Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Kasım '07

 
Kategori
Dilbilim
 

Faili meçhul...

Faili meçhul...
 

Konfüçyüs'e sormuşlar "Bir memleketi yönetmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?" diye... Büyük düşünür şöyle cevap vermiş:
-Hiç şüphesiz, dili gözden geçirmekle işe başlardım. Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz.Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur.Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.

Bu yazım > da dahil, toplam da beş ayrı < örnek-köşe-merdiven-politika="">> metin ile konu hakkındaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum...

Güneş-Dil Teorisi, 1936-38 yıllarında Türk Dil Kurumu'nun kuvvetle sarıldığı inanış...

Teorisyeni, Gazi Mustafa Kemal Atatürk..!

Atatürk'ün hassasiyetle, hatta ve hatta vefatı gerçekleştiği anda dahi "Dil, aman " diyerek ebediyete intikal ettiği "Milli hatıramız" olan konu...

Kurucusu olduğu Türk Dili Araştırma Kurumu'nun, Dil Bayramı sebebiyle, kutlama amaçlı tebrik ve teşekkürlere cevap yazısını, Anadolu Ajansı vasıtası ile iletirken, öztürkçe diye önerilen kelimeleri kullanma hassasiyeti göstermiş...

Ankara, 27 (A.A.) Riyâseti cumhur Umûmî Kâtipliği'nden gönderilmiştir:

Dil bayramından ötürü, Türk Dili Araştırma Kurumu Genel özeğinden, ulusal kurumlarından bir çok k u t u n b i t i k l e r aldım. Gösterilen güzel duygulardan kıvanç duydum. Ben de kamuyu k u t l u l a r ı m. Gazi M. Kemal

...şeklinde ifade bulmuştur.

Ancak;

Yukarıdaki kutlama mesajı 26 Eylül 1934 tarihli olup, 1937 yılında 27 Eylül günü yayınlanan teşekkür yazısı...

"Dil Bayramı münâsebetiyle, Türk Dil Kurumu'nun hakkımdaki duygularını bildiren telgraflarınızdan çok mütehassis oldum. Teşekkür eder, değerli çalışmanızda muvaffakiyetinizin temâdisini dilerim" K.ATATÜRK (Türk Dili Belleten. Sayı 23-26, 1938)

...şeklinde olmuştur!

Burada en basit manada vurgulanan gerçek; öztürkçe, millileşmiş bir dilin, " öz " denilerek, "fukaralaştırılmış " halinin kendisi tarafından reddedildiği ve ısrarla, " Güneş-Dil Teorisi " üstünde çalışılmasının gereğidir.

Gereklilik!

Yaşadığımız coğrafyada, sınırları belirlenmiş bu toprak parçasının sıfatı " Vatan ", yaşayanın sıfatı " Vatandaş " olsa da aslı " Millet " dir...

Millet kültür paylaşımıyla edindiği birikimi uygarlık ile dengelerken, bütünü oluşturan her kişinin diğeriyle uyumunu " Dil " sağlar...

Tek ve güzel bir dil!

Türkçe ne orta asya'dan gelen bir kavmin kısıtlı birikimine, ne de asırlar boyu içinde Türkçeleşmiş kelimeler dışında; benimsetilmeye çalışılan harici dilin/dillerin harfi-sesi-musikisi-matematiği-mimarisine ait bir/bin kelimenin esareti altında kalacak bir dil değildir.

Türkçe, bir İmparatorluk dilidir!

Bu hamaset yüklü bir anlamla söylenmiş bir ifade şekli değil, İngilizce’nin, Fransızca’nın, Arapça’nın tarifi yapılırken, Türkçe'nin de bir fiil dahil edildiği yerdir.

Kısa bir kaç örnek verelim...

İngilizce’nin kelime yapısının temelinde %25 Germen, %75 Latin ağırlığı var ise, İngilizce’yi, özleştirelim diyerek, "Latin" ağırlığını kaldırır yerine de < 125.000="" kelimenin="" %75'inden="" bahsediyoruz="">> yeni kelimeler uydurur koyabilirseniz, "Özingilizce" yaratırsınız ama William Sheakspere artık İngiliz Edebiyatının olmaktan çıkmıştır, geri döndüremezsiniz.

"Fuzuli" nin Türk Edebiyatından atılması ile aynı durumdur...

"Nazım Hikmet" Türk Edebiyatının bir değeri ve sevilen bir şairi ise; Bu onun mazisinden aldığı kuvvetle başardığı bir gerçeklik, milletinin içinden çıkan seslere kattığı musiki ve mimaridir...

Yani aslında dil'i dil yapan, millet’dir..!

Musiki/müzik demiştik ya; "Batı ülkelerinde de unutulmaz örnek şairler ve nesircileri vardır. Böyle şairler için cümlelerle mısrâlar bir musiki parçası; kelimelerle heceler, birer nağme ve birer notadır." N.S.Banarlı.

Fransızca’ya ve Fransız şiir lisânına hizmetleriyle tanınmış Malherbe...

Malherbe, Fransızca’yı, yüksek ve çok güzel sesli bir dil, şiir dili yapmak için çalışmıştır. Bu sebeple; bıraktığı mirası ona sadece klasik Fransız şiirinin kurucusu sıfatını vermekle kalmamış, "Fransız şiirinin babası" gibi çok önemli ikinci bir sıfat daha yüklemiştir.

Kelimenin kökünün nereden geldiği değil, fransızcalaşmış olması, halkın içinde benimsenen ve kullanılır olması, kelimelerde ses farklılığı ile sonuca gidebilmeyi hedeflemiştir. Türetme/Uydurma kelime değil, halkın içinde yaşayan kelimeleri tercih etmiştir.

İyi hoş güzel de, bu zatı bu kadar önemli ya da esprili kılan ne?

Dünya şiir tarihine mal olmuş bir olay!

Verdun Belediye Reîsi'nin genç yaşta ölen Rose:Gül isimli kızı için Malherbe bir mersiye yazıyordu. Bu yazım çok uzun sürdü. Belediye Reîsi, mâtemini unuttu, hatta, vakti geldi, Reîs de bu dünyadan ayrıldı.

Şiir tamamlanmıştı..!

Malherbe'e;

-İyi ama, sen bu şiiri Belediye Reîsi'ni tesellî için yazmıştın. Halbuki artık ortada tesellî edecek bir kimse kalmamıştır.

Malherbe'nin cevabı;

Kabâhat bir şiirin yazılacağı zaman kadar yaşayamayan Belediye Reîsi'ndedir.

Şiirden bir mısra...

Et rose elle a vescu ce que vivent les roses

"Gül, bir güldü ve güller kadar yaşadı"

E, o, e, a, ü, ö, ö, i, e, o üst üste gelen iki ayrı "ö" sesi dahil, hiç bir ses iki defâ tekrarlanmıyordu. Ses, musiki, mimari...

"Gül" Farisi/Farsça kökenli bir kelime olsa da ses değişikliği ile Türkçeleşmiş, Türkçe bir kelimedir.

Farsça’sı "Gul"...

Çevirisi yapılan mısra ya...

"Gul, bir guldu ve guller kadar yaşadı"

...şeklinde çeviri yapılsa?.. aman olmasın..!

"Gül" öztürkçe değil, olmasın...

Binlerce yıldır " Gül ", ne olsun, kırmızı, çok sayıda yapraklı ve aynı zamanda dikenlerine dikkat edilmesi gereken tabiat bitkisi mi?

Bu şuna benzemez mi?

Türk bir milletin ismi/sıfatıdır!

Türkiye o isim/sıfatla yaşamaktan gurur duyanların vatanıdır!

İngilizce de Türkiye " Turkey " diye çevriliyorsa...

Turkey başındaki " T " harfi küçük yazıldığında, " turkey " yani " hindi " mânâsını alıyorsa...

Hani birileri; " güle güle " yerine " gule gule " misali, özümüzü-ne olduğumuzu unutup " gulu gulu " dememizi mi bekliyor...

Faili meçhul... Köşe!

Söylenirken bile insana hayatıyla ilgili bir çok anı arka arkaya hatırlatabilecek, anlam yüklü bir kelime, köşe...

İşi şakaya vurup, yaz köşesi, kış köşesi diyerek geçiştirmekte mümkün, Türk Sanat Musikisinin/Müziğinin üstün yorumcusu, Zeki Müren'i anmak da mümkün...

Türkçe'nin, kökeni farklı bir dile ait olup da, eşsiz güzellikteki kelime hazinesine ses farklılığı, musiki ve en sonunda mimari katarak Türkçeleştirdiği bir kelime...

Bu kelime köken itibariyle Fârisî/Farsça olup, Türk milletinin içinde, kah yontularak, kah ses farklılığı ile müzik katılarak, ifade ettiği yerin anlamını herkese sevdirerek, bizden, bize ait bir kelime olmuştur.

İyi de aslı nedir?

Guuşe!

Bize ait olmayan hali ile söylendiğinde yaz guuşesi, kış guuşesi, aman aman söylenmeyesi...

Bir kelime bu kadar önemli olabilir mi?

Açıklamaya çalıştığım kelimenin değil, kelimenin milletin emeği ile aldığı şekil/şekiller, hayatımıza kattığı, katmaya devam ettiği değerler...

Guuşe, köşenin ifade ettiği keskin dönüş, bitiş ve farklı yönde ilerleyen hat/hatlar v.s. veremeyecek kadar yuvarlak ve yumuşak bir kelime...

Bu kelime, Türk milletinin keskin zekası ile, ince düşünen, dilini seven, sevgisini musiki kattığı haliyle dillendiren bir kültürün, diğer bir çok kelimede olduğu gibi mimarisini usta bir yontu ile şekillendirdiği köşedir...

Kelimeleri bir daha boşanmamak üzere evlendirmek gibi güzel bir geleneği, zorlama-dayatma v.s. değil, erken evlilik de değil, uyumsuz alakasız yaşlar ve zamanlarla anlam mana farklılıkları uyumsuz evliliklerle de değil, sevgiyle-sanatla-isteyerek bir arada yaşatmayı başarabilen bir dildir Türkçe...

Mesela; Köşeyi, başla evlendirip Köşe başı halini almış şeklini bilmeyen var mıdır?

Evimizde, misafirler için ayırdığımız, çok özel ağırlamalar için saklı tuttuğumuz baş köşe, hani salonumuzda ki, aile büyüklerimize ayırdığımız yer..?

Kapmak dediğimizde; hemen aklımıza geliveren, köşe kapmak, çocukluk dönemimizin köşe kapmaca oynamak hali, kimin hafızasının bir köşesinde yer almamıştır ki?

Çekilmek dediğimizde; hani ununu eleyip eleğini asmış olanın bir köşeye çekilmesi, yaşlılığın sempatik haliyse; o yaşlılığı yaşayanın, önünüzden geçerken, yolundan çekilmek, kendi köşenize çekilirken, onun köşesine çekilmesine gösterilen saygı ifadesi olarak bilinmedi mi?

