Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Eylül '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Gençlere neler oluyor?

Gençlere neler oluyor?
 

Çocuklarımız…Olmazsa olmazlarımız…Duygusallığımız ön planda olduğu için hatalarını, tıpkı bebekken olduğu gibi sarıp sarmaladıklarımız…Onlarla ilgili bilmediklerimizi anlatacağım. Bizim çocuklarımız olmasına rağmen, farklı kişilikte birey olan , yarının Türkiye’si, en genç Dünya vatandaşı olan gençliğin geldiği noktaya değineceğim.

Siyasi iktidarların her seferinde yeniden yapılandırmaya çalıştıkları Eğitim sistemi ve ona bağlı olarak yapılanan, çocukları ticari meta olarak gören dershaneler ve özel okullar…Karar verme yaşında olmayan çocukları oradan oraya koşuşturan veliler… Bu günki garabetin temel öğeleri! Çocuk doktoruna götürülen yaşta(!) oyun oynaması yasaklanan, sosyal aktiviteleri kısıtlanan, oyuncakları elinden alınmış, çocuk düşlerinin yerini sınav korkusu almış devler arasında direnen cüceler…Onların daha iyi bir eğitim alması için bunun “Şart” olduğuna inanan ebeveynler…Kullanılan ve kullandırılan küçücük kobaylar…

Çok değil 7 yıl önce verdiğim bir mücadeleye değinmek istiyorum. Okulun toplantı salonunda canhıraş bir tartışma yaşanıyor. Veliler, din dersinin kaldırılıp yerine ikinci dil olan Almancanın verilmesini istiyor. Diğer bir çoğunluk ise din dersi, müzik dersi ve beden eğitimi derslerinde çocuklara test çözdürülmesinden yana… Bu arada haftada 15 saat İngilizce(!), bir ders din dersi, bir ders müzik, bir saat de beden eğitimi var. Çocukların duygusal ve bedensel olarak deşarj oldukları müzik ve beden dersleri onlara göre gereksiz. Ya da çocuğuma mensubu olduğu dinin vecibelerinin “doğru ve Atatürkçü” bir ağızdan öğretilmesi çok gereksiz! Tartışmayı veliler kazandı. Ben kaybettim…

Ergenlik dönemine geçişte ve o dönemde çocuklarımızın hayatına dışarıdan baktığımızda gördüğümüz ve gördüğüm şeylerden ben yeterince ders alıyorum ya diğer anne babalar?

Her anne, baba için çocuğu en değerlisidir. Sokakta gördüğü aynı yaş grubundaki çocuğu eleştirir ancak kendi çocuğunun da bu tür davranışları sergileyebileceği aklına gelmez. Çünkü ona yakıştıramaz, çünkü çocuklarımız bizim yanımızda bizim istediğimiz gibi davranırlar…

Fuhuş, uyuşturucu, alkol, sigara ve suç işleme yaşı ne yazık ki orta öğrenime kadar inmiş durumda. Oranları da yadsınamayacak kadar yüksek. Ağırlıklı olarak da büyük şehirlerde.

Bu çocukların hepsi mi anne babasız? Ya da bunların hepsi mi evinden kaçmış? Hayır. Sizin, benim, komşumuzun, bizim çocuklarımız. Kontrolsüz harçlık verilen, yıl içerisinde 2-3 cep telefonu değiştiren, zengin arkadaş çevresine “ayak uydurmaya” çalışan, okuldan şikayet geldiğinde “Ne istiyorsan yapılıyor daha ne istiyorsun” denilen çocuklar. Ya da her geçen gün büyüyen ekonomik uçurumdan nasibini alan , oturduğu evden, ayağında ki ayakkabıdan, sırtında ki eskimiş monttan utanan çocuklar… Lütfen bu noktada herkes empati kursun. 1980 öncesi aynı sıralarda aynı amfide ders aldığımız arkadaşlarımızla bizler arasında bu denli büyük uçurumlar var mıydı? Kişilik ve karakter oluşumlarımız daha müspet şartlarda gelişti ve yerleşti. Ailemizde mutlaka namaz kılan bir büyüğümüz vardı, merhamet, vicdan ,doğruluk, dürüstlük konularında rehber olacak hikâyeler dinlerdik. Komşumuzun evinden bir cenaze çıktığında radyonun sesini açmazdık. Bunları gözleyerek, anlatılanları dinleyerek öğrendik. Edepli olmayı da…

Hamit Bey öğretmenimi saygıyla anıyorum. İlkokuldayken hatıra defterime şöyle yazmıştı;

“Kız çocuğu demek, görünüşü ve davranışlarıyla bir gül demektir sevgili öğrencim. Hayatta üç şeyden uzak durunuz. Öfke, hırs, nefis…” Öğretmenlerimiz öğretmen gibiydi. Dersi işleyip, zil çalsa da çıksam demeden, bazen dersi kesip kıssadan hisse hikâyelerle bizleri bu günlere hazırladılar.

Yazımı okuyan herkes çocuğuna  Kelime-i Şahadet getirmeyi sorsun. Ya da namaz kılmayı bilip bilmediğini, bir tek namaz duasını, İslâm’ın şartının kaç olduğunu. Bazılarınız “Ne alâkası var?” diyebilir. Söyleyeyim.  Bu gün Türkiye’nin içinde bulunduğu durum hepimizin malûmu. Siyasallaştırılmış din simsarları için, sadece nüfus kağıdında dini İslâm yazan çocuklarımız oltalarına takılacak en büyük balık! Onların alt yapısı sağlam olacak ki karşılarında durabilsinler. İnançları tam olacak ki nefret, şiddet ve ötekileştirme duygularından arınabilsinler. Kaç tane anne, baba çocuğuna dini eğitim veriyor kendi adıma merak ediyorum. Verilmediği, anlatılmadığı içindir ki akıllarında ki , yüreklerinde ki boşluğu cemaat, tarikat mensubu ağabeyler, ablalar ya da cübbeli Ahmet Hoca’nın anlattıkları dolduruyor.

 Çocuklarımız ilkokul 2.,3. sınıftan itibaren bastırılmış duygular içinde büyüyor. Daha öncesine gidelim. 3 yaşında Anaokuluna giden bir çocuğa anne yada baba yapmak isteyip de yapamadığı her şeyi yaptırmaya çalışıyor. Programda, çocuğun motor gelişimini, bedensel gelişimini sağlayacak onca çalışma varken ve  oyun çağındayken bir de bakıyorsunuz ki ekstradan özel müzik dersleri, hafta sonu fazladan yüzme kursları yetmedi yabancı dil. Sosyalleşecekmiş. Haftada 5 gün yuvada ne yapıyor bu çocuk? Sizi özlemiş ve hafta sonunu birlikte oyun oynayarak geçirmek isteyeceği gelmiyor mu aklınıza?

Bilgisayar. Çağın kıyameti diye adlandırıyorum ben. Neredeyse anne karnında öğrenecekler.

Bir de gururla anlatıyorlar.”Daha 4 yaşında ama maşallah her şeyini biliyor.” Film almaya gittiğimde genç bir anne, baba iş dönüşü uğradılar. Gece dışarı yemeğe gideceklermiş, çocuğu anneanneye bırakacaklarmış. Uslu dursun diye tezgâhtardan 5 yaşa uygun oyun istediler. Göz ucuyla cd’nin kabına baktım. Vampirler, ellerinde de kılıçlar… Yazık dedim kendi kendime, içim acıdı. Çocuklar büyüdüğünde de alışkanlık değişmiyor. Sürekli bilgisayar başında oyun oynayan çocuk sürüsü ve bundan şikâyet eden(!) ebeveynler. Asosyal, dünyadan, gündemden, hayatın tam ortasında ama bundan bir haber, bastırılmış duygularını oyunlarda adam öldürerek boşaltmaya çalışan gençlik…Bilgisayar başında sürekli bir şeyler atıştıran, hareketsiz, gergin , ailesiyle hiçbir şey paylaşmayan genç…Sadece üniversiteyi kazanmaya koşullandırılmış, meslek seçiminde ailenin isteklerinin ön planda olduğu ergen…Çıtayı hep yüksek tutan fakat çalışmayı sevmeyen genç nesil. Sevmiyorlar çünkü bilgiye aç değiller. Laboratuar çalışmaları enteresan onlar için. Rutin olmayan, yaratıcı. Eğitim sistemi yüklendikçe çocuk öğrenmekten vaz geçiyor. Çalışmak eziyete dönüşüyor. Öyle ya onlar onun çocukluğunu çaldılar…

Tüm bu yorgun ve baskı altındaki yılların ardından üniversite başlıyor. Bir kısmı, aileden uzaklaşmak için bulunduğu şehrin dışında okulları tercih ediyor. Cemaat yurtları düşük fiyat ve kaliteli hizmetle ilk tercih edilen oluyor maalesef. Devlet yurtları halâ yetersiz. Bundan korkan veliler 2-3 arkadaş ev tutuyor. Sonrası mı? O artık bir erişkin. Onun hayatına karışamazsınız, karışmamalıyız. Hayatı yaşayarak öğrenecek. Ödeyeceği her bedelde o suçlanacak. Bu saatten sonra hayat onun hayatı denecek. Sizce adil mi? Bence değil.

 İlk yıl hepsi zinciri boşalmış vaziyette. Sanki 12 yılın acısını çıkartıyorlar. Üniversiteli olmanın ve 18 yaşını doldurmanın verdiği güven duygusu ile kelebekler gibi özgür hissediyorlar kendilerini. Küçük yaşlarda verdiğiniz sizin doğrularınız, sizin yanlışlarınız, arkadaş çevresinden aldıkları su üzerine çıkmaya başlıyor. Gerekçesiz tabuları birer birer yıkmaya başlıyor. Sarhoş oluyor, kusuyor, karakola düşüyor, kavga ediyor, kumar oynuyor, karşı cinsten bir arkadaşı ile birlikte kalıyor, uyuşturucu kullanan insanlarla tanışıyor, siyasi bir grup ya da “Ağabeyler” aklını çelmeye çalışıyor. Ürkütücü geliyor değil mi? Genelleme yapmadan yazdığım bu gerçeklerden duymak istemeyerek kaçamayız. İranlı kız öğrencilerin çoğu ülkelerinin dışında örtülü değillerdir. Hattâ  şortlarla geziyorlar. Nedeni açık. Baskı!

Gelelim bize. Halâ baskı ile disiplin arasındaki farkın bilincinde değiliz. Halâ kuralların –geçerli fakat esneyebilir- olduğunu çocuklarımıza hissettirmiyoruz.  Onlarla empati kurarken kendi çocukluğumuzla mukayese ediyoruz. Bu günün şartları ile mücadele etmemiz gereken bir ortamda, yanlış örneklemelerle onların gözünde ‘geri kafalı’ olmaktan öte geçemiyoruz. Bir şeyi çok söyledikçe ya da gerekçesiz ‘hayır’larla onları isyankâr yada yalancı yapıyoruz.

Çocuklarımıza öz disiplin duygusunun yerleşmesi için yardımcı olmalıyız. Öz disiplini gelişmiş bir çocuk doğru yetiştirilmiş bir bireydir. Öz güven tek başına bir anlam ifade etmez. Aşırı öz güven frenlenmediği sürece tehlikeli sonuçlar doğurabilir.

Sevgi. Bu konuda sanırım bir şey yazmama gerek yok. Herkes kendine göre çocuğunu çok seviyordur. Bu tezahür birilerine göre, son model bir araba yada Avrupa seyahati, müstakil bir havuzlu villa , hafta sonu tatillerinde bir gece klubünde loca kapatmak olabilir! Birilerine göre halâ uykuda sevmektir. Birileri içinde ‘seni çok seviyorum, sen bizim için çok değerlisin’ diyerek kaç yaşında olursa olsun ona sımsıkı sarılmaktır.

Sevginin üç halinden biri ,onları yaşayarak öğrenirken güçlü kılacaktır. Umudum ve temennim ödeyecekleri bedellerin az hasar vermesidir. Onlar bizim çocuklarımız ve ben hepsini çok seviyorum.

 Sevgiyle...

Nurcan Çelik Yalun

19.9.2011 

 
Toplam blog
: 347
: 1365
Kayıt tarihi
: 31.10.07
 
 

İstanbul 25 Temmuz : /… İşletme tahsil ettim. Özel ilgi alanım olduğu için 2 yıl Psikoloji okudum..