Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Temmuz '08

 
Kategori
Okullar
 

Fin mucizesi

Fin mucizesi
 

Kaliteli eğitim için yeniden yapılanma..."


Yeni eğitim ve öğretim yılı, en iyi temennilerle başladı. Milyonlarca öğrenci, kendi ve ülkesinin geleceği için yarış atı gibi ebeveynlerinin “ Başarıya endeksli “ hayat beklentilerine, ezbere dayalı seçenekler üzerinde cevap vererek yerine getirmeye çalışacaklar.

Ülkemizdeki eğitim sorunlarını birçoğumuz biliyoruz. Küreselleşme olgusunun bütün dünya toplumları üzerindeki baskısı yadsınamaz. Hani hep deriz ya, “ Dünya artık küçüldü, neredeyse bir köy halini aldı. Bir tuşla sınırlar ötesi, bileşim ağı ile evlerimizde. Şirketler büyüdü. Devletin elindeki işletmeler, sistem gereği el değiştirdi. Artık şirketler, süper elemanlar peşinde, hem de işsizliğin kol gezdiği dünyada verdikleri az ücret ve uzun zaman çalışma dilimlerinde.

Eğitim demiştik.

Ben, Türkiye’nin tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda vermiş olduğu bağımsızlık mücadelesinin bir benzerini de Eğitimde vermemiz gereğine inananlardanım. Yani, bu Eğitim Savaşı’nı hiç zaman kaybetmeden tüm kurumlarımız ve bu işe gönül veren herkesçe başlatılması lazımdır. Bu şarttır! Bu kaçınılmazdır.

Ülkemizdeki birçok okullarımızda, özellikle kaliteli eğitmenlerimizin olmayışı ve kendilerini yenilemede üstün gayret göstermemeleri sonucunda, çok kalabalık sınıflarda, öğrencilerini de fikirlerini beyan edebilen, yorumlayan ve yaratıcı bir şekilde yetiştirememektedirler.

İşte size Finlandiya. Kuzey kutbuna yakın, soğuk, ancak eğitim sistemi ile sımsıcak bir ülke. Bu ülkenin Eğitim Sistemi’nden bahsettiğimde, ülkemizdeki eğitimle ister istemez karşılaştırma yapacaksınız. Bu ülke, bizim ülkenin yarısı kadar. Ancak üzerinde 5, 1 milyon insan yaşamakta. Yani bakabilecekleri kadar çocuk yapıyorlar. On beş yaş seviyesi PISA, yani uluslar arası proje yarışmasında 2000–2003 yıllarında Finli öğrenciler, dünyanın en iyileri arasında yerlerini alarak birinci oldular. Bundan sonraki yıllarda da bu ödülü almaya aday ülkeler arasındalar. Bu nedenle, dünyanın çeşitli ülkelerinden öğretmenler ve eğitimciler bu gizemli eğitim dünyasının peşindeler. Türkiye’den yetkililer gitti mi, bilinmez. Oysaki bu konuda çok ciddi bir heyetin orada araştırma yaparak, bizim ülkemize model olarak uygulanması, belki de geleceğimiz için birçok köklü değişikliklere de parmak basmış olacaktır.

Neler mi olmuş? Buyurun İzlemeye;

Finli çocuklar, yedi yaşından başlamak üzere zorunlu eğitimleri dokuz yıl sürüyor. Altı yaşındaki birçok çocuk, okul öncesi eğitimlerini alıyor. Eğitim sistemi, öğrencilerin ekonomik ve sosyal durumlarına bakılmaksızın herkese eşit öğrenme hakkı sağlıyor. Normal eğitim kalitesi yüksek olduğundan özel okullara ve dershanelere burada gereksinim duyulmuyor. Bizde ise; özel okul ve dershaneler enflasyonu var.

Finlandiya’da öğretmenler iyi eğitimli, motivasyonları yüksek ve saygı gören kişiler. Birçoğu değil, hepsi de lisansüstü eğitimlerini almışlardır. Sınıf öğretmenleri ise, pedagojide (çocuk eğitimi), branş öğretmenleri de kendi alanlarında uzmanlaşmışlardır. Öğrenme ve öğretme onlar için bitmiyor. Öğretmenler, öğrenmeye ve ileri seviyede dersler almaya, yani, herkes öğrenci olmaya devam ediyor.

Burada ikinci önemli bir nokta da, Finlandiya’da belirli bir eğitim programı olmasına karşın, okullar büyük ölçüde bağımsız hareket edebiliyorlar. ( Ülkemizde uygulanabilir mi, düşündürücü, çünkü eğitim sistemini de politize etmeyi de iyi becerenlerdeniz.) Öğretmenler, ders malzemeleriyle istedikleri gibi hareket etme özgürlüğüne sahipler. Kendilerini bilginin tek aktarıcısı olarak görmüyorlar. Amaçları, öğrencileri kendi kendilerine düşünmeye yöneltmek. Bizde ise, “ Çıkarın defterlerinizi yazın ve söylediklerimi ezberleyin” komutuyla, Osmanlı’dan bu yana eğitim sistemimizin “ İtaatkâr kul” yetiştirmek olduğu, bunun içinde ezberciliğin neden bu kadar değişmez bir kural olduğu ortadadır. Düşünen ve kendini ifade eden öğrenciler yetiştirebiliyor muyuz?

Finlandiya Eğitim Seyahatine devam edelim.

Kendisini ifade eden öğrenciler demiştik. Evet, burada, öğrenciler bir sınıfta her seviyede öğrenci olacak biçimde gruplandırılıyor. Öğretmenler, hızlı ve yavaş öğrenebilenleri bir arada eğitebilme yeteneğine sahipler.

Sınavlar, öğrencilerin korkulu rüyası. Ülkemizde yılsonuna kadar yapılan sınavların sayısı oldukça fazladır. Sınavlarda geçen zaman ve not üzerindeki yorumlar ve öğrencilerin üzüntüleri ve motive bozuklukları öğrencileri ne kadar derse yönlendirdiği düşündürücüdür. Oysaki Finlandiya’da öğrenciler bu sendromu yaşamıyorlar. Yalnızca yılsonundaki sınavlara katılarak, yıl içinde kendilerini öğrenmeye yoğunlaştırıyorlar.

Öğrencilerin yalnızca okullardaki yaşamları değil, okul dışındaki yaşamları da eğitimlerine paralellik teşkil ediyor.

Nasıl mı?

Finli bir çocuk aslında okula başlamadan okumayı çoktan öğrenmiş oluyor. Yabancı yapım çocuk programlarının birçoğu alt yazılı olduğundan, çocuklar televizyon izlerken, okumayı da öğreniyorlar. Ülkenin gelişmiş ve düzenli olarak kullanılan halk kütüphane sistemleri var. Her öğrenci okulda ücretsiz olarak öğle yemeği yiyor. Tipik bir Fin okulunda öğrenciler, günlük işlere de yardımcı oluyorlar. Örneğin, mutfakta aşçıya, bahçede bahçıvana yardımcı oluyor. Görevlilerle birlikte çöp topluyorlar, çiçeklere, kütüphanelerle, geri dönüşüm programı ve akvaryum gibi birçok faaliyetlerle ilgileniyorlar. Okuldaki görevliler, bu sırada öğrencilere gözetmenlik yapıyorlar. Sonuçta, çocuklarda sorumluluk bilinci ve yaptığı işlere karşı saygı oluşturuluyor.

Evet, okurlarım, kısaca böyle. Şimdi, bizler nerelerde yanlış yaptığımızı, sanırım eteklerimize dökülen taşlardan anlamışızdır. Mustafa Kemal olmak üzere Cumhuriyeti kuranların, eğitimi, hem Cumhuriyetin, hem de demokrasinin alt yapısı olarak kabul ettiklerini şimdi daha iyi anlıyoruz. Laik ve demokrasinin, et ve tırnak gibi, bir birleri için ne kadar önemli olduğu düşünülürse, Cumhuriyetin ilk 27 yılı içindeki devrimci atılımların önü karşı devrimlerle kesilmemiş olsaydı, bugün, yukarıda bahsettiğimiz “Fin Eğitim Sistemi” benzeri ile Türk toplumu, kişi başına yılda 25 kitap okuyan, bilim ve teknolojiyi ara mal olarak değil de, onu üretebilen, dünyada başı dik, terörden arındırılmış, sosyal adaleti yakalamış, örf ve adetlerinden taviz vermeden, Finlandiya’daki gibi, 23, 700 Euro kişi başı gelir ile borçsuz bir ülke olurduk. Bunun sonucunda da; yere tükürmeyen, magandası olmayan, saygın seçmen sıfatıyla, kendisine layık kaliteli politikacıları seçen kültürlü bir birey olarak dünyadaki yerini alır, gençlerimizde, eğitimde dünya birinciliklerinde gururla başı çekerdi. Çünkü bu zekâ Türklerde fazlasıyla mevcuttur.

