Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Nisan '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Gerçek bir haber

Gerçek bir haber
 

Sevgili Okurlar!

Bu yazının konusu bir fantezi ürünü değildir! Abartmadan, ufaltmadan, süslemeden 16 Nisan 2007 Pazartesi günü cereyan eden olayı sizlere aktarmaya çalışacağım!

Eğitim ile ilgili nedenlerden dolayı, Avusturya’dan Almanya’ya taşınmaya karar verdiğimizde, o kentte ikamet eden kardeşimden bize istediği bir semtte kesemize uygun bir daire bulmasını rica ettik. “olur mu? Sen beğenir misin? Yeğen hangi evrenkente gidecek? Bana yakın mı olsun?” gibi tedirginliğini ona tam salâhiyet vererek ortadan kaldırdıktan sonra, bizler için bulduğu evin kira anlaşmasını yapmak için 770 küsur kilometre kat ettik. Yeni elden geçmiş, iki cihan harbini kazasız belasız atlatmış, yüksek tavanlı 5 katlı, dış cephesi, şimdiler de her mimarın böyle zahmetlere gönüllü girmeyeceği, süslemelerle kaplı eve vardık.

Bize kapılarını açan dairenin muazzam büyük bir banyosu, bildiğimiz kare dikdörtgen boyutları dışında, aklınıza ne gelirse genli iki odası, mutfağı bir de minicik balkonu var!

Kardeşime, beğendiğimi söylediğimde rahatlamıştı, bulduğu evin nesini beğendiğimi ona açıklamadım. İki nedenden ötürü kontratı hemen imzaladım, hatta üç! Kardeşime çok yakındı, evin bulunduğu caddenin adı, bir süre önce kaybettiğim, yokluğuna alışamadığım, Tanrının sadece 4 yıl gibi kısa süre için yanımda kalmasına izin verdiği varlıkla aynıydı. Üçüncü sırada: 5 milyonluk şehrin göbeğinde iki yeraltı treni bağlantısının arasında olan bu evin önünde, arkasında yanında park alanları vardı, anlayacağınız yanında hiçbir komşu apartman yoktu, herhalde savaşlarda kaybetmişti komşularını. İzmir’de üst katın kepenklerini (kısmen) 15 yıldır tamamen kaldırmıyorum, tatlı dilli komşum Sema Hanımı gözümüz kayıp, yaptığı yemekleri misafirlerine ikramlarını, izlediği dizileri görürüz rahatsız ederiz diye! Burada mutfakta oturma odasında doğru dürüst perde bile yok, hiç durmadan inen kalkan uçakların pilotlarına el sallamak için! Gelelim 16.Nisan Pazartesi gecesine. Hava sıcak, önümüzdeki parktan (çok büyük, ağaçlı bir alan) çocuklu aileler ellerini eteklerini çektiler. Her zaman olduğu gibi tahta banklarda oturan, müzik dinleyen bağıran çağıran didişen, gençlik, köpekleriyle, sevgilileriyle. 2 senedir havalar ısındı mı aynı tablo, yadırganacak bir şey yok ortada. Evde yalnızım. Ertesi gün bir arızadan ötürü sular kesilecek, vaktiyle haber verdiler.

Saat 22.30 suları, Banyoya girmeden önce balkonda asılı çamaşırlarımı almak için çıktığımda, simsiyah bir duman hortumu, rüzgâr olmadığından, dağılmadan kıvrıla, kıvrıla gökyüzüne yükseliyor, berbat bir kokuyu etrafa yayarak. Sırasıyla aklımdan geçenler şunlar oluyor: Parkta ızgara yapmak yasak değil miydi? Bizde mangal denince tok karınlar bile acıkır, ama bu koku? Birden bir haberi anımsıyorum” kamyon dolusu tüketim tarihi çoktan geçmiş, sağlığa zarar verebilecek dana, sığır eti ele geçirildi “Nerede? Bizim semtte! Acaba gençler böyle bir eti mi? Izgara yapıyorlar! Gidip uyarsam mı? Hayret kalabalık yok, olsa, olsa bir iki kişi kavga eder gibi sesler çıkarıyorlar. Leş gibi koku içeri girmesin, balkon kapısını kapıyorum, kendimi banyoya atıyorum! Küvete suyu dolduruyorum, sıcak su sırt ağrılarıma iyi gelir niyetiyle, ne kadar zaman geçiyor bilmiyorum, üşüyorum hemen saçlarımı yıkayıp çıkmak üzereyken kapı zili çalıyor, yanlış duydum bu saatte bize… Kapı tak, tak zile eşlik ediyor, kalbimin atışları da, kapı tak, taktaklarına ve zile! Köpüklü kafa, banyo havlusuna sarınıp sığınarak, fırlıyorum. Nerde olduğumu unutarak “kim o” diyorum! Aldığım cevap ta Türkçe oluyor tabii ki “POLİS”. Artık kalbim on adım önde koşuyor! Gösterin şeyinizi! Hay Allah Almancası neydi? Çok şükür aramızda kapı gibi kapı var! Gözetleme deliğinden bakıyorum, camı çatlak, gösterdiği kimliği tam göremiyorum! Heyecandan beni terk eden Almancam geri geliyor. Ne olursa olsun diyerekten kapıyı burnum görünecek kadar açıyorum! Spor beyaz ayakkabılı, (çelik yeleğini tam kapatmayan) lacivert yelekli, bir kulağında kablo, elinde kâğıt kalem genç bir adam beni selamlıyor. Polise benzer bir tarafı yok, gözlerim belinde olması gereken silahı arıyor(babam beylik tabancasını hep yanında taşırdı görevdeyken-beylik-ne demek olduğunu bilmezdim) Sorular yöneltmeye başlıyor! Ben yarım yamalak gördüğüm kimliği tekrar görmek istiyorum! Sormaya utanıyorum! Ya bu adam polis değilse, neden kapıyı açtım, şu halime bak!

… Emin misiniz?

Adamı yani polisi doğru dürüst dinlemiyorum ki,

-Park her zaman olduğu gibiydi, sesler sağ taraftan daha yoğun geliyordu!

... Saat kaçta balkona çıktınız, size şüpheli gelen neler gördünüz?

-Saat 22.30 da ağaçlardan pek bir şey görünmüyor, birileri kavga ediyordu sanırım, gürültü yapıyorlar diye sizleri mi aramamız gerekiyordu?

...Hayır! Hayır

Adımı soyadımı doğum yeri vs. not alırken gözü ikide bir onun karşısında benim arkamda asılı duvar halısına takılıyordu. Telefon numarasını sorduğunda “bilmiyorum” dedim yüzüme baktı. İnanmamıştı! Ben doğruyu söylüyordum (orda ki, ev –cep, burada ki ev cep, ordaki kot kartlar burada kiler vatandaşlık numarası vergi numarası, hayatım numaradan ibaretti) Ben de onun polis olduğuna pek inanamıyordum! Kendiliğinden kimliğini tekrar gösterdi. Evet, o bir cinayet masası mensubuydu. Almandı, çok güzel Türkçe bildiğini, bana kanıtlayarak vedalaştı.

…Kalpaklı bir resmini halı üzerinde ilk kez görüyorum, Çanakkale de olmalı, geçekten resminin altında yazdığı gibi izinden gidiyor musunuz?

Balkona çıktım, ana baba günü ortalık polis kaynıyor! Sabah dörtlere kadar dayanabildim, polis ordusu geri çekilmedi. Sabah kalktığımda şehrin tüm gazetecileri bizim apartmanı abluka altına almış, ne duydunuz ne gördünüz ne kokladınız diye, ” konutunuzun konumu, görmenizi bilmenizi icap ettiriyor!” ARD nin ( birinci resmi kanal) Elemanları bana sitemler ediyorlar “İşimizi engelliyorsunuz, polise anlattıklarınızı kameraya karşı neden dile getirmek istemiyorsunuz” gam gazlık olmasın diye mi? Önemsiz sandığımdan mı? Ben polise dumandan kokudan söz etmemiştim. Önce onlar bilmeliydi! Öğleden sonra sarışın 1.80 boyunda ki (cinayet masası) bayan komisere gereken açıklamaları yaptım. Akşamın geç saatleri polis Almanca haricinde Türkçe, Arapça olmak üzere anons yaparak görgü şahidi arıyor önümüzde ki cadde ana baba günü, park bomboş, devriye gezen polisler dışında.

“Dikkat, dikkat! …Parkın da kimliği henüz tespit edilemeyen, 20yaşlarında bir genç kadın yakılarak öldürülmüştür. 16.Nisan pazartesi gecesi saat 22.30 suların da gerçekleşen bu vahim olayla ilgili görgü tanıkları park çevresinde 24 saat devriye gezen polislere veya en yakın karakola…

 
Toplam blog
: 584
: 853
Kayıt tarihi
: 01.03.07
 
 

Dinleyenin olmadığı yerde anlatmanın önemi! Nasıl YAZAN oldum. 'Yalnız doğar, yalnız göçer' eskile..