Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Temmuz '08

 
Kategori
Deneme
 

Irgatlı zor zanaat

Irgatlı zor zanaat
 

Adıyaman'da ırgat olmak, çok yamandı çok..."


Eli, yüzü yara içindeki çocuk odaya heyecanla girdi! Korkudan dili damağı kurudu. Küçük kalbi neredeyse yerinden fırlayacaktı. Zaten uzun bir süre de konuşmadı. Kendine geldiğinde, sözcükleri ardınca ve saat zembereğinin boşalması gibi sıraladı.

“ Aney, gardaşımı akrep soktu! Tez gel. Samanlıgın önünde baygın yati!” Ahırın yanı başındaki küçük ve köhne odayı temizleyen Kezban;

“ Gene mi, bu gaçıncı ısırma. Babo nerde?”

“ Samanlıkta inege baki.”

“ Baboya çabuk seslen tez gelsin. Gardaşını hemen gasabaya götürelim. Yosa, Irazların ogli gibi Allah gorusun ölüverir !”

İkiz köyünde güneş öylesine dikti ki, neredeyse termometre patlatacak sıcaklıktaydı. Toprak, artık kendini salmış, öbek öbek çatlaktı. Abuzer, kalın kaşları arasındaki yeşil gözleri ve yüzündeki çizgilerle ter içinde tarlasının kıyıcığına oturup, toprağın yarıklarına baktı. Elinde oynadığı küçük taşları düşünceler arasında toprak aralarına bıraktı. ‘ Bu senede ürün alamazsak vah halimize! Çoluk çocuk ne yer!’ diye hayıflandı. Ahırdaki hasta inek mi bize bakacak? Sorusuyla terden bar tutmuş şapkasını çıkardı. Biraz olsun rahatladığını hissetti. Ne yapacağını bilemezlik içinde şapkasını çatlak toprağa vurup, eve döndüğünde karısına;

“ Avrat, fındıklar dalda bizi bekli. Ne yapsak, üç-beş guruş gazanmaya gurbete gideğ mi?”

“ Sen bilin herif. Baksana bu yıl guraklık bizi aç bırakcak.”

“ Hadi oyalanmada yatak, yorganı hazırla avrat!”

Dayıbaşının “Herkes gamyonetin arkasına!” bağırması kasabanın meydanında oldukça gürdü. Son bağırışıyla küçük kamyonetin arkası küçüklü büyüklü köylülerle dolmuştu. Artık dönmeye bile yer kalmamıştı. Yol ise oldukça uzundu. Günlük çok düşük yevmiye uğruna, alışılan yer ve sevdalar bırakılan gurbet yolculuğu, ırgat şehri Adıyaman’dan başlamıştı. Kamyonet, asfaltın eriyen sıcaklığında ölmüş eşek gibi yol alıyordu. Aracın hararet göstergesinin fırlamasında zorlu dağlar bir bir aşılıyordu. Şoför, kamyonetini yavaşlatıp, arka tarafa bas sesiyle bağırdı!

“ Arka tenteneyi çabuk indirin! İleride trafik ekipleri gözüki!” Tente kapandığında, içerisi zifiri karanlıktı, ama beklentiler umut doluydu. Karadeniz sahil şeridi yemyeşildi. Kıyıcığındaki deniz ise hırçındı. Güneş, henüz kendini göstermemişti. Şirin Ordu’nun kordon boyu, tıpkı tente gerisindeki birbirine kenetlenmiş bedenler gibi, dünden kalma yorgundu. Ordu’nun gecelerine ay bir başka doğmuştu. Boztepe ise, tüm heybetiyle denizdeki yakamozun güzelliğini seyrediyordu. Yörenin en önemli gelir kaynağı fındık, artık dalında olgunlaşmış, ırgat ellerin çatlak temasını bekliyordu. Adama “ Aganigi!” dedirten, kemikleri güçlendiren fındık yörenin canı, kanı, yani her şeyiydi. O, daldan toplandığında, düğünler şenlenir, horonların en güzeli tepilirdi. Gemiler yol aldıkça, yürekler bir başka bahara sevdalanırdı.

İki gün süren uzun ve yorucu yolculuğun ardından, güneş henüz denizin derinliklerinden kendisini göstermemişti. Ordu’nun dereleri de, türküde söylendiği gibi hiç de yukarı akmıyordu. Kamyonet, Turnasuyu deresinin kıyıcığına geldiğinde, nafakalar da oldukça bitkin ve perişandı. Dayıbaşının;

“ Nasıl rehat getirdiğ degil mi?” sözü alaysıydı. Bu soruya kimsenin yanıt verecek durumu zaten yoktu. Abuzer ve karısı çocuklarıyla birlikte kamyonetten indiğinde genişçe esnediler. Kol ve bacaklar, iki büklüm kilitlenmişti. Çözmek için hareketler yapıldığında, çatır - çutur sesler, sabahın sessizliğini bozuyordu. Kezban;

“ Herif, burda mı galacagız?”

“ He ya, bu çadırlarda bizim köylüler va. Onlar yardımcı olcak”

“ Ben çok sıkıştım, apdeshane nerde?”

“ Eyide çevrede heç abdeshane gözükmiki, sende geç şu çalıların ardına”

Üç bine yakın kişinin mülteci gibi kaldığı dört yüz çadıra birkaç çadır daha eklenmişti. Turnasuyu deresinin müdavim kurbağaları geceden verdiği konserlerine sabahta devam ediyorlardı. Sivrisinekler hiç de rahat durmuyor, zayıf ve yorgun bedenleri iğneliyordu. Çocuklar ise saçlarının dağınıklığı ve kirliliğinde mahsundu. Çadır, sabahın aydınlığı ile yine hareketliydi. Çadırdan, bir bir çıkan yorgun bedenler, bahçelere doğru yönelmenin rahatlığı içindeydiler. Sabahın serinliğinde kötü haber tez yayılmıştı. Yirmi bir ırgat geçirdikleri trafik kazasıyla fındık dallarına çıkamadan, çatlamış toprakla buluşmuştu.

Adıyamanlıyı, ilgilendirmiyordu; ne dünyanın sekizinci harikası Tanrıların Dağı Nemrut’ta, M.Ö. 36-72 yıllarında hükümdarlık yapmış olan Kommagene Kralı, 1. Antiochos’ adına yaptırılan anıt mezar ve heykelleri, ne Atatürk Barajı altında kalan verimli toprakları, ne de, Batman petrolünün zenginliği.

Onlar için, yazın hayalet şehir unvanlı Adıyaman’da Irgat olmak, çok yamandı çok!

Sevgiyle kalın.

erterd@msn.com ERTUĞRUL ERDOĞAN

2007 / Bursa

 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..