- Kategori
- Felsefe
Gelişim için ödenmesi gereken “Bedel”

Atlas ve yükü
“Önce kral ol, sonra Krallık gelecektir” – Hz.İsa
Biliyorum ilk bakışta biraz korkutucu geliyor bir “bedel ödemek” fikri; ancak hayatta hiçbir şey bedava elde edilmiyor. Hiçbir şeye bedava ulaşılmıyor. İçinde yaşadığımız ve biricik parçası olduğumuz bu evren “zıtlıkların kozmik dansı”na sahnedir. Dualite ve ya kutupsallık ile tabir edebileceğimiz zıtlıklar, evrendeki değişimin ve hareketin ana sebebidir. Çevremizdeki her şey onlara yüklediğimiz “anlam”larla ölçülür. Her şey yüklediğimiz anlam kadar değerlidir. Bu anlam ise zıtlıkların birbirine izafiyeti ile ortaya çıkar. Zıtlıklar olmasa hiçbir şeyin bir anlamı olmazdı. Sıcak-soğuk, iyi-kötü, güzel-çirkin, yüksek-alçak vb gibi tüm zıt tanımlamalar her iki kutbun var olması sebebiyle vardır ve birisi olmadan diğeri olamaz. İzafiyet zıtlıkların dansının bir doğal sonucudur. Tek kutupluluk MUTLAK VARLIK ve TEKLİK noktasıdır ki, bu da ancak Yüce Yaradan’a mahsustur. Evrende ve hayatta hareket ve değişim olması için zıtlıklara ihtiyaç vardır. “Tekamül oyunu” zıtlıklar sayesinde vardır.
Zıtlıkların varlığı konumuzun başlığı olan bedel kavramı için önemli. İnsanın kamil insan olma yolculuğu Tasavvuf’ta Seyri Süluk olarak geçer. Bir yola bir mesleğe girme, “riyazet” demektir. Bu yola girene “salik” denir. Seyri süluk, tasavvufta “manevi yolculuk” demektir. Yolculuğu tamamlamayana “sülük” denir. Salik, seyri sülukta birkaç aşamadan geçer: seyri illallah, seyr fillah, seyr maallah, seyr anillah. Bu makamları Allah'a yolculuk, Allah'da yolculuk, Allah'la yolculuk, Allah'dan yolculuktur.
Bu yolculuğun sonucunda ulaşılmak istenen nokta kamil insan aşamasıdır. Kabala’da Adam Kadmon, Budizm’de Nirvana, Yoga’da Samadhi, Hinduizm’de Mokşa, Zen Budizm’de Satori olarak da geçer. Bu öyle bir aşamadır ki insanın nefsi terbiye olmuştur ve tüm dünyevi kir, pas ve hasletler geride kalmıştır. Kişi “ten kafesi”nden kurtulmuş, teklikte erimiştir.
Genel olarak inanç sistemleri kişiyi iyiye ve güzele sevk eder ve günahlardan arınmış, doğru bir yaşam sürmeye teşvik eder. Günümüz dünyasında bu gibi temel insanı erdemlerin elde edilmesi ve korunmasının bile ne denli zor olduğunu maalesef üzülerek izlemekteyiz. Günahtan uzak ve doğru eyleme dayalı yaşam “küçük uyanış” olarak da geçer. Ancak inanç sistemlerinin bir zahiri ve ya batıni yönü de vardır ki, işte burada amaç insanın içsel yolculuğa çıkması ve belirli kapılardan/aşamalardan yaşanmış tecrübelerle geçerek ilerlemesidir. Bu bir yolculuktur. Sonsuz basamaklı bir yolculuk. Yolculuk zordur ve özel çabalar gerektirir. Bu yola girmek için kişi önce uyanmalıdır ve bu uyanış Gurdjieff’in dediği gibi bir “ilk şok” ile olur. Bu ilk şok insanı etkileyen bir film, bir sohbet, bir konuşma ve ya kitap da olabilir, insanı zorluklarla sınayan bir hayat sınavı da olabilir, rol model alabileceği bir lider de olabilir, birlikte çalıştığı bir mürşid de olabilir. Ancak ilk uyanış için bir dış etkiye gerek vardır ve bu ilk şok kişinin uyanması için vardır. Bu ilk şok bir vahiy ve ya ruhsal bir dokunuş da olabilir. Batıni sistemlerde bu ilk şok sonrası kişide uyanan merak ve arayış, ikincil bir şok olan inisiyasyon ile pekiştirilir ve artık seyri süluk yolculuğu başlar. Ancak öyle özel bir dönemde yaşıyoruz ki bir aşamaya dek kişi kendi kendini de inisiye edebilir ama sonrası için bir yola ve sisteme bağlanması lazımdır, zira öğrenci hazır olmadan gelen bilgi öğrenciyi yakar. “Bilgeliğin dudakları, anlamayan kulaklara kapalıdır” yazar Kybalion.
