- Kategori
- Deneme
Görebilmek

manzara
Yeşil yandı sonunda. Kırımızı ışıkta beklemek sıkıyor beni. Gaza basmak için sabırsızlanıyorum ama saniyeler hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor. Bir an önce evlere varmaların telaşı sarıyor yolları. Yol kenarındaki ağaçlarda yılbaşından kalmış yanıp sönen renkli ışıklar göz alıyor. Kentin kargaşasını, tozunu, kirini, pasını akşam saklıyor, gözüme bir başka görünüyor. Bir restaurant açılışı için yapılan, gürültüyle gökyüzüne tırmanıp binbir şekil ve renk cümbüşüyle dağılan havai fişekler gökyüzünü şenlendiriyor.
Park edip giriyorum apartmana. Girişte yerlere saçılmış broşür ve kağıt yığını canımı sıkıyor. Ne büyük israf ve kirlilik. Kapımı açıp atıyorum kendimi içeriye. Yorgun olunca insanın evi cenneti oluyor. Başka hiçbir yer de olmak istemem şimdi, evim evim güzel evim. Ama o da ne ev uçuyor darmadağın. Girer girmez bir sürü ayakkabı karşılıyor beni. Kişi başına kaç ayakkabı düşüyorsa hepsi ortada. Benden sonra evden çıkan kızım ve oğlum harika iş çıkarmışlar doğrusu. Neyse ayakkabı barikatını aşıp odama giriyorum aceleyle. Odamın düzeni ve temizliği sakinleştiriyor biraz beni. Sabah ne kadar geç kalsam da odamı toplamadan çıkmam, akşam böyle bulabilmek için. Kıyafetlerimi çıkarıp rahat bir şeyler giyiyorum üzerime. Denizi anımsatan mavinin egemenliğindeki banyomda yüzümü yıkayıp makyajımı temizliyorum, aynaya şöyle bir bakıp saçlarımı toparlıyorum, Yatağıma uzanıyorum biraz. Penceremin önündeki menekşelerim gözüme çarpıyor. Susuz kalmış, büzüşmüş, boyunlarını bükmüşler, küsmüşler bana. Sevip okşayıp konuşuyorum, biri beyaz, biri mor, çiçeklerinin olanca güzelliğini bana sunan menekşelerimin çürümüş yapraklarını temizleyip, su koyuyorum altlarındaki tabaklara.
Tekrar yatağa uzanıp gözlerimi kapayınca karalık içine çekiyor beni. Görmek ne kadar güzel bir şey diye düşünüyorum, karanlığı sevmiyorum. Karanlık renklerin değerini önemini hatırlatıyor. Düşünsenize doğduğunuzda görmediğinizi; renkleri hiç bilmediğinizi, çiçeklerin renkleri, denizin mavisi, ormanın bin bir türlü yeşili, elmanın kırmızısı, portakalın sarısı, gökkuşağının o muhteşem renklerini, her yerin aynı kapkara olduğunu düşünmek bile insanı sarsıyor, ne büyük yoksunluk.
İnsan ruhunu zenginleştirir, ufkunu açar görmek. Bir annenin doğumdan sonra ilk kez çocuğunun yüzünü görmesi kadar önemli ne olabilir. O minicik ellerini göğsüne koyup o doyulmaz emzirme anlarını seyretmek. Sonra ilk kez anneciğim deyip kocaman gülümsemesi; o minik elleriyle yaptığı kendi dünyasını yansıtan rengarenk resimlerini büyük bir heyecanla sana getirmesi, ilk kez adım atarken ki coşkusu, okul da ki ilk günü, yazmayı öğrenmeye çalışması, şiir okuması, sahnede rol yaparken veya bir maçta gol atarken seyretmek. Gün be gün büyümelerini gözlemlemek. En önemli anlarına tanık olmak, mutluluklarını, üzüntülerini paylaşmak. Sonrada onları gelinlik ve ya damatlıkla görme anındaki mutluluğun yerini hiçbir şey dolduramaz heralde.
Denizi seyretmek de bir tutkudur benim için. Sabah ayrı bir güzeldir deniz. Güneş henüz uyanmaya çalışırken, bir sis dalgası kaplamıştır üzerini. Geceden kalmış, gel gitlerden yorulmuş, hırçınlığı bırakmış sakinleşmiştir. Ütüden yeni çıkmış bir çarşaf gibi ılık ve pürüzsüzdür. Kimsecikler yokken deniz hava kumsal sana ait sadece senindir. Sahilde kumlarda yaptığın hafif yürüyüşten sonra kendini huzurla bıraktığın sular, bir anne şefkatiyle sarıp sarmalar hafif terli ısınmış vücudunu, teslim olursun denizin mavisine.
Birde unutamadığım bir manzara geliyor aklıma. Birkaç günlük tatillerin birinde gittiğimiz Göreme de sabah saat beş civarında anlam veremediğim garip bir sesle uyanıp kapımı açtığımda karşılaştığım inanılmaz bir görüntü beynime kazınmış. Kalkmaya hazırlanan sesleri ile onlarca rengarenk balonun, Göreme’nin uzayı çağrıştıran değişik atmosferiyle bütünleşmesi, muhteşem ve büyüleyici bir görüntüydü doğrusu. Bunu görüntü büyük zevk vermişti bana.
Düşünceler anılar derken ben baya bir derine dalmışım. Tekrar evime dönüyorum. Şimdi evimi görme zamanı. Çocuklar gelmeden evi biraz toparlayıp yemek hazırlamalıyım. Odalara şöyle bir göz gezdiriyorum. Tam bir facia darmadağın, kitaplar giysiler yerlere alışık, doğal ortamları ne de olsa, çoraplar tekleri tarafından terkedilmiş üzgün boyunları bükük orda burda, yataklar açık, yorgan yataktan ayrılmış yerde tek başına buruşuk. Dolapların kapıları sonuna kadar açık davetkar. Daha fazla bu manzaraya dayanamıyorum. Kirlileri toparlayıp kapılarını çekiyorum. Ne yapsam da bu evde düzeni sağlayamıyorum nasılsa ertesi gün her şey alışık olduğu yerini buluyor boşa çabalamak istemiyorum. Çamaşırları renklerine göre ayırarak tabiî ki makine ye atıyorum. Yemek yapmalıyım ama ne? Biri onu yemez biri bunu yemez. Oğlum ve kızım etçil bizse eşimle ot obur. Mutfak da odalardan farksız. Akşam yatana kadar yeme faaliyeti devam ettiğinden. Tost yapılmış makine ortada, tabak ve bardaklar tezgahı kaplamış. Homurdanarak toparlıyorum ortalığı. Çabuk ve basit bir şeyler hazırlıyorum ne de olsa artık büyüdüler eski özenim yok artık.
Onlar gelmeden biraz nefes almak için evimin en huzurlu yeri, bejin ve kahverenginin ahenkli birlikteliğinin hakim olduğu salonumuza geçiyorum. İçeriyi dolduran dışarıdaki sokak lambasının ışığını görmemek için kalın perdelerimi çekiyorum. Abajurdan yansıyan loş sarımsı yumuşak ışık sinsice sarıyor ortamı. İki yavrusuyla ailemize neşe saçan rengarenk hint bülbüllerinin heyecanlı, ordan oraya hızla konan hareketlerini seyrediyorum, çok şirinler yavrularıyla mutlu mesut ötüşüyorlar, onca harekete rağmen onlar yorulmuyor ama ben seyrederken yoruluyorum. Ortada büyükçe kare sehpayı kaplayan dergilerden birini alıp uzanıyorum, uykusuz gecelerimde bana yardım ve yataklık yapan rahat üçlü koltuğa. Dekorasyon dergilerine bakmak hoşuma gitmiştir her zaman, değişik şık mobilyalar görmek ufkumu açıyor zevkimi geliştiriyor.
Böyle huzurla uzanmışken, günün yorgunluğu önce bacaklarıma sonrada, dergilere bakmak için çırpınan ama gözkapaklarına bir türlü söz geçiremeyen gözlerime vuruyor. Ağır ağır uyku çekiyor beni gizli kuytu karanlık mahzenine, ama renkli rüyalarıma engel olamıyor…