Köşeye geçelim, şu köşeye kurulalım dediğinizde, hayatınızda bu güne kadar kaç köşenin varlığı olduğunu hatırladınız mı?

Üçgenin aslı üç köşeli, dörtgenin aslı dört köşeli, altıgenin aslı altı köşeli dediğinizde, tarife yetersiz mi kalıyordu?

Mahallenin şişmanı Ahmet'i tarif ederken "Ağzının köşesi yok, bedeni dört köşe, kim mi, bizim Ahmet yahu..." diyerek gülerken, o güne has şaka/latife olsa da, bu günden o güne baktığınızda, hem olanı anlatan hem de kahkaha attıran Ahmet, bugün bidon Ahmet olduysa, eksiklik köşe kelimesinde mi..?

Duvar ustası, duvarcılıkta, köşeler için yontulan taşa, köşe taşı adını verirken, bir dil aliminden değil, millet olmanın kültüründen gelen birikimle bu ismi vermiştir...

Hani çocukları severken ciğerimin köşesi! diyerek heyecanını, sevincini gösterirken, sevdiğine yazdığı mektupta, köşe başında, saat altıda, unutma sakın ciğerimin köşesi! derken anlatmak istediği çocuksu bir aşkın ifadesi olabilir mi?

Öyle ya, evlenirken, mobilya seçerken, ev, oda, sofa köşelerinin döşemesinde (Dekorasyonunda) kullandığı sedire, kanepeye köşelik diyen, Fârisîler miydi?

Sokaklarda isim tabelaları henüz yerleşik değil iken; Köşe başlarındaki boyaları hatırlayarak "Otuz adım sonraki mavi köşeden sola dön, kırk adım gittin mi yeşil köşeye gelirsin, sağından devam et, yirmi adım sonra Hilmi beylerin kapısının önündesin, köşeli kakmalı kahverengi ahşap kapılı evdir hem şerim" tarifi çok mu yabancıdır..?

Derdini anlatırken; "Bir köşede kalmak" diye başlayıp, "böyle köşede bucakta kalmak" diye açılıp, "biliyorum çareyi köşede bucakta aramak yanlış" diye kapatarak, hayatının köşe taşlarını tarif eden, derdini dillendirdikten sonra eve döndüğünde, evin rahat ettiği köşesine, bucağına benim köşem diyerek, orada ayrı bir sıcaklık bularak çekilmedi mi?

Ünlenmek, nam salmak anlamında, "Dünyanın/ Memleketin/ Şehrin her köşesinde senin adın var" derken, kişiye yaşadığı hayatın, geldiği aşamanın bütünleyen tarifi yapılmadı mı?

Yazmak, bir köşe de yazmak, köşe yazarı olmak...

Böyle anlam yüklü bir kelime ile yazmak, yazar olmak; ikisi bir arada; güzel olduğu kadar zor, zor ki ne zor bir köşe...


Faili meçhul...Merdiven!

Yöresel olduğu kadar bilinen bir deyimle "Hay diline kurban olduğum" diye başlayan, sıcacık sohbetlerin dili Türkçe'nin, asırlardır içinde güzelleştirdiği kelimelerin söylettirdiği özdeyişler...

Bazen de bir çok şeyi, çok kısa sürede, çok az kelime ile anlatabilmeyi sağlayan fıkralar...

Adamın biri > arkadaşına seslenmiş:

-Eyne... Güca... Kançerû?...

Öteki, hiç tereddüt etmeden cevabı yapıştırmış:

-Fevka... bâlâ... yûkarû!...

Bu konuşmada kullanılan, ilk üç kelimenin olduğu satırdaki her kelime "Nereye?" suâlidir.

Cevaben seslendirilen satırdaki üç kelimede "yukarı" demektir.

Bu durumu ilginç kılan; Birinci kelimeler Arapça, ikinciler

Acemce, son kelimeler ise yakınlığı sebebiyle anlaşılmıştır, Türkçe...

Aslında bu fıkranın kültürel olarak aktardığı çok farklı bir açılım daha vardır ki, o da İmparatorluk dilidir...

İmparatorluklar sadece toprak değil, halk kitleleri ve kültürlerini de kendilerine katarlar. Bu katılımda oluşan ortak yaşam-medeniyet-kültür birbirinden karşılıklı çok şey alır verir.

En önem verileni de Dil'dir...

Fıkrada vurgulanan durum, Türkçe'deki synonyme > zenginliğindedir Kelimeler arasında ses-harf-kurgu farklılığı olsa da, üç dil arasında anlam bütünlüğü sağlanmış, bu günlük hayatın neşesine katılmıştır...

Çok mu önemli?

Diyelim ki birisini "adam" kelimesini kullanarak anlatıyorsunuz; tercihinizi sonrasında "kişi" kelimesinden yana kullandınız. Eğer adam kelimesini bir daha kullanmamak üzere bir tercih yaptıysanız; bu sizi farklı bir konuda, benzer bir tercih yaptığınızda zora sokacaktır..!

Şöyle ki; Hesap yerine aritmetik kelimesini tercih ettiniz > ve hesap kelimesini bir daha kullanmama yönünde hareket ettiniz.

Yanınızda çalışan bir elemanınıza, işiyle ilgili bir konuda, "aritmetik sormak için çağırdım" mı diyeceksiniz?

Ya da "aritmetik görmek için çağırdım"..?

Hatta yemek yediğiniz bir lokantada " Garson, aritmetik lütfen" diyerek mi bedelini ödeyeceksiniz yediğinizin...

Peki; "Mehmet, senin aritmetiğin kuvvetlidir, muhasebeci depo hesaplarını sordu, yarına kadar yetişmesi lazım, sonra maliyeciler hesabımızı görüvermesin, şu depo hesabını bir toparla aslanım" dediğinizde, "hesap" kelimesini hafızada taşımak çok mu ağır bir yüktür..?

Ya da; yazık-günah, doğru-dürüst, kılık-kıyafet, köşe-bucak, sorgu-sual, yanyana kullanılırken, üstelikte keyif alınırken, sinonim, kelime fazlalığı ağırlık yapmıyorsa, diğer örneklerde niçin yapsın..?

Aslında, "Dil" fakirleştikçe ağırlaşır, zenginleştikçe hafifler..!

Meselâ, gönül kelimesi: kalp, yürek, yüreğin manevi varlığı, duygu, his, tesir, sevgi, aşk, ibtilâ, istek, arzu, heves, hüzün, endişe, razı oluş, cesâret fedâkârlık, ahlâk, tabiât, hatır, mide v.b. daha bir çok mânâ ifade eder halde kullanılır, "birleşik kelime" saltanatı içerisinde yaşar.

En eski hali K ö n - k ü l' dü. K ö n ğ ü l sesini aldıktan sonra g ö n ü l sesini aldı ve bu sesi Türkiye Türkçe’si verdi.

İlk rastlanılan yer VIII. asırda, Türk yazarı, Yoluk Tigin, taşa kazınan cümlesi...

" T a ş t o k ı t d ı m, k ö n g ü l t e g i s a b ı m ı n... b i t i d i m "

Taş yontturdum, gönüldeki sözümü yazdırdım, diyor.

İşte gönül kelimesinin son yontusu Türkiye’de, Türkçe ile yapılmış, Türk dilinde ebedi yerini almıştır.

Ola ki bu kelime dışlandı...

Gönül dolusu, gönül çekmek, gönül vermek, gönül yapmak, gönül almak, alçak gönüllülük, gönül eğlendirmek, gönlü açılmak, gönlü olmak, gönlü dolmak, gönlünü etmek, gönlüyle oynamak, iki gönül bir olmak, gönlü kalmak, gönül kırmak, gönülden kopmak, gönülden korkmak, gönülden sevmek, gönlünce sevip gönlünce yaşamak, gönül oyunları, gönül yücelikleri, gönül duyguları, gönül şarkıları, gönüllü, gönülsüz, Gönülleşmek, gönül zenginliği, gönül inceliği, gönlü ihtiyarlamak, gönül açıklığı, gönül ferahlığı, gönül gönül...

Ne kaldı ki, der gibi oldunuz değil mi?

Hay diline kurban olayım diye başlayıp, kısacık kelimelerle oluşmuş fıkrada ki anlam derinliğinden; bir kelimenin kaybının sonuçlarına değindiğimizde, "bir kelimeden ne olur?" dediğinizde, " Gönül " den mi söylüyorsunuz diye soracak olsam; anlamını bilmiyorsanız, sohbet de sıcaklığını çoktan yitirmiştir zaten...

Sohbet dedim de; neverd-i bâm!

Fârisî de tavana yükselen kıvrım, basamaklı yol, kısacası merdiven.

Yine Fârisî de yolların ve yolculuğun güçlüğünü gidermek için yolda bir arkadaşla konuşa görüşe > yürümeğe de -Türkçe'de yol merdiveni diyebileceğimiz- konuya has bir deyim kullanılır idi.

Arapça da merdivenin bir adı da mi'râc'dır. İslâmiyet sonrası, çoğunlukla, Hazret-i Muhammed'in Tanrıya yükselişi manasında kullanılmıştır.

Bizdeki merdiven hali edebiyatımıza n e r d b â n sesiyle işlenmiş...

N e r d ü b a n ahengi Türkçe ile verildikten sonra, zamanla

m e r d ü v a n ve m e r d ü v e n sesini almış, en son ve güzel haliyle m e r d i v e n olarak Türkçeleşmiştir.

Sesi ile, musikisi ile, mimarisi ile merdiven Türkçe’dir.

İlginç bir ayrıntı (Mi'râc ve merdiven yakınlığı)...

Keçeci zâde Fuad Paşa, yurt dışından gelen misafir ve diplomatların yoğun olduğu bir toplantı esnasında, kendisiyle sohbet etmekte olan, koyu Hıristiyan bir diplomattan bir soru almış:

-Sizin peygamberiniz, Allâh'a yükseldiği doğru mudur?

-Evet ekselâns.

-Peki hangi merdivenle?

-Gayet basit, ekselâns, sizin peygamberiniz Hz. İsâ'nın göğe çıkarken kullandığı merdivenle!..

Hal böyle iken; Hani gönül kelimesi dışlandı var sayalım demiştik ya; her kelime, o dilin mimarisinde yükselen binanın, katmanları arasındaki geçişi sağlayan merdivenin birer basamağı ise; kaybolan her kelime, merdivenden eksilen bir basamak olacaktır.

Hele ki Türkçe'de; örnek kelimemiz olan gönül ve onun gibi kelimeler çıkarılırsa, Türk dili için inşa edilen, asırlardır devam eden bir binanın, katları arasındaki merdivenden kaç basamak atılır, varın hesabını siz yapın...

Böyle bir tehlike mi var?

Onu bana değil...

I love you, aşkım!

Je taieme, bi tanem!

Ich liebe dich, fıstığım!

...diyenlere sormanız lazım.

Yakın zamanda, merdiven de, eksilen basamaklar sebebiyle, aşağıya inişte sorun olacağını sanmıyorum ama; Y û k a r û...