Gerek inisiyasyon temelli olsun, gerekse kişinin hayat okulunda kendi başına ilerlemesi olsun, seyri süluk yolunda ilerlemek için kişinin “Secret” adlı kitapta bahsedildiği gibi sadece istemesi yetmez. Sadece istemek yeterli, olsa bugün dünya cennet olurdu. Ancak içinde yaşadığımız dünyada hepimiz zıtlıkların döngüsel dansı ile sınanıyoruz. Niyet ile evrene sunulan bir istek karşısında her zaman zıtlıklardan gelen bir direnç olacaktır. Bu direncin seviyesi isteğin ulaşılması ne denli zor olduğuna göre, kişinin bilinç seviyesine göre, karmasına göre ve titreşimine göre azdır ya da çoktur. Burada bir “gebelik yasası” geçerlidir. Daha süptil alemlerde olanın tersine düşüncenin maddeye şekil verme süreci fiziksel alemde bir zaman alır. Kabala’da Melakut sefirası olarak da geçen fiziksel alem, madde yoğunluğunun diğer üst alemlere göre yüksek olduğu zor bir sınav ortamıdır. Bu yüzden de sadece niyet etmek ile düşünce “Abra Kadabra” diyerek maddeye tesir etmez.
Niyet edilen bir şeyin olması için aynı zamanda bir çaba da gerekir ve bu çaba olmadan bir ilerleme sağlanamaz. Bu çaba işte tekamül yolculuğunda ödenmesi gereken bedeldir. Bu bedel hedefe doğru atılan adıma karşı kutupsallık yasası gereği ortaya konan direnci aşarken ödeden çabadır. Bu çaba ille de istenen sonuca ulaşılacak diye bir kural da yoktur. Bu niyet onu gerçekleştirme potansiyelimiz olduğu için ortaya çıkar, ama sonuca ulaşıp ulaşmayacağımızı belirleyen çabanın sürekliliği, imanımız, hak ediş ve kısmettir.
Tekamül yolculuğunda ilerlerken ödenecek bedel kesinlikle ama kesinlikle parasal bir bedel değildir. Zira para ile satın alınacak bir şey olsa ilgi ve merak duyan herkes satın alır ve kemale varırdı. Seyri süluk yolunda kişinin yolculuğu kendi içine dönük bir yolculuktur. İçsel bir yolculuk. Bu içsel yolculukta ilerlemek için kişinin kendi davranışlarını ve tutumlarını kendine AYNA tutarak gözlemlemesi ve tefekkür, içsel çalışma, çaba ile içsel dönüşümü gerçekleştirmesi gerekir. Kişi tüm günahlarından arınır ve tövbe eder. Hırs, tutku, yıkıcı duygular ve arzular, bağımlılıklar, dogmalar, taassup, batıl inançlar, bağnazlıklardan kendisini bu içsel yolculukta arındırır. Geçmişiyle ve bugününü etkileyen geçmiş pişmanlıklar, öfkeler, hınç, çocukluk kararları ve acı/mutlu tecrübelerle yüzleşir ve onları geride bırakır. Egosuyla barışır ve onu müttefiği yapar. Bu müttefik artık onu tutkuyla ve coşkuyla hayat amacına koşturan Arap atı olur. Bu bir “içsel simya”dır. Bu arınma bir dönüşümdür ve bir tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibi zahmetli ve yorucudur. Çok insan vardır ki bu yolda bir noktaya dek gelir ama devam edemeyerek ileriki basamakların meyvelerini yiyemez. Tırtılın kelebeğe dönüşmesi süreci kişinin kendisiyle yüzleşmesi ve tüm maskelerinin farkına vararak onlardan arınmasıdır. Kişinin sahte kişiliğinin sahte maskelerini bir bir koparıp atmasıdır. Bu yapıldığı an kişi kendini kaldırır ve içindeki Yaradan ortaya çıkar. Artık doğduğu an bilinsizce sahip olduğu saf İlahi Öz’üne bilinçli olarak sahiptir. O zaten her zaman içimizdedir ve bizimledir; yeter ki biz onu “gölge”lemeyelim.
Kişinin kendi iç dünyası ile yüzleşmesi süreci tekamül için bahsettiğim gerçek bedeldir. Bu yüzleşme onun dengesini bozacaktır... ta ki yenisini kurana dek. Yeniden dengesini bulana dek tüm bildiklerini unutacak ve konfor alanının 1000 km dışına çıkacaktır. Rahatsız ve mutsuz hissedecek, korkacaktır. Birçok hatalar yapacak ve bu hataları önce kabul etmeyerek ama zamanla gelen bir metanetle kabul edip sindirecek ve tekrar yolunda daha güçlü bir şekilde ilerleyecektir. Denge tahtasının her iki tarafına da salınarak her iki zıt kutbun da iyi kötü yanlarını öğrenecek ve kendisi ve hayat için doğru kararlar vermeyi öğrenecektir. Ve bir süre sonra orta denge noktasında asgari sapma ile salınacaktır. Ancak buraya gelene dek aşırı uçlarda salınımın kendisi ve başkaları üstünde yarattığı etkileri görecek, hatalarını ve düzeltmeye çalışacak, tekrar hata yapacak, tekrar düzeltici aksiyon alacak, öğrenecek ve deneyim kazanacaktır. Her hatası bir deneyimdir, zira hata diye birşey yoktur, deneyim vardır. Yaşadığı deneyimler sonucu bazen her şeyden kaçmak isteyecek ve saatlerce ağlayacaktır, belki de kendisiyle baş başa kaldığı uzun saatlerde kendi içsel yargıcı ile yüzleşecek ve vicdanın sesine kulak verecektir. Bazen en yakın çevresindekiler tekamül yolunda ne yaptığını, ne neden yaptığını anlamayacaklar ve onu yargılayacaklardır. Kendi bildiklerini dayatacaklardır. “Sürü”ye tekrar geri dönmesini isteyeceklerdir. Bu yargılamalara karşı koyacak ama onu anlamadıklarını görerek üzülecektir. Bazen en yakın dostu bildiği kişilerin artık yanında olmadıklarını görecek ve artık aynı frekansta olmadıklarından bu sevdiği dostlarından uzaklaşmasını anlayış dolu üzgün gözlerle izleyecektir. Ancak her aşamanın sonu bir önceki basamaktan daha aydınlık ve mutluluk doludur. Yolun kendisi nurlu ve ışık dolu bir yoldur. Yolun sonu İlahi Aşk şarabının içildiği pırıl pırıl, aydınlık bir limandır. Bu yolda kendine aynı frekansta ışık dolu yeni dostlar edinecek ve yeni tekamül ortamlarına girecektir. Bu zorlu yolda her zaman ona el veren birileri olacaktır ama işin büyük kısmını o yapacaktır. Gelen tek dünyevi yardım kendinden gelen yardım olacaktır ama Tanrı her zaman onu gözetecek ve koruyup, kollayacaktır. Yaşadığı tüm zorlukların bile sonra geriye baktığında ona uzanan yardım elleri olduğunu görecektir.
İnsan istediği şeyi değil olduğu şeyi hayatına çekebilir. İstediğimiz şey olmadan çevremize isteklerimizi çekemeyiz. Benzer benzeri çeker. Bu yüzden da Hz.İsa’nın dediği gibi, önce kral olmak lazımdır ki sonra Krallık gelsin. Ve Kral olmayı isterken Krallığı elde etmenin bedelini de ödemeye hazır olmak gerekir.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk konuyu harika özetlemiş...
“Büyük olmak için hiç kimseye dalkavukluk etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın. Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes sana karşı çıkacaktır, herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır, fakat sen buna dayanıklı olacaksın. Önüne sonu gelmeyen engeller çıkacaktır. Kendini büyük değil; küçük, zayıf, kimsesiz ve araçsız kabul edecek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanmış olarak bu engelleri aşacaksın. Bundan sonra da sana “Büyüksün” derlerse, bunu söyleyenlere güleceksin.“
Sevgiler,
Kenan Kolday