Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

05 Ocak '07

 
Kategori
Dil Eğitimi
 

Goethe'yi aslından okumak için kırk fırın ekmek yemek lazım...

Goethe'yi aslından okumak için kırk fırın ekmek yemek lazım...
 

Bad Saarow...


Demek Almanca öğreniyorsunuz... Aferin.

Yanılıp da “ İngilizce’ ye çok benziyormuş ” diye başladıysanız, yol yakınken vazgeçin.

Başkadır Almanca... Öyle kolay değildir öğrenmesi...

Öyle bir lisandır ki, dünyanızı tepetaklak eder. O güne kadar bildiğinizi sandığınız herşeyi baştan öğretir size...

Öyle bir lisandır ki, mesela tüm isimleri eril, dişil, cansız olarak ayrılır.

Üzerine abandığınızda “Çeksene dirseğini böğrümden!” diye terslendiğini duymadığınız, dolayısıyla “cansız” olduğundan emin olduğunuz cismin, Almanca’daki adı “erkek masa” dır. (der Tisch)

Hayal gücünüzü ne kadar zorlarsanız zorlayın, sonunda dönüp dolaşıp yine çok “erkeksi” birşeye benzetebileceğiniz sosise, o lisanda “dişi sosis” denir. (die Wurst)

Sokakta bağıra çağıra oyun oynarken, yandan iki atkuyruğu yapılmış saçları uzaktan ters Viking miğferi gibi duran sümüklü cimcime, kayıtlara “cansız kız çocuğu” olarak geçer. (das Mädchen)

Nasıl, mantıklı değil mi?

“Yine de öğreneceğim” diyorsanız, siz bilirsiniz. O zaman, hiç olmazsa bu bilge kadının size yardım etmesine izin verin.

Almanca öğrenmek, bir Alman gibi düşünmeyi öğrenmek demektir. Yani tersinden.

“Evrensel dil” matematiğin bile farklı ifade edildiği, bambaşka bir boyuttasınız artık. İşte bu yüzden, Almanca’da yirmibeşin “beş ve yirmi” (fünfundzwanzig), kırkikinin “iki ve kırk” (zweiundvierzig) olduğunu duyunca şaşırmayın.

Rahatlayın.

Yolda saat sorduğunuz vatandaş “çeyrek dokuz” (viertel neun) dediğinde, hemen geç kaldım diye paniklemeyin. Sakin olun. Daha saat sekizi çeyrek geçiyordur. “Üç çeyrek dokuz” (dreiviertel neun) derse, dokuza çeyrek var demektir, acele edebilirsiniz.

Hiçbirşeyde mantık aramayın. Boşa kürek çekmeyin. Sinir harbi yapmayın.

Almanların tutumlu insanlar olduklarını, ellerine geçirdikleri her kelimeye 20 değişik anlam yüklemeden rahat etmediklerini, örneğin “Sie” derken, “o” ya da “ona” (3. tekil dişi kişi), “onlar” ya da “onlara” (3. çoğul kişi), “siz” ya da “size” (kibarca) demek istiyor olabileceklerini unutmayın. Karşınızdakini dikkatli dinleyin. Mahçup olmayın.

“Yok artık!” demeyin. Hemen celallenmeyin. Olaya bir de şu açıdan bakın: Hangi lisan, Almanca gibi konuşurken beyin cimnastiği yapma imkânı verir ki insana?

Hem daha yolun başındasınız... İsyankâr olmayın...

İsmin cinsleri ve halleriyle boğuşmanız bittiğinde, sıra o isimleri nitelemeye gelecek. “Siyah rugan ayakkabılarımın yüksek topukları” demek yerine, o ayakkabıları oturup yemeyi tercih edeceğiniz günler de olacak. Ümitsizliğe kapılmayın. Sabırlı olun. Bu aşamada, o lisanı anadili olarak konuşanların dahi zorluk çektiklerini görmek, sizi bir nebze de olsa teselli edecektir.

Fiillerin büyük bir kısmının iki parçadan oluştuğunu, ve bunların cümle içinde ayrılarak kullanıldığını görünce korkmayın. “Ayşe kumaşa dokundu” demek için, “Ayşe, dokun - kumaşa – du” (Ayşe fasst den Stoff an, anfassen - dokunmak) şeklinde cümleler kurmaya alışın. Abartıp da bütün fiilleri ortasından bölmeye kalkmayın, oturun, çalışın. Hangi fiillerin ayrılıp, hangilerinin ayrılmadığını öğrendiğinizde, kendinizi çamurda yuvarlanan mandalar kadar mutlu hissedeceksiniz.

Bazı fiillerin, “kişiye özel”, bazılarının “kamu malı” olmasını, “İlahi Almanca, hahaha” tepkisiyle, gülümseyerek karşılayın. Zira dünya üzerinde “kendime saçımı taradım” (Ich kämme mir das Haar) diyebileceğiniz başka bir lisan bulamazsınız. Hangi fiilin, ismin hangi haliyle kullanılması gerektiğini kavramanız biraz zamanınızı alacaktır. “Beni miydi, bana mıydı, kendime miydi, sana mıydı?” diye çıldırmadan önce, beni dinleyin, derin bir nefes alın. Her yokuşun bir inişi olduğunu aklınızdan çıkarmayın.

“Weltgesundheitsorganization”, “Ernährungswissenschaftler” (Dünya Sağlık Örgütü, beslenme uzmanı) gibi “uzunkavakaltındayataruyuroğlu” kelimler gözünüzü korkutmasın. Bir kez daha alıcı gözüyle bakın. Tek tek ayırmayı öğrenin. Olmadı siz de uydurun. Kimse size “Yok böyle bir kelime” demeyecektir, bana güvenin.

Etrafınızda anadili Almanca olan biri varsa ve bu kişi şansınıza Almanca öğretmeni falan değilse, “Nasıl?”, “Neden?” gibi sorular sormayın. Adamları sinir etmeyin, ortamı germeyin. Hele hele “Bu nasıl yazılır?” a hiç girmeyin, Almanya çapında geçerli bir yazım kılavuzu henüz icat edilmediğinden, herkes gibi yapın, siz de sallayın.

Öğrendiklerinizi uygulama vakti geldiğinde, pısırık olmayın. Konuşun. Kafasını gözünü yarma pahasına konuşun. Cümleyi ters kuracaksınız, hatırlayın. “Hangisi fiil, hangisi yardımcı fiil, özne neresi, sıfat kim, Allahım ben bunu hakedecek ne yaptım?” diye ağlamayın. Kelimeleri mümkün olduğunca net telaffuz etmeye gayret edin. Almanlar sizi anlamak için özel çaba göstermezler, cümle içindeki bir kelimeyi dahi anlamazlarsa, o cümleyi toptan geçersiz sayarlar, söylemedi demeyin, sonra siz üzülmeyin.

“Yurt dışına gideyim, pratik yapayım” diye hemen yollara düşmeyin. Nereye gideceğinizi iyi planlayın. Bir bilene sorun. Almanya’nın kuzeyi ile güneyinde, kulağınıza neredeyse ayrı lisanlarmış gibi gelen lehçeler konuşulduğunu, hele hele İsviçre’de konuşulan Almanca’yı, Alman televizyonlarının altyazılı verdiklerini göz önünde bulundurun. Mümkünse Almanya’nın Oxford’una, Hamburg’a gidin.

Gittiğiniz yerde tanıştığınız insanların Almanca’dan başka bir lisan bilmediklerinden emin olun. Siz de mesela İngilizce bildiğinizi kimseye söylemeyin. Manyak değilseniz, mecbur kalmadıkça Almanca konuşmayacağınızı aklınızdan çıkarmayın, mecburiyetinizi kendiniz yaratın. Kolaycı olmayın.

Kalabalık bir grupla dışarı çıktığınızda, herkesi aynı anda takip edemeyeceğinizi düşünerek kendinize bir kurban belirleyin, onun yanına oturun. Bütün gece onun üzerinde pratik yapın. Muhtemelen o kişiyi bir daha görmeyeceksiniz, aldırmayın.

Yurtdışına, olmadı Antalya’ya gidecek vaktiniz ve naktiniz yoksa, televizyon seyredin. Seyrettiğiniz programın konuşma içermesine dikkat edin. Gece yarısı kuşağı Almanca öğrenmek için uygun olmaz, kendinizi kandırmayın.

On sene sonra baktınız hâlâ olmuyor, son çare olarak bir Fransız arkadaşımın yaptığını yapın: "Eine, einen, einem, keine, keinen, keinem", emin olmadığınız yerde yuvarlayın gitsin. O işe yaradığını söylemişti, senelerdir Almanya'da yaşıyor, tecrübelidir yani...

Size hayatta başarılar, Goethe'li günler...

 
Toplam blog
: 81
: 1521
Kayıt tarihi
: 04.07.06
 
 

Kişinin kendini anlatması zor. Her şeyden birazım, her şeyim yarım.   ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara