- Kategori
- Psikoloji
Bakın su yok
Bulanıklaşıyor gözlerimin önünden geçip giden dünya. Dünyayla arama buzlu bir cam girmiş gibi sanki. Koskocaman bir yangın sarmış hayatımı. Ve öyle yorulmuş ki ruhum, alevler değmiyor tenime. Kendini savunmuyor artık ruhum. Yorumsuzum ve sadece bakıyorum. Kendimi saklamak ya da savunmak istemiyorum. Hayatımı; kendimi kendimle çarpıştırıp sonunda hep yarım kaldığım savaşlarla doldurmak istemiyorum. Ne dost, ne sevgili ne de uzaktan bir tanıdık için savaşmak istemiyorum. Kimsenin de benim için savaşmasını istemiyorum. Çünkü biliyorum artık kimse merak etmiyor gerçekten kimseyi.
Herkes rivayetlerle karar alıyor, tek taraflı ve kötücül yorumlarla anlıyorlar birbirlerini. Tanımak için soru sorma zamanı, suçlamak için yüzüne haykırmak zamanı geçmiş. Ve seni seviyorum demek zamanı geçmiş. Biri birine, o biri bir başkasına, bir başkası da sana taşıyor duyguları. Ve sen; gönderilen duygu güzellikle dolu olsa bile kendini, kulaktan kulağa oyunundaki en son kişi olarak hissediyorsun. Yani asla ilk çıkan gerçek cümleyi duyamamış olan kişi. O sözcükler kulaktan kulağa aktarılırken kimin yanlış kimin doğru söylediğini asla bilemeyen kişi…
Netlik zamanı geçmiş. Kayıyor beynimdeki tüm görüntüler, renkleri kokuları birbirine karışıyor duyguların. Ve flulaşıyor hayat. Aynada sadece silüet var. Oysa ben İstanbul’a boğaza rakı balık kıvamında bakan bir salaş meyhanede oturup, gerçek yaşam öyküleri dinlemeyi sevdim hep. O öyküleri dinlerken, bir gün benimde bu kadar gerçek bir hikayem olacağını ve bu hikayeyi bütün yaşlı ve olgun bilgeler gibi sakin bir sesle, tadını çıkara çıkara anlatacağımı düşledim. Oysa şimdi görüyorum ki, o meyhanelerdeki bilgeler gidiyorlar birer birer. Ve bize kalan boş sandalyelerde yıllar sonra oturup birbirimize anlatabileceğimiz şeyler ise ne Ferhat’la Şirin ne Hansel’le Gratel. Oturup bir zamanlar çok severek giydiğimiz kot pantolonumuzdan bahsedeceğiz biz, ya da alamadığımız bir Jaguardan.
Birbirimizden hilelerle aldığımız ve ömrümüze ekleyemediğimiz çalıntı yaşamlarımızı paylaşacağız. Eski dostlar şarkısı ise şerbeti fazla gelmiş bir baklava gibi baygın bir tatla yakacak boğazımızı. Elimizde kalan bilgeliğe dair konuşulacak tek şey ise Ferrari’sini satan ama asla tanışmadığımız bir adam hakkında olacak. O yüzden artık kendimi gerçek hissetmiyorum. Kimseyi gerçek farz etmiyorum. Ya dışımdaki yangına fırlatıp kendimi arınmak, ya da bir akarsuyun üstüne çırılçıplak serilip, ruhumu dalgaların o dingin akışına bırakmak istiyorum. Ve birkaç yürek yılı sonra koluma değen bir tenle sıçramak... Çevreme bakıp bu nehrin üzerine bırakılmış tüm benimkine benzeyen hayatları görmek, üzerinde yattığım nehrin aslında benimkine benzeyen derinlikli ve incinmiş yüreklerle dolu olduğunu görmek. Suyu var gücümle dalgalandırmak istiyorum. Ve herkesi suskun yalnızlığından sıçratıp uyandırmak…
Uyandıklarında ise tek tek gözlerinin içine bakıp onlara doyasıya sarılmak… Tenden ve ruhtan bir bütün halinde daha çok seveceğimiz yepyeni bir dünya yaratmak istiyorum. Bakın su yok, yüreğimizdir kendimizi bıraktığımız nehir ve incinmişliğimizden sızan kandır üstünde yattığımız demek istiyorum. Ölümcül yalnızlıklarımı atıp üstümden haykırmak, sarılmak, ağlamak… Ağladığım gözyaşlarıyla yüreğimden sızan kanı yıkamak ve masmavi bir nehrin kenarında kuracağımız o yepyeni dünyaya dans ederek girmek istiyorum. Her ne kadar fluysa da artık yaşam, her ne kadar inanmasam da artık gerçekliğe, hepimiz aynı nedenle geldik bu sessizliğe biliyorum. Bulanık camların ardındaki saydam gözlere ulaşmak ve bakın su yok demek istiyorum. Bakın su yok!!!!