Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Aralık '11

 
Kategori
Anılar
 

Geçmiş zaman olur ki...

Geçmiş zaman olur ki...
 

Görüntü, int.ten...


Hafta içi yoğun iş temposunun yorgunluğunu, hafta sonlarını  hobi bahçemizde geçirerek  üzerimizden atmaya çalışırdık.

İçinde, iklime uygun, elma ve vişne ağırlıklı, çeşitli meyve ağaçları olan bir bahçemiz vardı. Ağaçların fazla gölge yapmadığı kısımda organik sebzeler yetiştirirdik. Ne zirai ilaç ne de sun'i gübre ile tanışmadı bahçemiz., doğallarını kullanırdık.

Eve sekiz km. mesafedeydi... Araba ve ehliyetler yeniydi o zamanlar..

Her pazar hem bakımı ile ilgilenmek hem de piknik anlamında bahçede olurduk. Tepsi böreği, piknik tüpü ve çay takımları, mevsime göre domates, biber, patlıcan vs, bizim bahçe ve pazar sefamızdı...

Bahçenin bir köşesine, üç tarafını üç büyük taşla çevreliyerek ocak yapmıştık. Patlıcan, biber ve soğan közlemesinin hemen oracıktaki lezzetini sonraları fırın veya tüpteki közlemelerde bulamadım... Bahçede, açık havadaki o lezzet, hala tadı damağımda...

Ya mısır közlemeleri... Of, hatırlayınca bile, samimi söylüyorum, o lezzeti hissediyorum. :-))

Erik ağacına yuva yapmış bir kuşumuz vardı. Bahçeye gittiğimizde bizi  yarım saat kadar  süren serenadı ile karşılardı.

Hepimiz, kuşumuzun bizi görünce çok sevindiğini, seviç belirtisi olarak şarkılar söylediğini konuşurduk aramızda...

Belki de onun sevinci, sofradan kalan kırıntılar içindi kimbilir? Sonraki gidişlerimizde, kuş için bir miktar bulgur götürmeye başladım.

Mart sonunda başlayıp nisan ayı boyunca meyve ağaçlarımızın rengarenk çiçekleri, erik ağaçlarının kar yağmış izlenimi veren manzaraları görülmeye değerdi. Fotoğraf için kaçırılamaz dekor...

"Ceviz ağaçları insana uykusunu getirir" derdi kayınvalidem. Çocuklar küçük, o mis gibi tertemiz havada belki de ceviz ağaçlarının etkisiyle uyurlardı bazen.

Biz de, çapa, buda sair bakımıyla ilgilenirdik bahçenin.

Yol cephesini taş duvarla örmüştük. Ama usta işi değil, işte öylesine. :-))

Taş duvarın taşları arasında sanırım yuvası olan zararsız bir yılanımız vardı. Bizi görünce kaçar, hep aynı oyuğa girerdi.

Bir defasında uyumakta olan çocuklara yaklaştığını fark ettiğimizde çok korkmuştuk. Ondan sonra, olası bir tehlike için daha korumacı olmuştuk...

Üç sene aksamadan böyle devam etti, kuş serenatları arasındaki bahçe sefamız...

Bir gün eşyalarımızı toplayıp arabanın bagajına yerleştirirken, aceleci davranan kuş, bulgur ve kırıntılardan olan menüsünü gagalamaya başlamıştı ki ne görelim; yılan, yavaş yavaş otlarda ses ve kıpırtı yapmadan kuşa sinsice yaklaşmakta...

Yol bahçeden yüksek, bahçe duvarının dibindeki seki gibi bir yere park ettiğimiz arabadan rahat görüyoruz, kuş yem olacak yılana...

Hepimiz heyecanla bağırıp çığlıklar atınca yılan kaçtı, kuş da uçtu...

Ondan sonraki zamanlarda yılanı hiç görmedik...

İlginçtir, kuşumuzun serenatını da duymadık.

Biz önlemiştik bir tehlikeyi ama bizim görmediğimiz zamanlarda acaba kuş, yılana yem olmuş muydu?

Yem olmuşsa bile, yılana ne olmuştu? Bunu hiç bir zaman bilemedik...

Ailemin tüm bireyleri bu yaşadıklarımızı hem çok hoş hem de biraz buruk hatırlarız.

Güzelliklerle dolu anılar hep güzel kalabilseler, içinde burukluklar olmasa desek de İŞTE HAYAT!demekten başka elden gelen bir şey yok...

Selam ve sevgilerle...

Yurdagül Alkan.

 

 
Toplam blog
: 344
: 1671
Kayıt tarihi
: 09.04.09
 
 

Özel bir finans kuruluşundan emekliyim. Hayatın her aşamasını acısıyla tatlısıyla yaşamış biri ol..