Faili meçhul... Örnek!

Osmanlı imparatorluğunun içinde, döneme > içerik olarak müdahil olan devşirme nüfusun, "Avrupâî edebiyat olmazsa olmaz" şeklindeki ısrarı sonucunda, milli edebiyatımızı anasız-babasız bırakma küstahlığı, kültürde sonradan oluşacak krizlerinde kökeni olan dönem...

Tanzimat ve sonrasının yok saymaya gayret ettiği en önemli şahsiyetlerden birisi, Fuzûlî'yi, Türk saymayan bir anlayışında olduğu dönem...

Fuzûlî, yaşadığı dönem itibari ile büyük bir şair, kendini ilme adamış ve ihtisas yapmış, bir bilen, Türkçeci, bir Türk Dili Milliyetçisidir.

Fuzûlî, Arapça Divân'ı, Farsça Divânı daha başka eserleri olduğu gibi; milli hassasiyet ve milli haysiyetle kaleme aldığı çok sayıda Türkçe eseri de vardır.

Döneminde, Kerbelâ Şehidleri için, bu sefer Türk dili ile bir Şehidler âbidesi inşâsını tasarlar.

Endişesi vardır; "Gerçi Türk diliyle bu vakaların beyânı kolay değildir. Zirâ (Türkçe’nin, henüz) bir çok sözleri zayıf ve ibâreleri işlenmiş değildir. Ancak ben, erenlerin himmeti ile, öyle umuyorum ki bu Türkçe kitabı bitireceğim" der...

Akabinde, Türk Dili Tarihindeki en güzel duâ kabul edilen seslenişini Allah’a...

Ey feyz-resân'ı Arab û Türk ü Acem

Kıldın Arab'ı efsah-ı ahl-î âlem

Etdin fusahâ-yı Acem'î Îsî-dem

Men Türk-zeban'dan iltifât eyleme kem

...şeklinde yapmıştır.

"Ey, Arap, Acem ve Türk milletlerine feyiz veren Tanrım!.. Sen, Arap kavmini dünyânın en fasîh konuşan milleti yaptın! Acem fasîhlerinin ise sözlerini, İsâ nefesi gibi cana can katan bir güzelliğe ulaştırdın! Ben Türküm ve Türkçe söylemek istiyorum! Tanrım benden iltifâtını esirgeme! "

Bu duâ, bu yakarış, Türkçe yazmada kişisel kusuru eksiği/ Türkçe’nin eksikliği kusurunun düzeltmesi talebi değildir...

Konunun özü, " İltifât " kelimesindeki saklı anlamdadır...

Fuzûlî, Tanrısından, Türkçe’yi, Arapça’dan da Farsça’dan da güzel ve üstün kullanmada yardım talep etmektedir..!

Başarmış, yardım almış mıdır?

Yıl 2007, aylardan Kasım, hali hazırda kendisinden bu şekilde bahsediyor olmamızın sebebi başka ne olabilir ki?

Yani, Fuzûlî Türk Dili Edebiyatı, Türkçe, Türk-dili milliyetçisi olarak örnek bir şair, örnek bir edebi şahsiyettir.

Bu ırkçı bir yaklaşım değil mi?

Biraz önce bir kelime kullandım "Örnek", biraz inceleyelim mi bu kelime nedir, ne değildir diye..?

Bir dönem Farîsî/ Farsça n ü m û d â r'a karşılık Türkçe örnek sözü olduğu ve sözlük yazılışında kullanıldığı iddia edildi ise de, yakın döneme kadar iddianın kendisi ya da farklısının açıklandığını işitmedim...

Tarih olanı anlatır/ anlatmalı, olmayanlar üzerine tarih yazmaya kalkarsanız, dünya tarihini, dünya kültürlerini deforme edersiniz; bundan çıkarı olabilecek tek bir mecra vardır; uygarlık! demiştim...

Örnek sözü, Türkçe'ye Ermenice’den gelip Türkçeleşmiştir.

Mesela kelimesi ise, dilimize, ondan çok daha önce, Arapça’dan gelip Türkçeleşmiştir.

Kökü Arapça olduğu için atılıp yerine bir kelime türetmek başarı ise, örnek kelimesi de aynı sebeple atılmalı yerine yenisi türetilmelidir.

Kökü de eki de Türkçe olan bir kelime bulmak; bu kelime halkın da benimseyeceği bir kelime olursa, güzel olduğu kadar doğru da olabilir, ayrı konu...

Bir dönem görenek'den değişmiş dendi. Ancak Türkçe'deki kelime değişimi kaidelerine uymadığı görülünce vaz geçildi.

İyi kelimesinde olduğu gibi...

Edgü, ezgü, eyyü, eyü, eyi

...bilinen en eski Türkçe'den gelmiş son hali " iyi " dir.

Örnek kelimesi Ermenice orinag'dan Türkçeleştirilmiştir.

Tarihe bakıldığında..!

Gök-Türk Kitabeleri’nde, Eski Uygur metinlerinde, Oğuz Kâğân Destanı'nda yoktur; Kutadgu Bilig, Atebetü'l-Hakaayık, Dîvân-ı Hikmet gibi eserlerde de yoktur; Dîvânü Lûgaati_t-Türk'de (XI.asır), İbnü Mühennâ Lûgati'nde (XIV.asır), Kitabü'l-idrâk li-Lisânü'l_Etrâk'de (XIV.asır), El Kavânînü'l Külliye'de (XV.asır) yoktur; Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan "Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü 1-4" de de yoktur; Dede Korkut Kitabı'nda, Yûnus Emre Dîvanı'nda yoktur; Karaca Oğlan, Kâtibî, Kuloğlu, Kul Mustafa, Aşık, Emrah, Derdlî ve sair saz şairlerinin şiirlerinde de yoktur.

XIII. asırdan XIX. asra kadar, tespiti mümkün kılınmış Türk Dili Edebiyatının hiç bir eserinde olmayan, kullanılmayan bir kelime...

Bu kelime aslen, kökten Türkçe değil, Arapça ve Farsça’dan da Türkçeleşmiş değil, son asırlarda Türkçeleşmiş, öncesinde mahalli kullanılmış, sonrasında sözlük ve nihayetinde edebiyatta rastlanır olmuştur.

Fuzûlî ile örnek kelimesini yan yana getiren bir anlayış, kuru bir ırkçılıkla suçlanabilir ise, sorun yok...

Ancak;

Hüseyin Kâzım bey, Büyük Türk Lügati(C.1 S.371)inde de yazdığı gibi; Orinag telâffuzu ile Ermenice’de çok eskiden beri kullanılan bir sözdür ve orinag'ın Türk Halk telâffuzunda örnek sesini alması, dil ve telâffuz kaidelerine tamâmiyle uygundur, sorun yoktur!

Paschal Aucher, Dictonary, Armenian-English, Armenian Academy of S.Lazorus, Venice, 1821, S.624: Orinag-example, model, type, form, sample, plan, project; Orinag_imn- for example.

Yani orinag kelimesi, Ermenice’de: Örnek, model, tip, şekil, nûmûne, plân, proje v.b. mânâlarında bir kelimedir.

Orinag_imn ise; > örneğin şeklinde türetilmiş, meselâ'nın yerine dilimizin içine iteklenmiştir.

Örnek bize ait, biz olan, Türkçeleşmiş bir kelimedir; örneğin devşirtilmiş, bize ait olmayan hali ile giydirilmiştir.

Orinag_imn- for example'ı karşılar bize ait olan kelime

m e s e l â'dır.

Niçin?

Kelimenin kökeni ile devam eden ayrı kelime ve anlamlar...

Orinagavar (Şekil almış)

Orinagan (Hukuki)

Orinagel (Resmetmek, şekil vermek, kopya etmek)

...olduğundan.

Bize ait olan; orinag kelimesindeki ses değişimi ile örnek olan halidir, ö r n e ğ i n bize ait değildir; orinag_imn yumuşak g kullanılarak devşirtilmiş, anlam yüklemeye çalışılmış halidir, benimsetilmeye çalışılan kelimenin anlamlı ve bize ait olanı, esası ise m e s e l â'dır.

Bize ait olan, devamlılığı ise kelime evlilikleri ile sağlanmış...

örnek almak, örnek olmak, örnek çıkarmak v.b.

...kullanılmıştır.

Türkçeleştirilmiş, dilimiz içinde en yabancı bir kelime de olsa, anlamı saklı kalarak, ses değişikliği ile milli ses ve söyleyiş içinde Türkçe, bizden bize ait bir kelime olmuştur.

"Örneğini çıkarmak" bir anlam ifade ediyor< k,="" ğ="" ile="" yer="" ve="" ses="" değiştirerek="" anlamı="" koruyarak="" değişiyor="">> ; Örneğin dediğinizde, başlı başına bir anlam ifade eden kelimedir denmek isteniyor ki, bize ait değil, olmadı, olmamalı; olan olması gereken m e s e l â'dır...

Alman şairi Goethe...

-Bir dilin kudreti, kendini, yabancı olan şeyleri atmakta değil, onları yutup hazmetmekte gösterir.

...dediğinde, konumuza ışık tutabilecek bir cümleyi dile getirmiştir.

Yani örnek, Türk dehasını temsil eder haldedir; örneğin dehayı reddeder haldedir...

Daha net ifade etmek adına; Arapça’dan, Acemce’den, Yunanca’dan, Latince ve başka dillerden de gelip, hem ses hem mânâ bakımından Türkçeleşmiş her kelime Türkçe'dir, Türkçe’nin güzelliği, dehası, sanatı, mimarisidir.

Türkçe; Fuzûlî bizden (Türk) değil der atarsanız, Türkçe'den örnek Ermenice’den kök alan bir kelime, Türk değil der atarsanız, meselâ, misal Arapça-Farsça kökten, bizden değil der atarsanız, yerine m i s a l e n, m e s e l â, ö r n e k olarak kimi neyi koyarsınız..?


Faili meçhul... Politika!

<ı>Nihad Sami BANARLI,

<ı>" Dil işi ciddi bir ilim ve ihtisas işidir. Bu işle birtakım amatör mâcerâ adamları < ben="" (kahvaltı="" sofrası)="" dahil="">> değil, linguiste denilen, dil âlimleriyle, milletlerin edebiyat sanatına gerçek hizmetleriyle tanınmış, üstad, hattâ klasik yazarlar meşgul olur. Aynı işi, ilimlerine, ihtisas ve sanatlarına milletçe itimâd edilmiş, bu îtimâda şahsî ahlâk ve fazîletleriyle hak kazanmış kimselerden kurulmuş bir dil ve ilim akademisi yürütür.

<ı>Böyle bir akademinin, hiç bir "Politikaya" boyun eğmeksizin, en ciddi metodlar ve sistemli çalışmalarla, dil ve ilim prensipleri dâhilinde tedvîn ve teklif edeceği kelime ıstılâhlara bütün milletin sevgisi ve îtimâdı olur.

<ı>Bunun dışında yapılan ve yapılacak her hareketin, yine tam bir hüsranla netîcelenmesi tabiidir." Türkçe'nin sırları, 6.baskı, 1982.

Hayatını Türkçe'ye, Türk diline vakfetmiş, Türk diline sayısız kıymet de hizmeti olmuş, ebedi bir değer, hatırası saklı bir dost, Nihad Sami BANARLI...

Dil İnkılâbı...

Gayesi;

"Türkçe’mizi, muâsır medeniyetimizin önümüze koyduğu bütün ihtiyaçları karşılayacak bir mükemmelliğe erdirmek"

"Türk dilini fakirleştirmek değil, zenginleştirmek, ilkel basitliğe götürmek değil, en geniş kültür mefhumlarına erdirmek"

"Temel unsurları öztürkçe olan, milli bir dil yaratmak"

"Bütün bunları yaparken, en güzel, en âhenkli Türkçe'ye bağlı kalmak düstûrunu aslaa gözden uzak tutmamak"

(Türk Dili Bülteni'nin 3.sayısı- Türk Dili Belleten'inin 1938 tarih 31-32 sayısı- 3 numaralı bülten C fıkrası)

Sayın Sanarlı'nın açıklaması, Dil inkılâbı'nın hedefleri ve amaçları, hepsi ama hepsi; sonraki kuşaklara ve bizler eli ile bizden sonraki kuşakların, nesillerin, Türk dilinin binasının inşasına katkısı olacak her kesimden her kesin, kuvvetle sarılması gereken emanetler...

Birde, bu kutsal emaneti bizlere son nefesinde bile hatırlatan, Atatürk var ki; Yıl 2007, aylardan Kasım, ve onun vasiyetine sahip çıkıldığını gösterir emarelerin azlığı, insan olan insanı derin bir yalnızlığa itiyor.

<ı>Güneş-Dil Teorisi...

<ı>Güneş-Dil teorisi, bütün eski dillerin, güneş karşısındaki ilk duygu, düşünce ve heyecanlarından doğduğunu düşünür, Türk dilinde güneşle ilgili kelimelerin çokluğuna ve eskiliğine dikkat eder: Türkçe'nin en eski bir dil olduğu kanâatini isbâta çalışır.

<ı>Türkçe'nin, bir kaynak dil olarak, başka dillere, târihin en eski asırlarından beri çok sayıda kelime vermiş bir dil olması ihtimalini dikkate alır. Bu kelimeleri araştırır. Bulabildiği nisbette bir dil ferahlığına, bir gönül huzûruna ulaşır. Evvelce, başka dillerde bizim verdiğimiz bu kelimeleri, yine o dillerden alarak, kullanmamızda bir mahzur olmıyacağı kanâatine varır.

<ı>Böylece, Türkçe'ye başka dillerden gelmiş ve Türkçeleşmiş bütün kelimeleri, Türkçe sayarak, öztürkçecilikten doğan büyük dil keşmekeşini, hem de milli rûhu incitmeden önlemeye çalışır.

Bu gün yada bu güne kadar yapılan bu mudur?

Evet budur şeklinde kesinlik ifade eden bir beyanda bulunmak, asgaride benim için mümkün değil..!

Neden?

O dönemde > Ankara Dil-Tarih Fakültesi'nde yıllarca Güneş-Dil teorisini ders olarak okutan İbrahim Necmi DİLMEN, Atatürk'ün vefatından sonra bu derslerini birdenbire kesmiş ve kendisine bu mevzûda suâl soran talebesine: "Güneş öldükten sonra, onun teorisi mi kalır?" diyerek, şaka yüklü bir cevap vererek konuyu kapatmış ama; cevaptaki çaresizlik ifadesi, Atatürk'ün emanetine karşı yapılan, utanılacak bir davranış bozukluğudur ve savunulacak bir tarafı da yoktur...

Bir hatırlatma ile devam etmek istiyorum...

Dünyâ edebiyâtında kâfiye'yi, hele cinaslı kâfiye'yi icâd eden ilk dil olarak Türkçe, bir mecazlar ve cinaslar lisânıdır. Bir kelimeyi sayısız farklı mânâ da kullanma zevki, bunu yaparken de bittiğinde de ortaya çıkan > dehâsıdır, keyifle seyrettiği dehâsından yansıyan zenginlik, dillinin imparatorluk dili olmasındandır.

Dünya tarihi boyunca "Medeniyet" sahibi bir millet, sadece ilk dili ve yalnız öz dil üstünden bunu başarmış olsun, görülmüş müdür; Eski Yunan-Lâtin devrinde, Eski Asya Medeniyetlerinde, Müşterek İslâm Medeniyeti çağında, Müşterek Avrupa-Amerika Medeniyeti asırlarında, bütün milletler diğer milletlerden kelime almış, kelime vermiştir.

15.000, evet en az O N B E Ş B İ N başka dillerden Türkçeleşmiş kelimelerin, hali hazırda Türkçe içerisinde yaşadığının tespiti, bundan 30 yıl önce yapılmıştı.

Yunanca'dan, İtalyanca'dan, Arapça, Acemce, Ermenice ve başka bir çok dil...

(câme-şûy) - Çamaşır

(Çehârşen-bih) - Çarşamba

(Penc-şenbih) - Perşembe

(Hevâ) - Hava

(Külbe) - Kulübe

(Aya-Nikola) - İnegöl

(Adriyanopolis) - Edirne

(Pâre) - Para

(Pârçe) - Parça

(Perde) - Perde

(Anatolia/Anatolos) - Anadolu...

İspanyolca ve Portekizce'deki Arapça kökenli kelimeler, kalın ciltli bir ansiklopedi oluşturacak kadar yoğun.

Fransızca ile İngilizce'nin birbirleri içine girmiş hali...

İngilizlerin, İngilizce için " Bahtiyardır o İngilizce ki onda her dilden kelime vardır " cümlesi...

Bu, aynı zamanda şu da demek oluyor; Bu durumdan en büyük fayda İngiliz halkı, İngilizce ana/yan lisanı olan halklara yansıyacak, kültürün kattığı ile uygarlık sunumunda ki hareket kabiliyeti en üst düzeye ulaşmış olacaktır.

Japon halkı ve kültürünün ne kadar gelenekçi bir yapıya sahip olduğu dikkate alındığında, Japonya bile; Avrupa halklarının dilinden çok fazla sayıda kelimeyi, geçtiğimiz asırda alarak "Japoncalaştırmış", kendi dili, kendi sesi, kendi âhengi ile mimarisini tamamlayarak, " Japonca kelime " olarak kullanma yönünde başarı sağlamıştır.

Biraz önce İngiliz halkı, İngilizce ana/yan lisânı olan halkların yakaladığı avantajı; aksi yönde kullanma kabiliyetini kazanmada sergilenen yaklaşım, üstelik iktisadi açıdan baktığınızda son derece başarılı da olmuş bir atılım...

Bu gün sınırlarımız > harita üzerindeki çizili alandan ibaret görülebilir; aslında sınır/vatan sınırları, Türkçe'nin yaşadığı, Türkçe kelimelerin yaşadığı, Türkçeleşmiş kelimelerin yaşadığı toplumlardır; bittiği yer sınırımızdır...

İngiliz İmparatorluğu "Güneşi batmayan İmparatorluk" diye sıfatlandırılırken; Dünya üzerindeki kara parçalarından, üstünde etkisi mevcut bulunan ülke/halklar, siyasal-politik ve eskiye dönük sömürgelerinden sebep > olduğu gibi bir düşünce, algılama hataya götürür; Dil bu sıfatın oluşmasında, en önemli, belki de tamamına hükmeder bir haldedir...

Dil, uluslar arası ilişkilerde, özellikle iktisadi ilişkilerde yarattığı fayda açısından boyutu sınırsız bir araçtır. En bilinen halide ürün-reklam stratejisidir...

Mesela; Bir sabun ürettiniz, ürününüzü ülke sınırları içerisinde satılır ve tanınır bir marka haline getirdiniz; asgaride çevre/bölge ülkelerinde de satılır ve tanınır bir temizlik ürünü olmasını hedeflediniz...

Eğer çevre/bölge ülkelerle geçmişinizden gelen bir dil birliği yada dilde kelime alış verişi var ise; tanıtımda kullanacağınız kelime, aynı dildeki alış veriş gibi; uzun süreli, uzun soluklu, keyifli, başarılı, ürün ortadan kalkmadığı sürece alış verişin de sonlanmayacağı bir coğrafyada; kültürün katkısı ile uygarlık alanında hakimiyet yakalarsınız...

Ürüne, Köpük ismini verdiniz!

Bu kelime düşündüğünüz coğrafyada, köken olarak bilinen bir kelime ise; ses, âhenk, uyum karşılıklı bir etki bırakıyorsa, anlatırken zorlanmazsınız!

Ama bunu sanal dünyada adres ismi olarak kullanmanız gerektiğinde "www.kopuk.com.tr" gibi " k o p u k " bir durum ortaya çıkar ki, derdinizi anlatamazsınız..!

Sizde kekik kelimesini seçin!

Kokusu, baharat oluşu, doğal, bilinen, tanınan; adres ismi olarak da sorunsuz...

Hani M.F.Ö. müzik gurubunun solisti > "Şapkasız çıkmam ağbi" diyerek, konserlerde, kafasındaki "saç sorunu" na esprili bir yaklaşım göstermişti ya...

Bir de şapka sorunumuz var!

Mesela; "Ahmet A.Ş. nisan sonu yeni karını açıklıyoruz" diye, bir gazetede başlık görsek ne deriz?

-Bak edepsizliğe, size ne adamın yeni karısından, ne iş yapmış onla ilgilenin, çık çık çık..."

Ya da; "manasız manasız konuşma! anlamsız mı dedin? "

Hani "Muppet Show" diye kukla karakterler ile yapılan bir eğlence programı vardı; orda çok sık tekrarlanan bir melodi ile...

mana mana > düp düp düü dü dü

mana mana > düp düp düü dü dü

(aradaki -sız- orkestradan gelen büyük zil sesidir)

...tekrarlanan bir parça, bayağıda güldürür bir hareketliliği vardı.

Bizim kelimelerimizdeki şapkaların kalkması sonucunda yaşanan komiklikteki gibi bir durum olmasa da, oyuncular kukla, program İngilizce, konu komedi de olsa, İmparatorluk dili; Güneş-Dil teorisi söz konusu olunca, "P o l i t i k a' d a ş a p k a s ı z l ı k" Güneş tepede olunca yakıcı olabiliyor, traji-komik sonuçlar, güneş gibi olmasa da doğmaya ve yaşamaya devam ediyor...

"Ş a p k a s ı z l ı k k ö t ü a ğ b i"

Saygılarımla

 
Toplam blog
: 72
: 1708
Kayıt tarihi
: 09.08.07
 
 

"Beklentiler denizinde boğulmaktansa, gerçekler ve gerçekleşenler nehrinde yıkanarak arınmayı tercih..