Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

29 Mart '11

 
Kategori
Anılar
 

Eyjafijallajokull

17.04.2010 Paris Normal olarak bu saatlerde havalimanında paketlerimi ve bagajlarımı görevliye teslim edip “gümrüksüz” alış-verişimi yapmam gerekiyordu. Hayatta plansız yaşayamayan “ben”in , “ben”den kaynaklı bir şekilde plan bozmalara yeni yeni alışmaya başlaması bir yana; elimde olmayan sebeplerle planlarının bozulması yüreğimin gene (ama gene) dolmasına yol açıyor. Şu an baharın en güzel günleri yaşanıyor Paris’de. Ne sıcak, ne soğuk… Her yer yemyeşil. Zor geçen bir kışın ardından, patlayan hormonlarla beraber insanlar nehir kenarında, parklarda, çimenlerin üzerinde sere serpe yatıp sevişiyorlar. İçiyorlar. Gülüyorlar. Baharın en güzel tarafı ise insanları yalnız bırakmaması… Fransız, yabancı herkes gülüyor. Ben de gülümsüyorum. İçimden mi dışımdan mı karar veremiyorum. Gülüyorum işte. Bu kadar güzel koku, kadın, manzara karşısında, bu tarz durumların arasına karışmak ister istemez mutlu ediyor beni. Bütün bu güzellikleri ben de sevdiklerimle beraber, paylaşarak yaşamak isterdim. Böyle güzellikleri zamanında paylaşamamak beni bencil yapıyor. Çiçekler beyaz, pembe, sarı, yeşil açılmışken; müzik sesleri arasında gene de biramı bu şehrin kirli sularına bakarak çimenler üstünde yudumlamak keyif veriyor bana. Her şeyden önce de bu güneş! Ağlaması gereken ruhumu güldürüyor. Çocuklara bayılıyorum. Her durumdan nasıl bir çığlık veya heyecanlı gülümseme/hıçkırık çıkarıyorlarsa… 

Aslında bu tarz mağdur durumlara düşen bir kişi değilimdir ben. Normalde dünyadaki felaketler, savaşlar, cinayetler karşısında durduğum bilgisayar ya da elimde tuttuğum gazetede gerçekleşir. Şu volkan felaketi ve Paris’de mahsur kalmak dokunuyor içime. Hoş Paris’de de nasıl mahsur kalınırsa ben de öyle mahzurum (!) Karşımda bir grup Amerikalı kızın bakışlarının mahsuruyum ben! Faydalanıyorumdur belki de (!) Sahi mahsur kalmak derken dün başıma gelen olaya güleyim mi ağlayım mı karar veremiyorum. Öncelikle şunu söylemek istiyorum: “Tartare de Boeuf”ün üstüne bir yumurta kırılmış yarım kilo top kıyma olduğunu bilemezdim. Müslüman olmak “gâvur” olarak atfedilen bir ülkede zor zanaattır. Hele öğrencisi olduğunuz ülkenin “yemek” kategorisindeki yabancı kelimelerine hâkim şekilde o ülkenin dilini konuşamıyorsanız. “Tavuk mu bu” veya “bœuf” mü bu demek, yemekhane görevlilerinin size “ ya sabır” çekmelerini izlemek, onların o kaba ve alaycı ses tonlarına muhatap kalmak iştahınızın kaçmasına yeterli olur. Hâlbuki suçlu ne benimdir; ne de onlardır. Bize “devlet”i; “siyaset”i öğretirken “patates”in Fransızcasını öğrtemeyen öğretmenlerimizindir. Üçüncü dünya ülkesi vatandaşı olmak burada bile sizi vurur işte. Güçlü bir karaktere sahip bir adam olduğumu söyleyemem. Kibarımdır kendi çapımda. Bu kibarlığım bazı yerlerde başıma bela olmasa bile içinden çıkılmaz durumlar yaratır. Yukarda da belirttiğim gibi “Türk”seniz hayvan muamelesi görürsünüz kendini gelişmiş gören bazı (!) Batılılardan. Bir de sizi soykırım yapmakla, işkenceci olarak itham edenler vardır. Onlara ise tek cevabım “benim hayatımda elime silah dahi almadığım” olur. Hoş, askere iki yıl kaldı. Sevgiyle büyümüşseniz bütün bu taşlar gelir yüreğinize çöker. Yanımda bağıra çağıra konuşan millete mahsup yazarın da dediği gibi “Ezilirsiniz” (!) 

 
Toplam blog
: 37
: 541
Kayıt tarihi
: 03.06.10
 
 

2011 Sorbonne Üniversitesi (Paris-IV) Modern ve Yakın Tarih Doktora •2009-2010 Sorbonne Ünive..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara