Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Ocak '18

 
Kategori
Kitap
 

Geçmişten Geleceğe; 22:04

Geçmişten Geleceğe; 22:04
 

Barış Bıçakçı’nın “Sinek Isırıklarının Müellifi” kitabını yorumlarken, her yazarın, yazar olma ya da kitap yayınlama süreçlerine dair bazı kabuslu dönemler geçirdiklerini ve yazar olduktan sonra ayrıca bu konuyu işleyen roman yazma modasının giderek yükseldiğini dile getirmiştim.

Ben Lerner’in “22:04” isimli romanı da benzer bir kabusun romanı sayılabilir. Ancak bir fark var ki, Ben Lerner’in kahramanı, ilk kitabını yayınlamış bir yazar. Hatta yayınladığı ilk kitabı belli bir ilgi görmüş, ikinci kitabı için de yayınevinden belli bir avans almış, ancak roman boyunca kitap yazımı bir türlü ilerlemiyor. Bu yönüyle kitabın konusunu, Joel Dicker’ın 2012 yılının çok satanlarından (bestseller) olan “Harry Q. Davası’nın Ardındaki Gerçek” kitabına benzettiğimi söyleyebilirim . O kitapta da ana karakter olan yazar Marcus Goldman, oldukça ilgi gören ilk kitabının ardından, ikinci kitabı için önemli bir avans alır ama bir şekilde ikinci kitap ilerlemez. Yazarların “Beyaz Sayfa Sendromu” olarak adlandırdığı kasılma, takılma ve üretememe hali, iki kitabın da başlangıç noktasını oluşturuyor. Her iki kitabın yazı süreci tıkanan yazarı da, bu tıkanıklığı aşmak için bir yazı seyahatine girişiyorlar. “Harry Q. Davası’nın Ardındaki Gerçek” romanındaki karakter New Hampshire şehrinin Aurora kasabasına giderken, “22:04”ün baş karakteri Teksas’ta bir sanat kasabası olarak inşa edilmiş Marfa’ya gidiyor.

Ancak bu başlangıç noktasının ötesinde iki kitabın yolu tamamen ayrıştığı gibi, Ben Lerner’in “22:04”ünün kendisine daha özel, edebi, akademik bir yol çizdiği kesin. En azından çok satan kitap olma kaygısı taşımayan bir rotayı kendisine belirlemiş.

“22:04”de, romanın ana karakteri ile yazar Ben Lerner’in ne kadar iç içe geçtiği meçhul. Daha ötesi, romanın ana karakterinin yazdığı romanın karakteri, her üç kişiyi tek bir potada birleştirmiş olabilir. Romanın ana karakterinin ismine kitapta rastlamıyoruz ama hikayenin anlatıcısı o. Hikaye oldukça kopuk parçalarla başlıyor. Ana karakterin bir bağ dokusu hastalığı olan marfan sendromuna yakalandığına dair teşhis sahnesi ile başlayan hikaye, romanda tıp dünyası ile içli dışlı olacağımızın bir işareti gibi. Romanın diğer kopuk parçalarını, ana karakterin, sevgili ilişkisi yaşamadıkları bir dostunun çocuk doğurma isteği için donör olmayı kabul etmesi, Meksikalı çocukların yoğun olduğu bir ilkokulda öğrencilere gönüllü destek çalışmaları yürütmesi, sevgilisi olan bir ressam bayanın pert tablo galerisi için yardımcı olması oluşturuyor. Kitapta bu kopuk parçalar düzenli bölüm ayrımları ile ilerlemiyor.

Yazar romanda geçmişinden kopup gelen ilginç anları, hikayeye çarpıcı bir şekilde eklemliyor. Bunların arasında en dikkat çekici olan, 1986 yılında Challenger uzay mekiğinin kalkışa geçtiği esnada patlaması ve yedi mürettebatının  ölmesi. O uçuşu farklı kılan, mürettebatta ilk kez sivil bir personel olan öğretmen Christa McAuliffe’nin yer almasıydı. Kitaptaki karakterin anlattıklarından öğreneceğimiz üzere, uçuş programı, Amerikan toplumu üzerinde büyük bir heyecan yaratmış ve o dönemde okullarda öğrencilerin, öğretmen olan mürettebata mektup yazmaları istenmiş. Ama Ben Lerner, romanda bu heyecanı, kitapta yer alan diğer hususlar gibi tek yönlü ele almamış. Uçuş öncesi yaşanan heyecanın, uçuş esnasında yaşanan felaket sonrasında günlük yaşamın sıradanlığı içinde nasıl kaybolup gittiğini aktarıyor. Hatta o felaketin esprilere dönüşen kaba yüzünü bile ifşa ediyor.

Kitabın en ilginç sahnelerinden birisi ise, yine yazar olan ana karakterin bir kooperatif bünyesinde gönüllü olarak katıldığı mesailerin birisinde, başka bir mesai arkadaşı ile yaptığı sohbet. Mesai arkadaşının kendisini,  babası tarafından Lübnan kökenli bir Arap olduğunu düşünürken, annesinin yakın bir zamanda gerçek babasının tutucu bir Yahudi olduğunu söylemesi ile yaşadığı travma insanı, yaşam, köken, kimlik meseleleri üzerine düşünmeye itiyor. Amerika’da, özellikle New York’ta ortak üretim ilişkileri kurmayı ve tüketimi ortaklaştırmayı hedefleyen kooperatiflerin olması ise, kapitalizmin göbeğinde ortaya çıkan delikleri görmemizi sağlıyor bir yandan.

Kitapta tüm bu sahnelere iki kez, New York’ta beklenen kasırga felaketleri eşlik ediyor. Sırf bu sebeple olmamakla birlikte, kitabın bir New York romanı olduğunu söylemek de mümkün. Cadde, sokak isimleri, karakteristik binalar ve özellikle Manattan ve Brooklyn Köprüleri hikayenin sahnelerine fon oluşturuyor.

Ben Lerner’in romanının kolay okunabilir, akışkan bir kitap olduğunu söylemek mümkün değil. Zaman zaman akademik bir dile evriliyor. Hatta Amerikan edebiyat tarihinin derinliklerinden ilerlememizi sağlayan bölümler var. Amerikan Edebiyatı şairlerinden William Bronk ve yazarlarından Walt Whitman hikayede kendisine eserleri ile yer bulabilen isimler. Ancak bu derinlik zaman zaman okunurluğu aksatabiliyor.

Kitap, SabitFikir’in “2017’nin en öne çıkan 50 romanı” listesinde 12. sırada yer alıyordu. Seçme sebebim bu listede, daha önce fark etmediğim yazar ve kitaplardan birisini okumaktı. Kitabı okuduktan sonra, Ben Lerner’in , yine Hakan Toker tarafından çevrilip Jaguar Yayınları tarafından basılmış olan “Atocha’dan Ayrılış” isimli bir kitabının daha olduğunu öğrendim. “22:04” yazarın ikinci kitabı. Kitabı okuyup bitirdikten sonra, kitabın ismi olan “22:04’ün anlamını hala çözememiştim. Hikayede yer alan bir saat belgeselinin belirleyici olabileceğini düşündüm ama tekrar geri dönüş yaptığımda özellikle “22:04” anına vurgu yapan bir kısım bulamadım. Hürriyet Gazetesinin eki olan Kitap-Sanat dergisinde roman ile ilgili yazılmış bir yazıda, kitabın ismini “Geleceğe Dönüş” filminde, filmin karakteri olan Marty’nin geçmişe döndükten sonra yeniden dönebilmesi için “22:04”de saat kulesinde olma zorunluluğundan aldığını öğrendim. Romanda da sık sık “Geçmişe Dönüş” filmine değinmeler var.

Andre Gide’nin söylediği gibi, günümüzde “söylenmesi gereken her şey zaten söylendi. Fakat kimse dinlemediğine göre tekrar söylenmesi gerek”. Yepyeni roman konuları geliştirmek belki imkânsız. Ama benzer görünen şeyler tamamen birbirinden farklı anlatılabilir. Ben Lerner, yazmaya çalıştıklarını farklı anlatabilen yazarlardan ve bu romanda fark yaratan esas husus bu.

 

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..