Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ekim '13

 
Kategori
Deneme
 

Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl ?

Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl ?
 

"Yüzünü görmem, Yerini sormam, Elini tutmam ama, Seni hiç unutmam..."


http://www.youtube.com/watch?v=IGwSA3AJ050

(Ezginin Günlüğü - Rüya)

“Gözsüz görüyorum rûyâda, nasıl?”

Necip Fazıl Kısakürek

“Canım sevdiğim; o kadar yıllık uyumuşluğum vardır, rüya sever olacağımı hayal bile etmezdim seni sevene kadar; sana hasret kalana kadar; seni görebilmek için rüyalarımda, her gece uyumadan evvel dakikalarca dua edene kadar…” 

Nasıl enteresan bir sır şu ‘rüya’ dediğimiz şey değil mi? Üstat Necip Fazıl’ın dediği gibi; rüyada iken “Gözsüz görüyorsunuz”; elinizi kıpırdatmadan dokunuyorsunuz; dayamadan yanağınızı sevdiğinizin gül yanağına burnunuzun direği sızlayana kadar kokusunu duyuyorsunuz aklınızın, kalbinizin ta içinde; çıldırasıya korkabiliyorsunuz; içiniz dışınıza çıkana kadar ağlayabiliyorsunuz ama aslında hiç birini yaşamıyorsunuz o anda… Nasıl?!.. 

Nasıl oluyor, rüya nedir aslında tam olarak, niye rüya görüyoruz..? Gibi pek çok soru bilimsel anlamda hala yanıtını tam olarak bulabilmiş değil. Ama zaten beni ilgilendiren kısmı da bu değil! Ben işin “Lucid dreaming” kısmındayım. Rüyalarımı kontrol edebilmek istiyorum. O kadar çok özlediklerim var ki; onları görmek istiyorum.

Lucid dreaming; kişinin rüya gördüğü anda rüya gördüğünün farkında olması ve bir nebze de olsa rüyasını kontrol edebilmesi durumuna verilen ad ya da başka bir görüşe göre; İnsanın ‘rüyasında rüyasını kontrol ettiğini görmesi’ durumuna verilen addır.

“Tam da bu noktada; Lucid dreaming meselesinin popülerleşmesine neden olan o güzel Tom Cruise filmi “Vanilla Sky”dan ve aslında o filmin ilk, özgün çekimi olan 1997 yılı yapımı İspanyol filmi “Abre Los Ojos”(Aç Gözlerini)' den de bahsetmeden geçmek olmaz tabii...”

Göreceğiniz rüyayı seçebileceğinizi, hatta seçtiğiniz rüyayı görürken bile hemen, anında online değişiklikler yapabileceğinizi bir hayal eder misiniz?.. Ne hoş olur değil mi? Belki bir gün bilim bunu sağlayacak bizlere. Peki acaba, o zaman yaşadıklarımız bizi yeterince tatmin eder mi? Bu kez de kendi kendimize “Gerçek değil ki yaşadıklarım, ne olursa olsun rüya bunlar...” diyerek tatminsizlik yapmaya devam eder miyiz? Rüyalar gerçekler kadar doyurur mu yani? Doyuruyor mu ya da?..

“Canım, benim bebeğim, sevdiğim, tatlım, balım… Rüyalarda bile olsa öylesine muhtacım ki seni görmeye, hissetmeye, kokunu içime; taa içime çekmeye… Her geçen saniye senin için biriken o kadar çok şey var ki dilimin ucunda, kalbimin en derininde… Ellerini koklaya koklaya öpesim var… uzun uzun… Ellerini tutup sımsıkı, bırakmayıp; öpesim öpesim öpesim; yüzüme, gözüme süresim var…”

Bazen öyle bir an gelir ki hayatınızda; çok küçük şeylere bile şükredersiniz, çok küçük şeylerle bile yetinirsiniz… bunu öğretir hayat size… Hayat size azla mutlu olmayı, karşılıksız sevmeyi, gözsüz görmeyi, “o” yokken “o” hep yanınızdaymış gibi yaşamayı öğretir…

Öğrenirsiniz, çok pis öğrenirsiniz hem de…

Not: Merak edenler için üstat Necip Fazıl’ın harika şiiri “Çile”nin tamamını da paylaşıyorum:

Çile

Gâiblerden bir ses geldi: Bu adam,

Gezdirsin boşluğu ense kökünde!

Ve uçtu tepemden birdenbire dam;

Gök devrildi, künde üstüne künde...

 

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!

Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!

Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,

Ok çekti yukardan, üstüme avcı.

 

Ateşten zehrini tattım bu okun.

Bir anda kül etti can elmasımı.

Sanki burnum, değdi burnuna (yok) un,

Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

 

Bir bardak su gibi çalkandı dünya;

Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.

Al sana hakikat, al sana rüya!

İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

 

Ensemin örsünde bir demir balyoz,

Kapandım yatağa son çare diye.

Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,

Yepyeni bir dünya etti hediye.

 

Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor;

Mekânı bir satıh, zamanı vehim.

Bütün bir kâinat muşamba dekor,

Bütün bir insanlık yalana teslim.

 

Nesin sen, hakikat olsan da çekil!

Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!

Otursun yerine bende her şekil;

Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

 

…………………………………..

…………………………………..

 

Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,

Benliğim bir kazan ve aklım kepçe.

Deliler köyünden bir menzil aşkın,

Her fikir içimde bir çift kelepçe.

 

Niçin küçülüyor eşya uzakta?

Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?

Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta?

Sonum varmış, onu öğrensem asıl?

 

Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap,

Bir fikir ki, beyin zarında sülük.

Selâm, selâm sana haşmetli azap;

Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

 

Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!

Ey yedinci kat gök, esrarını aç!

Annemin duası, düş de perde ol!

Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!

 

Uyku, kaatillerin bile çeşmesi;

Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.

Teselli pınarı, sabır memesi;

Size şerbet, bana kum dolu çanak.

 

Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet,

Sırrını ararken patlayan gülle?

Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;

Karınca sarayı, kupkuru kelle...

 

Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş,

Mevsimden mevsime girdim böylece.

Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,

Fikir çilesinden büyük işkence.

 

…………………………………..

…………………………………..

 

Evet, her şey bende bir gizli düğüm;

Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!

Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,

Yetişir çektiğim mesafelerden!

 

Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;

Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık.

Her gece rüyamı yazan sihirbaz,

Tutuyor önümde bir mavi ışık.

 

Büyücü, büyücü ne bana hıncın?

Bu kükürtlü duman, nedir inimde?

Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,

Bir zehirli kıymık gibi, beynimde.

 

Lûgat, bir isim ver bana halimden;

Herkesin bildiği dilden bir isim!

Eski esvaplarım, tutun elimden;

Aynalar, söyleyin bana, ben kimim?

 

Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa

Arzı boynuzunda taşıyan öküz?

Belâ mimarının seçtiği arsa;

Hayattan muhacir, eşyadan öksüz?

 

Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,

Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,

Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,

Dev sancılarımın budur kaynağı!

 

Ne yalanlarda var, ne hakikatta,

Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.

Boşuna gezmişim, yok tabiatta,

İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

 

…………………………………..

…………………………………..

 

Gece bir hendeğe düşercesine,

Birden kucağına düştüm gerçeğin.

Sanki erdim çetin bilmecesine,

Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.

 

Açıl susam açıl! Açıldı kapı;

Atlas sedirinde mâverâ dede.

Yandı sırça saray, ilâhî yapı,

Binbir âvizeyle uçsuz maddede.

 

Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;

Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.

İçiçe mimarî, içiçe benlik;

Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur!

 

Nizam köpürüyor, med vakti deniz;

Nizam köpürüyor, ta çenemde su.

Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;

Suda ezel fikri, ebed duygusu.

 

Kaçır beni âhenk, al beni birlik;

Artık barınamam gölge varlıkta.

Ver cüceye, onun olsun şairlik,

Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta.

 

Öteler öteler, gayemin malı;

Mesafe ekinim, zaman madenim.

Gökte saman yolu benim olmalı;

Dipsizlik gölünde, inciler benim.

 

Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!

Heybem hayat dolu, deste ve yumak.

Sen, bütün dalların birleştiği kök;

Biricik meselem, Sonsuza varmak...

 

NECİP FAZIL KISAKÜREK

 
Toplam blog
: 160
: 2717
Kayıt tarihi
: 16.04.09
 
 

Öykü Şiir Deneme ..