Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

01 Şubat '08

 
Kategori
Futbol
 

Rembrandt ve futbolda 6+2

Rembrandt ve futbolda 6+2
 

Rembrandt Harmenszoon van Rijn 1606 – 1669 yılları arasında yaşamış Hollanda’lı ünlü bir ressamdı. Hollanda’lıların ulusal kahramanıdır. 17. yüzyıl Avrupa’sının en önemli ressamıdır. O’nu kahraman yapan, zamanının en önemli portrelerini yapmış olması ve resim sanatına yeni bir boyut kazandırmasıdır. Resimde ışık ve gölgenin ustasıdır.

O dönemde portre ressamlığı önemlidir. Ticaretin gelişmesine paralel olarak zenginleşen sınıf, kendini topluma beğendirmek için, ressamlara portre siparişi vermekteydi. Işık ve gölge ustası Rembrandt, diğer ressamların arasından sıyrılıp, aldığı portre siparişleriyle çok ünlü ve çok zengin olmuştu.

Karısı her doğum yaptıktan kısa bir süre sonra ölen üç çocuğunun ardından dördüncü çocuğu Titus’u doğurmuştur. Yorgun düşen bedeni verem hastalığına kapı aralayarak kısa bir süre sonra da ölmüştür. Çocuğun dadısı ile aşk yaşamaya başlayan Rembrandt’a Kilise çok kızmıştır. Affedilmesi için dadı ile evlenmesi gerekirken Rembrandt buna kesinlikle karşı çıkıyordu, evlenmiyordu. Kilisenin aforozu, resim siparişi alamamasını ve para kazanamamasını da beraberinde getirdiğinden; O’nu mali açıdan çökertmiş, satılan bütün mal varlıkları ve koleksiyonları, borçlarını ödemeye bile yetmemişti.

Bu sırada 1642’de ünlü “Gece Bekçisi” tablosunu yaptı. 363x437 cm. olan tablo çok büyüktü. Bu tablosunu halka gösterdiğinde hiç beğenilmemiş, hatta alay konusu bile olmuştu. Çünkü toplum, Kilise’nin aforozundan dolayı kendisini aşağılamak için fırsat kolluyordu. Bu tablosuna “Gece Bekçisi” adını kendisi vermemiştir. Ölümünden sonra toplanan bir komisyon bu adı vermiştir. “Gece Bekçisi” adının verilmesinin nedeni, yapıldığı zamandan çok sonra, tablonun üzerindeki boya ve verniğin renk değiştirip, sanki bir gece içindeymiş izlenimini vermesindendi. Halk arasında emir veren bir komutan ve askerleri resmetmişti. Bekçi ile hiçbir ilgisi yoktu. Resmin yapıldığı tarihte eser, geceyi de içermiyordu.

Bu arada, Titus’un dadısı ile ilişkisini bitirip bir başka kadınla ilişkiye girdi ve evlendi. Bir kız çocuğu da oldu, ama Titus’un yeri başkaydı. İkinci karısı da öldü. İyice yıkıldı. Fakat en sevdiklerinin ölümü bitmiyordu. İkinci karısının ölümünden beş yıl sonra sevgili oğlu, ilk karısının yadigârı Titus da öldü. Genç yaşta ölen oğlunun ölümünden bir yıl sonra da kendisi öldü.

Rembrandt’ın çok kısa yaşam öyküsü budur. 20. yüzyıla gelinceye kadar da Hollanda’da O’nun değeri ve önemi üzerine en küçük bir leke sürülmemiş, eserleri titizlikle korunmuş, ulusal bir simge ve kahraman olmuştur. Zamanında kendisine verilmeyen değer ölümünden sonra verilmiştir. Yapımı 15 yıl süren ve tamamen bitirilen ve ziyarete açılan Amsterdam’daki sanat müzesi, O’nun “Gece Bekçisi” tablosunun en iyi ışık alan yerden izlenmesi için, müze inşaatına yeniden bir ilave yaptırılmasına kadar gitmiştir. 1939 yılında başladığı varsayılan ikinci dünya savaşı sırasında, “Gece Bekçisi”, savaştan zarar görmemesi için, Hollanda’da uzun kanal seyahatleri ve yolculuklar yapmıştır. Bir dehlizde tam 6 yıl boyunca saklanan eser, savaş sonrasında günyüzüne çıktığında, eserde hiçbir tahribat ve bozulma olmamıştır. Tablonun büyüklüğü, hem seyahat sırasında, hem de saklama sırasında birçok zorluklar yaratmış olsa da, ulusal kahramanlarının bu ölümsüz eserine verdikleri değer, zamanında kendisine verilmeyen değerle affettirilmeye çalışılmıştır. Savaştan önce Amsterdam’daki sanat müzesinde bulunan “Gece Bekçisi”, savaştan sonra aynı yerine yerleştirilmiştir.

Futbol Federasyonu, yıllardan beri yapılan baskılara daha fazla direnemedi ve yabancı futbolcu statüsünü 6+2’ye çıkardı. Yani 6 futbolcu sahada aynı anda oynarken 2 futbolcu da yedek kulübesinde olabilecek. Bunun nedeni, sözümona futbol takımlarımızın Avrupa’da başarılı olabilmesi için gerekliydi. Buna dayanak getiren ve yabancı futbolcu sınırlamasının kaldırılmasını veya sınırlandırılmamasını ısrarla yıllardan beri isteyen kulüplerin gerekçeleri arasında en önemli neden, “Avrupa’da yabancı sınırlaması yok, bizde de bu sınırlama olmazsa Avrupa’da başarılı oluruz, değilse olamayız”dı.

Oysa kadrosunda bulundurdukları yabancı futbolcuları maç kadrolarına dahi almadıkları gibi, maç kadrosundaki futbolculardan da yedek kulübesinde oturan ve maç içinde oynamayan futbolcuları vardı. Ama olsun, yine de Futbol Federasyonu, futbol takımlarını ilgilendiren yabancı futbolcu sınırlandırmasını kaldırmadığı için “tu kaka”ydı. “Yabancı futbolcu sınırlandırılması kaldırılmalı, ama ben yine de elimdeki yabancı oyuncuları kullanmayabilirim, size ne” mantığı, ancak Milli Piyango çekilişi mantığıdır.

Milli Piyango bileti almayanın çekilişlerde para kazanma şansı yoktur. Eğer, para istiyorsanız, Milli Piyango bileti almalısınız. Bilet almayanın çekilişlerde para kazanma şansı da yoktur.

İyi de, para cepteymiş gibi, sanki Milli Piyango’da büyük ikramiye size çıkacakmış gibi umut edilen para üzerinden plânlar yapıp çok güzel hayaller kurarsanız, çekiliş sonunda size çıkmayan büyük ikramiyeyi görünce, ağlayıp sızlamanın alemi var mıdır?

“Para benimdi, ama başkasına verdiler” diye sızlanmak, cebindeki parayla mutlu yaşamasını bilmeyenlerin hüsranlarıdır. Arada çıkan küçük ikramiyeler, size devamlı ikramiye çıkacak demek değildir. Zaten o ikramiyeleri de yabancı statüsünden “hülle ve hiyle” yoluyla Türk oyuncu yaparak, “daha benim yabancı oyuncuya ihtiyacım var, bakın kadromda yabancı oyuncu limitim dolu” demenizi gerektirmez. Mantık böyle dese de “hars ve hırs” böyle demiyor. Her şeyimiz yerli yerinde, bütün statülerimiz ve kriterlerimiz tıpkı Avrupa gibi de bir tek yabancı oyuncu sınırlandırmamız mı benzemiyor onlarınkine? Neymiş, Avrupa’da bu sınırlama yokmuş, Türkiye’de de olmamalıymış. Ünlü birinin “Urfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık” demesi gibi. Bu söze ne kadar çok gülmüşsem, Avrupa’da başarılı olmamayı, kadrolarında yabancı oyuncu eksikliğine bağlayanlara da bir o kadar gülerim.

Türk futbolu ne olacak?

Türk futboluna futbolcu yetişmesi ne olacak?

Alt yapılara önem verilecek mi?

Yemek yemek isteyeceğiz ama pişirmeyeceğiz, hep hazır mı yiyeceğiz?

İstiklâl Marşı’mızı bilmeyen, Türkçe bile konuşamayan ve devşirerek Türk yaptığımız futbolculardan Milli takımımızda başarılı olsun diye medet mi umacağız?

Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti, tarih boyunca, boyunduruğu altında yaşayan farklı milletlere asimile uygulamamış, bilhassa kendi dinleri ve kültürlerini yaşatmaları için elinden geleni yapmıştır. Hal böyle olunca, ırk olarak devşirmediğimizi, şimdilerde çok çeşitli branşlarda, bilhassa futbol branşında uygular olduk. Farkımız, Avrupa ile buradadır. Sarı ırk olan Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde siyah ırk’tan vatandaşlarının olması, kendi neslinden dört beş göbek önce başlamıştır, şaşırmamak gerekir. Asimile etmişler, çok önceden devşirmişlerdir. Ama, tarih boyunca uygulamadığımız devşirmemizi, atletizm’de yaptık, masa tenisi’nde yaptık, voleybolda yaptık, hentbol’da yaptık, yaptık oğlu da yaptık. Hep hazır yemeğe konduk. Futbol’da ise çoktan yaptık.

50 milyonluk İngiltere’de, futbolun beşiği olan İngiltere’de 5 bin 500 yüz lisanslı futbolcu var. 70 milyonluk Türkiye’mizde 4 bin 500 yüz.

Bu bir çelişki değil mi? Hem bu 5 bin 500 yüz futbolcunun nitelik olarak kalitesi, 4 bin 500 yüz futbolcumuzun nitelik kalitesi ile bir midir? Okuma yazma oranlarının birim rakam olarak değeri Avrupa ile aynı mıdır? Türkiye’mizdeki birim rakamla aynı olsa bile, içeriği aynı mıdır? Futbol’umuzun ve futbolcumuzun kalitesi de aynı böyledir. Yabancı gelerek örnek olur, ama hepten yabancı, bizi alıp götürür. Tıpkı diğer şeylerde götürdüğü gibi. Satılmadık, özelleşmedik neyimiz kaldı? Hepsini yabancılara sattık. Adında “Türk” olan bir kurumun, yani Türk Telekom’un başındaki patron, genel müdür bir yabancıdır. Bu bize zul olması gerekmez mi? Bize, bizden olan ne kaldı?

Futbolumuz da satılmaktadır. Satılmasını yıllardır isteyenlerin isteği doğrultusunda satılmaktadır.

Efendim, “yarış eşit şartlarda olmalı”ymış. Avrupa, Dünya bunu yapıyorsa, biz de yapmalıymışız. Küreselleşme ucubesini bizim burnumuzun ucuna dayayanlar, Kopenhag kriterlerini de dayayanlardır. Memleketimizin üzerinde her koldan oyunlar oynanmaktadır. Sanayide, ekonomide, özelleştirmede, kanun maddelerinde, futbolda. Her şeyde satılmaya başladık. Elimize bir kova verdiler, kuyudan su çektirip bizi uyutuyorlar. Biz de depomuza su dolduruyoruz zannediyoruz. Kuyu bitince ne olacak? Ki kuyu da bitmiştir artık. Arkamızda hiç kimse yok. Ensemizi geriye çevirip bakmıyoruz. Ah bir bakabilsek, uçurumun dibinde olduğumuzu göreceğiz, ama o zaman da iş işten çoktan geçmiş olacak. Küçük bir parmak darbesiyle, cumbur lop aşağıya düşeceğiz.

Eee, yazının başında bahsedilen Rembrandt’a ne oldu?

Rembrandt’la ne alâkası var bu yazının ve futbolun? Hele de yabancı oyuncu sınırlandırılmasının?

Avrupa’da başarılı olmak için elindeki yabancıları yetersiz görüp, hele de arada çıkan piyangoları bile görmezden gelip, başarısızlıklarını yabancı oyuncu eksikliğine bağlayanların gerekçeleriyle yabancı oyuncu sınırlandırılmasının alâkası neyse, Rembrandt’la futbol yazısının da alâkası odur.

Anlayana.

 
Toplam blog
: 135
: 1226
Kayıt tarihi
: 11.10.06
 
 

Ankara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Öğretim Üyesi. Spor Sosyolojisi, Popüler Kültü..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara