- Kategori
- Gündelik Yaşam
Göztepe-Bostancı hattından insan manzaraları !

Biliyorsunuz, en sevdiğim yürüyüş parkurlarımdan biri de Göztepe-Suadiye hattıdır. Eğer yol boyu ilgimi çeken bir manzara olmazsa -kafamda binbir düşünce- çoğu kez Suadiye’ye nasıl vardığımı anlamaz, dönüşü de trenle yaparım; ama benim ülkemde manzarasız sokak olur mu, hele ki Bağdat Caddesi:) Dün gece de kendimi elit parkurun dayanılmaz cazibesine teslim ettim; ama bu kez Bostancı’ya kadar yürümeye kararlıydım!
Apartmanımızda çöpler 19:00’da toplanır ve vaktinden önce kapı önüne çıkarılması da koku ve hijyen açısından yasaktır. Genellikle 19:00’dan önce evde olamayacağım için de çöplerim ya kapının önünde bir sonraki günü bekleyecektir ki -dediğim gibi- buna izin verilmemektedir ya da kendi çöpümü kendim atmak zorundayımdır!
“Evladım, çöpünü neden oraya atıyorsun?”
“Teyze, bu çöp konteynırı değil mi, başka nereye atayım?”
“Çucuğum, o bizim apartmanın konteynırı; kendi apartmanınızın konteynırına atsana! Bak, bizim torbalarımız ne kadar tertipli ve ağızları da sıkıca bağlı. Çöpçüler bizim Emin Efendi’ye teşekkür ediyormuş! Senin torbanın ağzı gevşek! Wigros torbası mı o? Al bakiim onu ordan. Altındaki torbayı da düzelt!”
Komşu apartmanın muhtarı teyzem yarı beline kadar camdan sarkmış, konteynır bekçiliği yapıyor! Sanki Çöp Konteynırları Güzellik Yarışması yapılacak !
Tanrım, lütfen benim için böyle şirin bir yaşlılık planlama, olur mu?
Artık gençlerle yakın plan yürümemeye, onları duymamaya özen gösteriyorum! Çünkü -duyduklarım karşısında- kendimi anne-babalarının yerine koyduğumda içim acıyor! Akşamın o saatinde sokakta ne işleri vardı bilmiyorum; ama 15-16 yaşlarında, açık kahverengi okul tişörtlü üç kız, iki erkek konuşa-şakalaşa bana doğru geliyorlardı. Tam yanımdan geçerken, erkeklerden biri;
“Kız Bûşra, Taner’le yattın mı gerçekten?” demez mi!
Okkalı bir küfür salladı büyümüş de küçülmüş kızımız!
Caddede fark ettim! Teen yıllarının sonuna yaklaşan kızlarımızda yeni bir akım başlamış! El ve ayak tırnaklarının her biri farklı renkte ojeli! Hem de ne renkler: Sarı, mavi, yeşil... Artık akşamlar daha serin; ama göbişler hâlâ meydanda, kolsuz blûzlar, açık ayakkabı-terlikler de gırla! Androidlerin mıçı da donmuyor valla!
E diyorum size; kadınlar evrim geçirdi, erkekler güdük kaldı ! Ednan Hoca’nın inandığı tek evrim de bu bence:)
Tıklım tıkış bir yerin önüne geldim. İçerisi silme dolu. Yaş ortalaması 18-20 ve masalar sosis-bira-patates üçlüsünden geçilmiyor! Ben Fransa’da bu kadar patates kızartma yendiğini görmedim, neden French Fries deniyorsa! O kalori bombasını ağzıma sürmem de ısmarlayacak olsam, Turkish Fries derdim! Neyse, tavandan sarkan büyük ekran TV’lerde de -çok sevdiğim- futbol ve Alex’in gözyaşları vardı. Kimi müşteriler de yudum-lokma aralarında ağlıyor, ağıtlar yakıyorlardı !
Gitme desem Alex
Kalır mısın bizimle
Gitme desem koçum
Oynar mısın bizimle
Gitme gitme gitme ah gitme
Gitme gitme gitme lan gitme
Ya, çok duygusal çocuklar şu Fenerliler:) Az kaldı beni de ağlatacaklardı:( Düne kadar en büyük başkan onların başkanıydı, şimdi en küçük başkan onların başkanı:) Diyorum ya, futbola bulaşan sıyırıyor! Uzaklaşmak üzereyken dikkatimi çekti! Birahanenin ismi MOTORİN’di. Türkçeye kıran girmişti ya KARBÜRATÖR adında tatlıcı, KREM ŞANTİ adında kuyumcu görsem de şaşırmayacaktım! Normal olan hiçbir şey revaçta değildi artık! Yaşamın her evresinde aykırılık şarttı. Kapıda bekleyen insansı gorillerin şaşkın bakışları altında kollarımı ve başımı havaya kaldırıp Rabbimden sabır dileyecektim ki bana bakan bir Harley gördüm! Üşenmemiş, koca motoru ağaca asmışlardı. “Kafama motosiklet düştü.” desem, yalan olmazdı; ama kimse de inanmazdı. İzlediğim manzaradan şu sonucu çıkardım: Önünüzdeki ağaca şirinlik olsun diye Harley asıp hatta çatınıza da damalı bir 64 Chevrolet kondurursanız; mazot almaya gelenlere Nevşehir patatesi ve soyulmuş sosis eşliğinde litrelerce bira pompalayabilirsiniz:) Bırakın onu da, şimdi benzinciler de özenip totemlerini değiştiriyorlar mı, buyrun şamataya:)
ŞELL BİRAHANESİ: 95 oktan fıçı: 4.80 TL, 97 oktan limonlu: 4.88 TL, W-Power dark: 4.34 TL
Yıllarca yurt dışında içim karardı, keşke daha önce dönseydim; güzel ülkemin her köşesinden mizah fışkırıyor:)
Hem yürüyorum hem de arkama dönüp çakma benzinciye gülüyordum ki yüz metre kadar önümde bir mavilik fark ettim! Yok yok, riya mavisi değildi, laciverte yakındı tonu. Yaklaştıkça daha da belirginleşti. Bağdat Caddesi’nde Cafe&Rest’ler genelde kaldırımla aynı hizadadır. Hele yazın camlar da açık olduğu için yemek yiyenlerin tabağındakileri dahi görebilirsiniz. Neyse, binanın önüne gelince şaşkınlıktan dilimi yutacaktım! Her bir harfin büyüklüğü neredeyse benim boyumdaydı, mavi ışıklandırmayla CHOEPCHUE yazıyordu! Mekâna 6 basamaklı merdivenle çıkıldığı için camların arkası soru işaretiydi; ama insan kafaları görünüyordu. Kapıda da minik bir azman vardı yine!
Binanın tam karşısındaki ağaca yaslandım ve düşünmeye başladım! Devasa tabelanın mavi ışıklarıyla çevre de masmaviydi. Acaba burası neydi ve o isim nasıl okunuyordu! MOTORİN’den sonra iyice tırsmıştım ve kapıdaki miniğe sormaya karar verdim!
“Merhaba kardeş! Şu tabelayı okuyamadım da, nasıl okunuyor acaba?”
“ÇÖPÇÜ”
“Çöpçü mü!! Allah Allah, nece ki bu?”
“Bizim patron biliyor o dili.”
“İçeride de o lisan mı konuşuluyor?”
“Herkes Çöpçü diyor.”
Yine Türkçenin genetik kodlamasıyla oynamışlardı ve çıldırmak üzereydim! Neredeydi benim sazım?
Evlerinin önü mersin
Ah sular içmem kaderim tersin tersin
Mevlâ'm bana sabır versin
“Vay anasını yaa!! Demek çöp işini de özelleştirdiler ve Bağdat Caddesi’nin temizliğini de caddenin göbeğine kondurdukları ÇÖP ARITMA TESİSİ ile çözdüler. Kutluyorum senin patronu birader! Çok hayırlı bir iş yapmış. Temizlik imandan gelir de neden Türkçe ÇÖPÇÜ yazmamış ki. Herhalde Estonyaca falan. Bu yörede Estonyalılar mı çoğunlukta, onlar mı kirletiyorlar çevreyi?”
“Yok, lâzlar çoğunlukta.”
“Fuiyy, yoksa sen de mû lâz uşagisun?”
“Yok, ben göçmenim beyefendi.”
“Peki birader, o insanlar ne yapıyor içeride?”
“Çöp yiyorlar!”
Ben merdivenin ilk basamağında -sinir içinde- kılıçtan sözlerimi bileylerken, minik azman da kapı girişinde akşam vakti çattığı deliden kurtulmaya çalışıyordu!
“Yıllar önce Ataköy Atıksu Arıtma Tesisi’nde, arıtılan suyu içtiklerini görmüştüm de ayrıştırılan çöplerin yendiğini görmemiştim! Ekonomiye ne büyük destek! Dünyadaki onca aç insana ne anlamlı mesaj! Helal olsun valla size. Herhalde biyokimyasal çevrime uğramış, organik kompostları sunuyorsunuz insanlara! Halk dilindeki adı gübre; ama siz Estonyaca GUEBRHE filan diyorsunuzdur. Yoksa Chateau Fumier mi deseniz, daha yenilebilir olurdu!”
Sakinleşemiyordum bir türlü! Daha da lâf sokmak istiyordum aslında; ama garibim söylediklerimden bir şey anlamıyordu! Cinfikir patronu lazımdı bana!
“Beyefendi girecekseniz buyrun, yoksa müşterilerimizin geçişine mani oluyorsunuz!”
“Yok, ben girmeyeyim. Bu kadar mazot ve gübreyle doymuş kadar oldum zaten.”
İstanbul’un cingöz müteşebbisleri Ege'nin çöp şişini keşfetti. İstanbullu şişseverler de (Nako yünle alâkası yok) sokaklarda çaresiz bakışlarla geziniyor ve ahh keşke burada da bir Ege Çöpçüsü olsaydı diye dövünüyorlardı ki hayırsever bir iş adamı bu sızlanışları duyup, yatırımını patlattı. Şimdi de her köşe başında CHOEPCHUE, ÇÖPÇİ, EGE ÇÖP SARAYI, SÖNDÜM ÇAVUŞ ÇÖPÜ, İZMİRLİ BABANIZIN ÇÖPÜ, AYDINLI ANANIZIN ÇÖPİ diye türevlerini görüyorsunuz! Misafirlerimiz İstanbul’umuza geleli daha birkaç ay oluyor; ama fırançays da vermeye başlamışlar:) Anlayın bizim milletin açlığını. Hepsi de tıklım tıklım. Etoburlardan göz gözü görmüyor! Garsonlar kırmızı, turuncu, mavi bandanalı; bellerinde de janti önlükler! 14 adet kargı çöpe takılı -toplasan 100 gr- minicik etçiklerin ki pişince diş dolgusu yerine de kullanılabilir, fiyatı -muhitine gore- 15-20 TL. Üstüne de İzmir Lokması ya da Cevizli Sarma! Koyun etinin toptan fiyatı -kilosu- en fazla 20 TL’dır. 150-200 TL’dan satmak sizce de akıllıca değil mi:) Cince mi!! Siz de çok kötü kalplisiniz! Peki, neden 14 adet? Çünkü 14 taneyle ancak çocuklar doyar ve büyükler 1.5 porsiyon yerler, yani 21 adet. Ve 14 ikiye bölünebilen doğru rakamdır. 12 az olur, 16 ise 1.5 porsiyon siparişlerini baltalar! Gördünüz mü cin(sel) hesapları. Aslolan porsiyon fiyatı ve cirodur, gerisi illüzyon!
Şimdi söyleyin lütfen! Pabuçları itinayla ters giydiren insansı cinleri gören Lucifer nasıl tövbekâr olmasın!
Yahu, İstanbul’da çöp şiş mi yoktu? CHOEPCHUE denmesine mi ihtiyaç vardı da patladı gitti! Ekmek kadayıfı satana EKMEKÇİ, yaprak döner satana YAPRAKÇI mı diyoruz; bari ŞİŞÇİ deseydiniz! Gerçi o zaman da SHISHCHI filan demeye kalkardınız!
O sinirle -kendimle konuşa konuşa- Bostancı Tren İstasyonu’na geldim. İstanbul’da güzel şeyler de oluyor! Trenlerimiz hızla yenileniyor. Kadıköy-Kartal Metrosu açıldı. Marmaray’ın trenleri de test-alıştırma nedeniyle yollarda ve Avrupa’daymış gibi sessiz, temiz ve klimalı seyahat ediyoruz. Şansıma yeni trenlerden biri geldi. Saat 22:00 sularıydı ve vagonda 3-5 kişi vardı. Oturdum. Kesif bir anason kokusu vardı içeride ve sanki imbiğe düşmüş de damıtılıyordum! Çevremdekileri inceledim. Öyle ya, sarhoşun biri vagondaydı ve rakı reklamı yapıyordu herhalde! Ama vagondaşlarımın hiçbiri de içmişe benzemiyordu. Göztepe’de inmek için ayağa kalktığımda arka koltuktaki ve yerdeki rezaleti gördüm. Alkolik yaratığın biri kusmuş ve gitmişti. Hani kimi insanlarımız içkiye karşı gelenlere yobaz diyorlar ya, haftada bir iki kadeh şarap içmekten keyif alan biri olarak ben de içkinin su niyetine içilmesine karşı bir yobazım! O rezillere de ağız yoluyla değil, lavman yoluyla alkol almalarını öneriyorum!
Bu manzaralar artık beni çok yoruyor; ama yazmazsam da töreye ihanet etmiş olurum! Çünkü babam ve hatta dedem de benim gibiymiş:) Otuzlu yıllarda dedem sakaların peşine düşermiş! Çünkü halka olur olmaz yerlerden doldurdukları mikroplu suları satıyorlarmış! Babam ise -emeklilik yıllarını geçirdiği- Göztepe’yi hallaç pamuğu gibi atardı. 40 yıldır Göztepe’de yaşıyoruz ve esnaf zabıtadan değil, babamdan korkardı.
Trenden inmiş, yavaş adımlarla evime yürüyordum ki acı fren sesiyle ittifak içinde olan havalı kornayı bastıran bir böğürtüyle düşüncelerimden kurtuldum!!
“Ne atıyorsun kendini yola be adam!! Akşam akşam bela mısın başıma! Beni buluyor bu cinsler de.”
Dönmüş gözlerle, otopark girişi olma hevesindeki ağzı taşıyan kafasını camdan çıkarmış, böğürüyordu Yolların Fatihi minibüsün asil kaptanı. Cevap vermedim. Kafam doluydu. Belki de ben hatalıydım! Ara gazlar vere vere geçti yanımdan! Minibüsün arka camındaki yazı gecenin tüm sinirini yatıştırmaya yetti:)
Ne olursan ol gelme, Mevlâna değilim beni germe !