Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mart '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Geldiysen üç kere vur

Bir masanın etrafında el ele tutuşmuşuz ben, benliğim, kim olmak istediğim ve kim olmuşluğum. Masada harfler ve bir kahve fincanı var. Hep beraber ruhumu çağırıyoruz.

Bazen sadece inandırıcılığını yitiriyor yaşam. Tıpkı bir ruh çağırma ayininde kendi ruhunu çağıran bir kadın kadar inandırıcılıktan uzaklaşıyor.

Aynada geçmişi yok gözlerimin. Yüreğimdeki sızı, yerini derin bir boşluğa bıraktı. Yalnızlığım acıtmıyor. Uzaktayım. Seyrettiğim, bana hiçbir şey hissettirmeyen ve düşündürmeyen bir filme dönüşüyor bazen hayatım. Bu gözler, bu geçmiş, bu hayat, bu ben bana mı ait diyorum. Cevap yok ruhumdan. Ne üç kere vuruyor, ne perdeyi havalandırıyor. Dışımda büyüttüğüm o uçsuz bucaksız kalabalık benden bir haber. Değil ruhum, bedenim kaybolup gitse fark etmeyecekler biliyorum. Beynimin altından kayıp gidiyor dünya. Gölgeler kayıyor. Bir siluete dönüyor yaşam. Siluetin gölgesine hapis oluyorum.

Her felaketten sonra acaba rüya mıydı diye soruyorum kendime? Yaşadıklarım rüya mıydı? Bazen sadece inandırıcılığını yitiriyor acılar, yalnızlıklar. Ve her felakette, her kayıpta bir parça daha eksiliyorum.

Beynimin içinde hareket etmeye korkuyorum. Hangi köşeden ne çıkacak bilmiyorum. Öyle çok bana ait olmayan şey girdi ki sınırlarımdan… Kulislerinden kafalarını uzatıp beni yargılayan ve sesleri beynimde giderek çoğalan bir sürü yabancı oyuncu girdi rolüme. Neon ışıkları, büyük caddeler, yığınlarca kalabalık ve gökdelenler tarafından gölgelendi kendime kurduğum küçük mutlu kasaba dekorum. Kulaklarımdaki içli ney sesine tekno müzikler, asit cazlar karıştı. Allı pullu makyaj malzemeleri, mor halkalar ve pahalı parfümlerden bir ten daha oluştu pembemsi tenimin üzerinde. İçimdeki aşk masalına magazin karıştı. Elimde mikrofon ve yüzlerce kamera ışığıyla bekliyorum beyaz atlı prensi. Geldiğinde araya çamaşır suyu reklamı alacağım. Korkuyorum beynimin içinde hareket etmeye çünkü devirsel, sistemsel, statiksel bir cinnet girdi sınırlarımdan içeri. Ve ben artık hangi köşemden ne çıkacağını bilmiyorum.

Küçücük ellerimin arasına alıyorum kafamı, bir sağa bir sola hareket ettiriyorum. Ellerimin arasında kocaman bir dünya var. Bana ait değil. Ama önemsenmeyi hak ediyor. Boynumda taşımaktan sıkılıp dolabın bir köşesine sakladığım uçuk mavi fular, önemsenmeyi hak ediyor. Çünkü gencecik bir kızın uçuk mavi hayalleri asılıydı bir zaman üstünde. Biliyorum, kainatta küçücük birer noktayız ve zamanı yok döngünün hepimizi tek tek önemsemeye. Ama koskocaman bir cinnetin içinde boğulsak bile kayıp ruhlarımız önemsenmeyi hak ediyor. Sokakta ağlayan yabancı, kirli saçlı kadın, soğuktan büzülmüş dudaklarıyla bana bakan çocuk, ciddi gözlüklerinin arkasından lolipop kıvamında düşünen adam, hepsi ve her şey… Bir ağaçta bin bir sancıyla doğmuş olan bir tomurcuk tanesi, o taneden çıkan yeşilin bir yaprağa dönüşmesi, o yaprağın şimdilerde sonbaharın ezgisiyle yaşamdan kopuyor oluşu önemsenmeyi hak ediyor. Ve en yalın haliyle kalp çarpıntısı kıvamında aşk hak ediyor bunu. Asırlarca bir sandığın içinde naftalin kokuları arasında belki de bizim için, bir çift yaşlı göz tarafından bekletilmiş ve artık demode bulduğumuz için evlerimize örtmediğimiz dantel örtü önemsenmeyi hak ediyor. Bizim için kim bilir ne hayallerle örülmüş o örtüde bir koskoca devrin saflığı yatıyor. Ve artık yıllar yüzünden bulanmış zihinleriyle, yarım kalmış cümleleriyle dalga geçtiğimiz yaşlı gözlerdeki merhamet önemsenmeyi hak ediyor. Bir parkta oturup elli sene sonra hala birbirlerinin elini tutan o insanlar, o insanların yaşamış olduğu gerçek sevgi önemsenmeyi hak ediyor. Ve eğer tüm bunlar yitirdiyse önemini, bu dünyadaki hiçbir şey yaşamda kalmayı hak etmiyor.

Bir masanın etrafında el ele tutuşmuşuz benliğim, onu kapatan örtülerim ve bana ait olmayan bir hayat. Hep beraber ruhumu çağırıyoruz. Masada, odayı aydınlatan bir mum ışığı var. Bu şehirde yüzlerce evde yanıyor bu mumlar. Ve herkes kendi mum ışığında bekliyor kayıp ruhunu. Herkes kayıp. Şehir kayıp ve geceleri bu mumlarla aydınlanıyor. Biliyorum bu cinnetin içine gelmeyecek ruhlar. Kapatmadan kamera ışıklarını, neonlu tabelaları yıkmadan, tenimizi parfümlerden yıkamadan ve önemsemeden gerçek sevgiyi, küçük hayallerimizi ne üç kere vuracak, ne perdeyi havalandıracak?

Bazen sadece inandırıcılığını yitiriyor yaşam. Bu keşmekeşin içinde, sahte dünyaların gölgesinde ruhlarını bekleyen binlerce insan kadar inandırıcılıktan uzaklaşıyor.

 
Toplam blog
: 7
: 928
Kayıt tarihi
: 03.03.07
 
 

İki adet yayınlanmış şiir kitabım, bir senelik editörlük deneyimim var. 14 senedir tiyatro ile pr..