Bu haftaki yazımı uzatmak istemiyorum ancak, Türkiye’deki Belediye’lerin yaptığı israflardan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Bir önceki “ Bu Ne İhtişam” başlıklı köşe yazımda da bahsettiğim gibi, çevrenize bir bakın, Belediyelerin şehri güzelleştirmek adına borçlu bir ülke olduğumuzu unutarak ve eğitimimizin yeri belliyken harcanın paraların nerelere gittiğinin hesabını bilmiyoruz.

Bakın Finlandiya’daki belediyeler neler yapıyor?

Finlandiya’da eğitimi finanse etme sorumluğu devlet ile yerel yönetimler arasında bölüşülmüş. Devlet % 57 sini, Belediyeler ise, %43’ünü karşılamaktadırlar. Temel öğretim ücretsiz olup, Yerel yönetimler, her çocuğa yaşadıkları yere yakın bir okul yeri tayin etmekle birlikte belirli kısıtlamalar uygulanmasına karşın, aileler kendi tercih ettikleri okulu seçme konusunda özgürdürler.

Bütün veliler, şu günlerde okullardan gelecek yıllık aidat miktarlarının beklentisi içindeler. Bu konunun ortadan kalkması için Belediyelerin bir an önce Finlandiya örneğinde olduğu gibi eğitimi finanse etme işine ortak olması gerekir. Bunun için de, T.B.M.M.’ne bir an önce, kanun teklifi verilmelidir. Zaten verdiğimiz vergiler dolaylı olarak bütçeden Belediyelere aktarılmaktadır. Her yıl yaşanan ve Milli Eğitim Bakanlığı’nca sözde alınmaması istenen, ancak birçok velinin vermek zorunda kaldıkları aidatlar, su faturalarının içinde “ Eğitime Katkı Payı” olarak makul bir ölçüde verilebilinir. Bu sayede sınıflarda para toplama ve kermes adı altında yapılan faaliyetlerde ortadan kalkarak, öğrencilere de eğitim zamanı kalmış olur.

Fransız devrimci Danton, “ Ekmekten sonra, halkın ilk gereksinimi eğitimdir” derken ne kadar haklı olduğu ortada. Dört seçenek üzerinde zamanla boğuşan öğrenci yetiştirmek yerine, yorum yapan, düşünen, düşündüğünü ifade edebilen ve tartışarak konuşan çocukları görebilmek için, politikacılarımızın ve eğitim uzmanlarının bir an önce, uçaktaki yerlerini ayırtarak, özetini verdiğimiz “ Fin Eğitim Sistemi”ni inceleyerek, ülkemize monte etmenin başlangıcını yapmalıdırlar. Bunu gerçekleştirmek, ülkemizin dünyadaki ufkunu açacağı gibi, çağdaş ülkelerin bulunduğu konuma da getirecektir. Atatürk’ün söylediği gibi, “ Yurtta barış, dünya’da barış” ilkesiyle, hiçbir ülkeyi sömürmeden ve dünya barışına katkı sağlayarak.

Sevgiyle kalın,

Eğitimsiz kalmayın. Ertuğrul ERDOĞAN

<ı>erterd@msn.com

<ı>2007 - Bursa

<ı>Kaynak 1: İnönü ünv. Bilim ve Eğitim

<ı>Topluluğu: İlk ve orta

<ı>Öğretimde eğitim sorunları.

<ı>Kaynak 2: Deniz Sipahi’nin Satır Arası yazısından

<ı>Yararlanılmıştır.

 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..