Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

03 Şubat '08

 
Kategori
Futbol
 

Futbolda 6'mız oyulurken

Futbolda 6'mız oyulurken
 

Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) kurulmasına ilk dayanak noktası Roma Anlaşması’dır. Roma Anlaşması’nın ilgili 7. 48. ve 59. maddelerine göre, ekonomik bütünleşme, ancak “emeğin özgürce dolaşımı” ve “çalıştırmada uyruk ayrımı yapmama”yla sağlanabilir.

Olay çok ayrıntı ve detaydır, konuyu dağıtmamak için bu yazıda detay ayrıntılarından kaçınılacaktır.

Roma anlaşmasına dayanak oluşturan maddelere göre, “genelde spor özelde ise futbol’da AET üyesi ülkelerin yine AET üyesi ülkelerde serbestçe dolaşım ve çalışma hakkı vardır ve olmalıdır” tezi Avrupa Adalet Divanı’nın (AAD) önüne kadar gelir. Yıl 1976’dır. AAD, 14 Temmuz 1976’da bir karar verir: “İşçiler Roma Anlaşması’na göre serbest dolaşım ve çalışma hakkına sahiptirler, sporcu da bir işçidir, sporcuların da serbest dolaşım ve çalışma hakkı vardır”.

Fakat ulusal ve uluslararası spor federasyonları bir uluslararası hukuk kurumu olan AAD masasına yumruğunu vurur:

“Hop arkadaş, sen hukuk kurumusun, ama ben de spor kurumuyum. Spor henüz, her ülkede serbest dolaşım yapacak kadar gelişmemiştir. Bunu uygularsak, ülkelerin sporları gelişmez”.

Sporun çok önemli bir toplumsal güç olduğu, AAD kararına baş kaldırmasıyla bir kez daha kanıtlanır. Şimdiye kadar hiçbir kurumun yapamadığını, spor kurumu yapmıştır. Bir uluslararası hukuk kurumuna kafa tutmuştur. Bu kafa tutma boş da değildir. Dediğini de yaptırmıştır. AAD kararını ertelemiştir. Bir hukuk kurumunun kararı ertelenmiştir.

Ne için ertelenmiştir?

Spor için.

Sporun nesi için ertelenmiştir?

Gelişmesi için.

Ne zamana kadar?

1990’daki Bosman olayına kadar.

Jean Marc Bosman 1990 yılında AAD’na açtığı davayı 15 Aralık 1995 yılında kazanır. Zaten UEFA da bu davayı takip etmektedir. Spor kurumları, 1976’daki AAD kararını askıya aldırmış, aradan da 14 yıl geçmiştir. Bir hukuk kurumunun kararını askıya aldırmakla zaten görev de tamamlanmış, üstelik de Bosman, AAD’na dava açmıştır. UEFA 1992 yılında Bosman davası sonuçlanmadan önce yeni bir düzenlemeye gider.

1976’dan 1995’e kadar tam 19 yıl, AET üyesi ülkelerdeki sporcular, AET üyesi ülkelerde serbestçe dolaşamazlar. Bu zaman aralığında, AAD kararının ve erteletilmesinin nedenini ve sürecini iyi bildiklerinden, gerekli alt yapı hazırlılarını tamamlamak için sıkı bir program izlerler. Çünkü nasıl olsa bir gün gelecek, erteletilen karar da yürürlüğe girecektir.

15 Aralık 1995’de de Bosman davasının sonuçlanmasıyla sporcuların AET üyesi ülkelerde serbest dolaşımı artık kesin karara bağlanmıştır.

Amaç gerçekleştirilmiştir. Tam 19 yıl her türlü ön hazırlık ve alt yapı takımlarına önem verilmiş, sporcuların günün birinde o ülkeden bu ülkeye ve hatta aynı ülke takımlarının takım içindeki oyuncularının hepsinin birden yabancı olması karşısında bile o ülke sporu için bir zararının olamayacağı ortam sağlanmıştır.

Başa dönelim ve soralım:

1976’daki AAD kararına sporun ulusal ve uluslararası kurumları ne için itiraz etmişlerdi?

Yanıt verelim:

Ülke sporunun gelişmesi için.

AAD bu itiraza ne demişti?

Gerekçe doğru, bir süre askıya alalım, ülkelerin sporunu ve sporcularını baltalamayalım.

Şimdi ülkemize dönelim ve soralım:

Futbolda yabancı futbolcu sınırlandırılmasının kaldırılmasını kulüplerimiz neden istemişlerdir?

Yanıt verelim:

Avrupa’da başarılı olamıyoruz.

Soralım:

Senin takımında yabancı futbolcun yok mu?

Yanıt verelim:

Var. Ama yetmiyor. Ben hepsini yabancı istiyorum.

Hey hat….

Breh breh breh…

“Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizin niye bir Denizcilik Bakanlığı yok, niye müsteşarlık seviyesinde yönetiyoruz bu denizlerimizi?” diye sormayın artık. Bundan sonra sorulabilecek her soruya kendi kendimize yanıt verebiliriz. “Niye 28 tane deniz sporları branşından 3-5 tanesini bizim ülke tanır, sporcularımızı ise bırakın elalemin tanımasını biz bile niye tanımayız?” diye sormanın alemi var mı?

