- Kategori
- Tarih
Gezgin yunus macera- 2
Babam İstanbul’un tarih ve kültür bakımından büyük bir öneme sahip olduğunu söyleyerek başladı söze. İstanbul’un temeli M.Ö.7 yüzyıl öncesine dayanıyormuş. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde İstanbul hakkında önemli bilgiler varmış. Süleyman Peygamber İstanbul’da yaşamış. Dillere destan bir de köşk yaptırmış. Daha nice krallar Büyük İskender, Konstantin bu şehre hükümdar olmuş. Uzun yıllar Rum ve Bizans bayrakları bu şehirde dalgalanmış. Koskocaman Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’muş. 5 “Konstantiniyye mutlaka fethedilecektir!” Peygamberimiz (s.a.v), “Konstantiniyye mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir” diyerek İstanbul’un fethedileceğini yüzyıllar öncesinden müjdelemiş. Bu müjdeyi duyan Müslümanlar tam 11 kez İstanbul’u kuşatmışlar. Sonun da bu güzel şehri fethetmek, Osmanlı padişahlarından Fatih Sultan Mehmet’e nasip olmuş.
Meraklı da olunca insan dinlemeye doyamıyor Bu güzel sohbet eşliğinde yol alırken bir de baktık ki İstanbul surlarına gelmişiz. Surları görür görmez “Bu surları nasıl yapmışlar? Kim yapmış?.. ” diye kafamda sorular uçuşmaya başladı. Ben bu sorularla boğuşurken bir yavru kedi geçti önümden. Hem gidiyor hem de durmadan miyavlıyordu. Siyah-beyaz tüyleri güneş ışığının altında ışıl ışıl parlıyordu. Sanki her miyavlayışı “Meraklı Yunus” der gibiydi. Durdum durdum duramaz oldum ve onu kucağıma alıp, okşamaya başladım. Karnının aç olduğu her halinden belliydi. Zavallı, bir deri bir kemikti. Arabaya koşup bir parça ekmek aldım. Karnı doyunca kedicik daha bir hareketlendi. Kuyruğunu bir o yana bir bu yana sallayarak bana yeni oyunlar yapmaya başladı. Birde ön patilerini uzatıp yatışı yok mu? O önde ben arkada surların üzerinde tin tin gezmeye başladık. Derken bir ses: “Merhaba tatlı çocuk.” Etrafıma bakındım annem babam ve kardeşimden başka hiçkimse yoktu. Gelen ses ise onların sesine hiç benzemiyordu. Kendi kendime “Hayal mi görüyorum” dedim. O sırada aynı ses kulaklarımda çın çın çınlamaya devam etti. Defalarca, “Mavi şapkalı çocuk seni çağırıyorum” diyordu ses. Anladım ki bana sesleniyor. Merakım beni alıp sesin geldiği yöne doğru götürdü. Aslında benim bir suçum yok, hep bu merakım yüzünden. Başıma neler açıyor. Siz de şahitsiniz değil mi? Az gittim uz gittim. Dere tepe düz gittim. Surlar arasında hoplaya zıplaya geçtim. Surlarda dolaşırken kocaman renkli bir taş önüme çıkmasın mı? Bir de ne göreyim taş dile gelip, “Hoş geldin tatlı çocuk” demesin mi? Aman Allah’ım! Şaşkınlıktan gözlerim fal taşı gibi açıldı. Ama o, kara gözleriyle bana doğru gülümsüyordu. Tam o sırada bir de soru yağmuruna tuttu beni. Ben sormadan o sormaya başlamadı. Üzerinde gezdiğin surlar kaç yaşında? İstanbul kim zamanında, nasıl fethedildi? Ben okulda derslerden çok yaramazlıklara kafa yorduğum için doğru düzgün cevap bile veremedim sorulara. Taş sordukça ben kem küm etmekten cevap veremiyordum. Kara gözlü taş, “Beni iyi dinle sana çok güzel bilgiler vereceğim. Ben İstanbul’un fethini görmüş geçirmiş bir taşım, ” dedi. (Devam edecek)
Meraklı da olunca insan dinlemeye doyamıyor Bu güzel sohbet eşliğinde yol alırken bir de baktık ki İstanbul surlarına gelmişiz. Surları görür görmez “Bu surları nasıl yapmışlar? Kim yapmış?.. ” diye kafamda sorular uçuşmaya başladı. Ben bu sorularla boğuşurken bir yavru kedi geçti önümden. Hem gidiyor hem de durmadan miyavlıyordu. Siyah-beyaz tüyleri güneş ışığının altında ışıl ışıl parlıyordu. Sanki her miyavlayışı “Meraklı Yunus” der gibiydi. Durdum durdum duramaz oldum ve onu kucağıma alıp, okşamaya başladım. Karnının aç olduğu her halinden belliydi. Zavallı, bir deri bir kemikti. Arabaya koşup bir parça ekmek aldım. Karnı doyunca kedicik daha bir hareketlendi. Kuyruğunu bir o yana bir bu yana sallayarak bana yeni oyunlar yapmaya başladı. Birde ön patilerini uzatıp yatışı yok mu? O önde ben arkada surların üzerinde tin tin gezmeye başladık. Derken bir ses: “Merhaba tatlı çocuk.” Etrafıma bakındım annem babam ve kardeşimden başka hiçkimse yoktu. Gelen ses ise onların sesine hiç benzemiyordu. Kendi kendime “Hayal mi görüyorum” dedim. O sırada aynı ses kulaklarımda çın çın çınlamaya devam etti. Defalarca, “Mavi şapkalı çocuk seni çağırıyorum” diyordu ses. Anladım ki bana sesleniyor. Merakım beni alıp sesin geldiği yöne doğru götürdü. Aslında benim bir suçum yok, hep bu merakım yüzünden. Başıma neler açıyor. Siz de şahitsiniz değil mi? Az gittim uz gittim. Dere tepe düz gittim. Surlar arasında hoplaya zıplaya geçtim. Surlarda dolaşırken kocaman renkli bir taş önüme çıkmasın mı? Bir de ne göreyim taş dile gelip, “Hoş geldin tatlı çocuk” demesin mi? Aman Allah’ım! Şaşkınlıktan gözlerim fal taşı gibi açıldı. Ama o, kara gözleriyle bana doğru gülümsüyordu. Tam o sırada bir de soru yağmuruna tuttu beni. Ben sormadan o sormaya başlamadı. Üzerinde gezdiğin surlar kaç yaşında? İstanbul kim zamanında, nasıl fethedildi? Ben okulda derslerden çok yaramazlıklara kafa yorduğum için doğru düzgün cevap bile veremedim sorulara. Taş sordukça ben kem küm etmekten cevap veremiyordum. Kara gözlü taş, “Beni iyi dinle sana çok güzel bilgiler vereceğim. Ben İstanbul’un fethini görmüş geçirmiş bir taşım, ” dedi. (Devam edecek)