Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Eylül '11

 
Kategori
Yurtiçi Tatil
 

Foça

Foça
 

Gün batışı bir başkadır


 Yaz hızlı başladı. İstanbul’dan sonra Foça, ardından Didim, sonra da Ayvalık ve Cunda Adası. 20 yıldır yazlarımın bazen tamamını bazen kısa bir bölümünü Foça’da geçiriyorum. Son bir kaç yıldır da burayı merkez kılıp, özellikle Ege yöresine kısa veya orta vade ziyaretler/seyahatler gerçekleştiriyorum. Geçenlerde bizimkilere “ Pek çok yere gidiyorum, yine de bana en güzel Foça geliyor” dedim. Sonra da bunun üzerine düşündüm. Değişim ve gelişim zamanında dönüp dolaşıp aynı yere mi geliyordum? Tanıdık ve bildik olan mı hep güzel gelendi? Herkese kendi evi en rahat, kendi denizi mi girilesiydi? Tüm bu soruların cevabı ‘ evet ’ olsa gerekti. O sırada Foça ile ilgili anlatılan bir hikayeyi anımsadım.

 
Eski Foça’nın merkezinde, sokaklarının birinde, sihirli bir taş bulunurmuş. Adı Karataşmış. Kim ki sokaklarda dolaşırken bu taşa basarsa, ya buradan hiç ayrılamaz ya da sonra mutlaka Foça’ya tekrar ve tekrar gelirmiş. Anlatılana göre; bu taşın nerede olduğu ve hangi taş olduğu da kimselerce bilinmezmiş. Hikayenin doğruluk payı olabileceğini düşünsem de Foça’nın bende bıraktığı izi anlatacak başkalıklar da var sanıyorum.
 
Antik kent Phokaia adını foklardan alan Foça, Persler, Büyük İskender, Cenevizliler ve Osmanlı dönemlerini yaşamış. Attığın her adımda bunca uygarlığın izini hissediyorsun. Arkeologlar için bir cennet, kazılan her topraktan tarihi eser fışkırıyor çünkü. 19. yüzyıldan kalma taş evleri, sakin koyları, irili ufaklı adaları, Osmanlı kayıkhanesi olan Beş Kapılar Kalesi, Değirmentepe’de 18. yüzyıldan beri nöbet bekleyen Yeldeğirmenleri, M.Ö. 4. yüzyılda yapılmış Pers Mezar Anıtı, Tanrıça Kybele, Athena Tapınağı, fokların yaşam alanı olan SirenKayalıkları anlatılması gerekenler arasında sadece bir kaçı. Foklardan bahsetmişken, Foça, Akdeniz Fokları’nın korunmasında pilot bölgesi seçildi. Meşhur Badem’imizi bilmeyen kalmadı artık.
 
Yerli halka Foça’da yaşam nasıl diye sorsan “ Basit, doğal ve rahat” yanıtını alırsın. Gerçekten de ister sokaklarına, ister plajlarına bak, diğer rağbet gören yörelerin aksine, herkesi sade bulursun her anlamda. Burası bir tatil yöresi olsa da, hala, şükürler olsun ki, bir balıkçı kasabası olmaya devam ediyor. Sabah erken saatlerde yaptığın yürüyüşlerde balıkçıları, ağlarından yeni tutulmuş balıkları çıkarırken görürsün. Öğle saatlerinden itibaren de sayıları pek çok olan balık lokantalarında afiyetle yemek yiyebilirsin. Yerli halkın dostça yaklaşımları seni de Foça’nın bir parçası yapıyor. Pazarında en taze ve lezzetli meyve ve sebzelerini bulmakla kalmıyor, satışı yapan kişiyle ahbap oluyorsun.
 
Bağcılığın çok eski çağlara dayandığı, hatta Avrupa’nın ilk kez şarapla, Cizvit’lerin bu bölgenin üzümlerinden yapılmış olanları Fransa’ya götürmesiyle tanıştığı söylenir. Üzümler gibi Ege’nin vazgeçilmezi zeytinler de bereketi ile Foça’yı besler. Zeytinyağı, her batırılan ekmekte ayrı bir tat bırakır. İşte bu başkalıklar, beni her yaz buraya çeken. Rüzgarın esintisinde, denizin mavisinde, ” Günaydın” diye seslenen insanların gülümseyişinde duyduğum mutluluk, huzur, sadelik ve rahatlık. Söyleyecek söz çok olsa da iki sözcük tüm bunları anlatıyor bana kalırsa; Foça: Evim...
 
Çimen ERENGEZGİN
 
Toplam blog
: 164
: 608
Kayıt tarihi
: 08.09.11
 
 

Yazar ve Yoga Eğitmeni ..