1984 yılında Dawkins adlı basketbolcunun Galatasaray Spor Kulübü’nün basketbol takımında Türk vatandaşı yapılarak oynatılması bu işin yolunu ilk açan devşirmedir. Daha sonra yine aynı kulübün futbol takımı için Fransız futbolcu Dieter Six’in Türk vatandaşı yapılarak adının Dündar Siz olarak değiştirilmesi gelir. Artık ardı arkası kesilmez bu işin. Fenerbahçe Spor Kulübü’nün futbol takımında oynayan Nijerya’lı Agustine Jay-Jay Okocha, Ali Şen yönetimince Türk vatandaşı yapılarak Muhammed Yavuz adını alır. Yine aynı kulüpte oynayan Nijerya’lı Okechukwu Uche, Deniz Uygar adını alır. 12 yıl da ülkemizde kalır.

Türkiye’den ayrıldıktan sonra bir seyahat için Türkiye’ye giriş yapan Dündar Siz’e (Dieter Six) gazeteciler hava alanında çok büyük ilgi gösterirler. Flâşların ardı arkası kesilmez, gazeteciler en iyi pozu çekebilmek için birbirlerini iterek en önde yer kapmaya çalışırlar. Bu sırada Dündar Siz’in elindeki pasaportunun Fransız pasaportu olduğunu gazetecinin biri görür ve sorar:

“Fransız pasaportu taşıyorsunuz, Türk vatandaşı değil misiniz?” .

Türk vatandaşımız (!...) Dündar Siz, öyle bir bakış atar ki, gazeteci sorduğu soruya pişman olur.

Türklük ve Türk vatandaşlığı bu kadar ayağa düşürülmeli miydi? Gazetecinin sorusu karşısında adamın o bakışı hiçbir şey söylemesini gerektirmiyordu, her şey anlaşılıyordu. Ama adam, yine de ağzından bir şeyler mırıldanır:

“Ben Fransız’ım”.

Amerika’lılar özellikle tenis’de yabancı sporcuları Amerikan vatandaşı yaparlar, kulüplerinde oynatırlar. Ama asla milli takımlarında oynatmazlar.

Biz ise, sakal traşı yapar gibi, yabancı sporcuları 15 dakikada Türk vatandaşı yapıveriyoruz. Ondan sonra da cumbur lop milli takıma.

Türk vatandaşlığı bu kadar kolay mı? Türk vatandaşlığı bu kadar basit mi? Avrupa’nın veya dünyanın herhangi bir yerinde Türk’leri bu kadar kolay ve çabuk vatandaş yaparlar mı? Yapıyorlar mı? Adamın anasından emdiği süt burnundan geliyor. Ama ülkemiz her şeyde cennet. Futbolcuların para kazanmasında cennet, vergi kaçırmada cennet, Türk vatandaşı yapmada cennet. Cennet de cennet. Ulufe dağıtır gibi dağıtıyoruz her şeyimizi. Dünyanın hiçbir yerinde borsanın yarıdan fazlası yabancıların elinde değildir. Dünyanın hiçbir yerinde devletin temel kurumları yabancıların elinde değildir. Ama bizde satılmadık hiç bir şey kalmadı. Adında Türk olan bir kurumun, yani Türk Telekom Kurumu’nun başındaki patron, genel müdür bir yabancıdır. Böyle bir şey nerede var? Bize, bizden olan ne kaldı?

Altımız oyulurken sunni başarılara ve sunni gerekçelere dayanarak feryat ediyoruz:

“Yabancı oyuncu sınırlandırılması kaldırılmalıdır”.

Niye?

“Avrupa’da başarılı olamıyoruz”.

Gelişmiş ülkelerde toplum menfaati, birey menfaatinin üzerindedir. Ama bizde tam tersi. Şimdi futbol takımlarının 11 kişilik maç kadrosunun yarıdan fazlası, yani 6 oyuncusu yabancı olabilecek. Olsun, zaten borsanın da yarıdan fazlası yabancıların elinde değil mi? Ekonomimiz de tıkırında (!...) değil mi? Bir gecede borsayı düşürüp çıkartarak bizi silkeleyen kimler?

“Olsun, yabancı futbolcu sınırlandırılması kaldırılmalıdır”.

AET üyesi ülkelerde yabancı oyuncu sınırlandırılmasının tam 19 yıl bekletilmesinin nedeni nedir? Onlar akılsız da biz mi akıllıyız?

Bir şeyi isterken, bilgi sahibi olmak lâzım. Getirisi, götürüsü nedir, neden istenir? Geçmişte ne olmuş, neden olmuş, niye olmuş sorgulaması yapılmadan kuru gürültü çıkarmak, bilgisizlik ve plânsızlıktır.

Futbolda yabancı futbolcu sınırlandırılmasının 6+2 olmasıyla, 6’mız oyulmaktadır. Acıkalım, hazır yemek yiyelim, ama yemek yapmayalım. Oh ne alâ.

Fransız ünlü edebiyatçı ve yazar Onore de Balzac’ın bir sözü vardır: “Bilginin efendisi olmak için çalışmanın uşağı olmak gerekir”.

 
Toplam blog
: 135
: 1226
Kayıt tarihi
: 11.10.06
 
 

Ankara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Öğretim Üyesi. Spor Sosyolojisi, Popüler Kültü..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara