Kırmızı ışık dur, sarı ışık hazır ol, yeşil ışık da geç, öyle değil mi? Işıklarda arabanla bekliyorsun, sarı ışık daha yanar yanmaz, arkadaki basıyor kornayı. Dur be kardeşim, yeşil yanıversin hele geçeceğiz, gideceğiz. Tabakhaneye bok mu yetiştireceksin.(Eskiden deriler taze hayvan pisliğiyle tabaklanırmış. Tabakçı çırakları da sabah erkenden kalkar taze pislikleri bir an önce kapmak için yarışır gibi koşarlarmış. Tabakhaneye bok yetiştirmek de oradan kalmaymış.) Böyle korna çalan bana sövmüş gibi geliyor. Ama inanın ben sövemiyorum

Ayıptır söylemesi” diye başlayan söze gıcık oluyorum.”Ayıptır söylemesi, bugün akşam yemeğinde balık yedik ” Söyleyeceğini söyledin, yiyeceğini yedin, ayıp olan ne. Ayıp ayıp.

Hakeme itiraz eden futbolcuya da bir türlü akıl sır erdiremiyorum. Hakemin kararından dönmeyeceği kesin olarak belli. Öyleyse niye itiraz ediyorsun?

Pazarda alışveriş ediyorsun.”Bunun fiyatı ne kadar”diyorsun, “Ha onun fiyatı mı, şu kadar lira ama, size şu kadar fiyata olur” diyor. Lafa bak lafa. Satıcıyı tanımıyorsunuz. Neye dayanarak ”size şu fiyata olur” diyebiliyor. Bana birisi böyle derse ondan alışveriş etmiyorum.

Sizlerin de düşündüğünüz daha nice örnekler vardır. Şimdi koyduğunuz artıların eksilerden daha fazla olduğunu görür gibi oluyorum.

Hepinize teşekkürler, sağ olun var olun. Ey benim işçim, ey benim köylüm, ey benim memurum, ey benim emeklim, ey benim dul ve yetimim, ey benim çiftçim, ey benim esnafım, ey benim...

Ne buyurdunuz efendim. (Bu efendim sözcüğü de gıcık. Ama neylersin öğretmen-devlet memuru olduğumuzdan, alıştığımız bu sözcüğü dilimizden bir türlü atamıyoruz, ne dersiniz efendim!)

 
Toplam blog
: 165
: 646
Kayıt tarihi
: 16.02.09
 
 

Recai Şahin: 1941 yılında Fethiye- İncirköy'de doğdum. İlkokul köyümde, ortaokulu Fethiye'de okud..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara