- Kategori
- Tiyatro
Gerçeği yakalamadan
TRABZON lİSESİ ÖĞRENCİLERİ, ŞİİR ve ÖYKÜ ŞENLİĞİ, 2 HAZİRAN 1992
“Öyle bir Anadolu ki renk renk, ilmek ilmek Memetler beşiği
Öyle bir Anadolu ki yazgısı hep aynı.”
Yıllar önce okuduğum bir öyküyü anımsadım. Osman Şahin’in ustalıkla işlediği Kırmızı Yel adlı öyküsü, Cahit Atay’ın, Karaların Memetleri oyununu izlerken uzaktan yanıp söndü bana.
Cahit Atay, Anadolu insanının değişik durum ve koşullarda içinde bulunduğu çıkmazı çözüm getirmeden sergiliyor. Karaların Memetleri oyununda üç Mehmet tipi görüyoruz. Bunlardan biri düşünde gördüğü şeyhinin emriyle arkadaşı Ali’yi öldürür. Şeyhinin emrini yerine getiren Mehmet büyük bir mutluluk duymaktadır. Çünkü Ali’nin çile çekmesine son vermiştir. Bu dünyada yaşamak çileden başka bir şey değil. Ali artık kurtulmuştur Mehmet’e göre. İşte burada, Osman Şahin’in , Kırmızı Yel’de işlediği konuyla benzerlik olduğunu gördüm. Her izleyen de görecektir. Cahit Atay tiyatrosunda, Osman Şahin ise öyküsünde tür özelliklerini ustalıkla sergilemiş.
Osman Şahin, Kırmızı Yel adlı öyküsünde yine şeyhinin emriyle oğlunu kurban eden babanın korkunçluğunu büyük bir sanatçı duyarlılığıyla okuruna iletebilmişti. Aynı duyarlılığı Cahit Atay’ın oyununda bulurken insan acı acı düşünmekten de kendini alamıyor. Bu gerçek Anadolu’da hâlâ sürüyor.
Cahit Atay’ın bir başka Mehmet tipi kan davasını miras olarak almış olan. Düşmanı İlyas’ın gizliden evine giren Mehmet öldürme planları kurar. Karısıyla konuşmakta olan İlyas, hasta yatağında düşmanının yiğitliğini över. Bu söyleşi Mehmet’i dinlediği gizde ikileme sokar. Bu durum, Anadolu insanının ne kadar nesnel düşündüğünü, düşmanı da olsa “yiğidin hakkını yiğide veren” hoşgörüye sahip olduğunu oyunu izleyenlere gösteriyor.
İlyas, karşısına çıktığında Mehmet elindeki silahını yine de ona doğrultur. Kan davası koşullanmışlığı Mehmet’in silahı doğrultmasında etkendir. Karşılıklı konuşmalar sonunda Mehmet yumuşar. Bir ara hasta yatağında kıvranan İlyas’a su verirken, “ Kabahat ölende mi öldürende mi ?” sorusunu kendine sormadan edemez Mehmet. Sonuçta elini kana bulamaz Mehmet, ama “Kurtla kuzu barıştı mı?” sorusuna da yanıt değildi Mehmet’in İlyas’ı bağışlaması.
Cahit Atay’ın bir başka tipi, Kerpiç Memet; köyüne, yasalara meydan okuyan eşkıya. İçten içe insan sevgisi duyan biri olduğunu da oyunu izlerken anlıyoruz. Sanki, Dostyoveski’nin Suç ve Ceza adlı romanındaki Raskolnikov. O da caniliğinin, korkunçluğunun derinlerinde insan sevgisi duyuyordu.
“Gel gör Kerpiç Memet’i ceketin veresin gelir.” tanımlamasıyla düşlerde yaratılanın gerçek olmadığını kendisi söylüyor. Karaların Memetleri oyununda deneyimli, bilmiş kişi rolünde olan Karadayı, Kerpiç Memet’in düşlerdeki gibi güçlü, kuvvetli olduğunu, kurşun işlemezliğini jandarmaya, köylüye anlatır. Bunları anlatırken, küçülmüş, çaresiz Kerpiç Memet karşısındadır. Tanımazlıktan gelir Kerpiç Memet’i; düş kırıklığına uğramamak için. Bu da Anadolu gerçeğinin bir başka yüzüydü.
Karaların Memetleri, Anadolu’yu bir baştan bir başa gezdiriyor izleyene. Üç Mehmet’in de çıkmazları“yazgı”yla açıklanmaya çalışılıyor oyunda. Oysa gerçek hiç de öyle değil!
Trabzon Devlet Tiyatrosu’nda güzelliklerle, düşlerle süslenen bir akşam yine başka bir akşama akacaktı.
25 Ekim 2012'de düşen not:
Yıllar önce Trabzon Devlet Tiyatrosu'nun Cahit Atay'ın, Karaların Memet oyununu izleyip değerlendirmişim. (Karadeniz gazetesi / Trabzon, 08 Mayıs 1992, s. 4) Şimdi geriye dönüp baktığımda bu yazının yayınlanmasından tam yirmi yıl geçmiş. Anadolu gerçeği hâlâ sürüyor!..