- Kategori
- Sosyoloji
Gücün çekirdeği

Su krizi gündeme gelmişken bulanık suda balık avlamaya niyetlenenler bu fırsattan istifade sıcaklıklar karşısında insanların klimalara saldırması nedeni ile enerjinin yetersizliğini gündeme getirerek ölümcül bir teknoloji olduğu çok iyi bilinen Nükleer enerjiyi önümüze tekrar koydular ve hükümette bu fırsattan istifade ile nükleer dayatmayı hızlandırdı. Türkiye bu belaya bulaşırsa kuraklık ve çölleşme nükleerin yanında daha az acı veren bir ölüm olur.
Türkiye yaklaşık 10 yıl önce ciddi bir nükleer dayatmayı turnikeden dönerek atlattı. Ama her bakımdan Özal’ı taklit eden ve iktidarını küresel güçlere dayanarak sürdüren AKP hükümeti, bu kirli mirası sahiplenmede bir beis görmeyerek, nükleer pazarlıkta Türkiye’nin Hayatını iştahı kabarık nükleer şirketlerin önüne pey akçesi olarak sürdü.
Oysa Çernobil’in kanseri daha kurumamıştı, hatta bulutlar adam öldürürken ve Karadeniz halkı ölümcül miras altında damgalanmışken Nükleer Ölüm için tekrar davetiye çıkarıldı.
Tabi Tavuk Kümesindeki tilki misali kimi işadamı örgütleri ile kendi nükleer zevkleri uğruna bilimsel erdemi hiçe sayan bilim adamları ve ana akım medyanın bir bölümü , nükleer İktidarın önünde susta durmayı içlerine pek bir güzel sindirdiler. Eh ne de olsa sermaye denen gönül ferman dinlemiyordu.
Ancak bir nükleer karşıtı olarak en çok komiğime giden de Çernobil’in kara prensi, bilimsel kisvesini ikbale değişen bir sözde bilim satıcısının-ki onu hemen tanıyacaksınız-nükleer ölüme, kanser bulutlarına ilişkin her karşı çıkışın ardında petrol lobilerinin olduğunu iddia edecek denli müfteri olabilmesi. Normaldir, bilimsel onurlarını ikbale değişenler her vicdanı satılık sanır, ama bilmelidirler ki kimi vicdanlar asla satın alınamaz.
Neyse değerli satırlarımı bu bilim ve vicdan karikatürleri ile daha fazla işgale açık kılmak niyetinde değilim.Benim asıl değinmek istediğim Nükleer enerji ile ilgili olarak ülkemizde yapılan tüm tartışmalar da hemen hiç kimsenin nedense pek değinmediği enerji ve teknoloji ilişkisine ve bu ikiliden yola çıkarak sanayi uygarlığı denen olgu. Oysaki nükleer tahakküm ile modern sanayi uygarlığı arasında kopmaz bir bağ var.
Savaşan Teknoloji: Biri sivil mi dedi
Teknoloji konusundaki kuşkucu ve hatta eleştirel yaklaşımıyla tanıdığımız Lewis Mumford, ilk pramidler gibi modern teknolojinin de savaşın rahminde büyüdüğünü ve ondan doğduğunu belirtir. Teknoloji bir Megamakine’dir bu kavramla Mumford gücün seferber edilmesini, tek bir elde toplanarak yoğunlaştırılmasını ve merkezileştirilmesini kasteder ki, nükleer santraller tam da böyle bir yapılanma taşırlar. Teknik olgular bilimin hükümranlığına dayandıklarından, neden ve ne için gibi etik sorular ıskalanarak, nasıl sorusuna yani yapılabilirlik olgusuna yoğunlaşılır. Böylece daha baştan aslında istenilen şeyin toplumsal fayda değil, güç elde etmek, gücü temerküz etmek olduğu ortaya çıkar. Nitekim Mumford Dev Makine kavramını izah ettiği Teknik ve Uygarlık kitabında, Dev Makine’nin (yani Teknik seferberliğin) bir güç temerküzü yani yoğunlaşma olduğuna dikkat çekerek, dev makinenin bir güç kombinasyonu olarak tüm kaynakları bir araya topladığını, dil, din, bürokrasi ve kapitalizmi, askeri güç kaynaklarını devasa bir egemenlik için bir araya topladığını belirtir. Nükleer teknoloji de böyledir, nükleer enerjide de askeri güç, sermaye, bilim, devlet iktidarı bir araya toplanır ve böylece insan devre dışı bırakılır. Çünkü teknoloji olarak nükleer güç, militer ve parasal amaçlar için insanın ve doğanın üzerinde olağanüstü bir hakimiyet kurarak geniş anlamda insanın kendi potansiyelini değersizleştirir. Bu nedenle tekniğin gelişimi, insanın gelişimini durdurduğu için özgürlüğün düşmanıdır. Yani nükleer enerji doğası gereği anti-demokratiktir.
Demokrasi temelde müzakere edilebilirlik temelinde oluşmuştur, bu nedenle doğrular ve beceriler üzerinde bir iktidar inşa eden uzmanlaşma ile uyuşmaz. Demokrasi doğası gereği profesyonelliği değil amatörlüğü içerir. Bunun yanı sıra nükleer teknoloji, doğasında savaşçı amaçlar taşıdığı için sivil amaçlar ve demokrasiyle çelişir. Nükleer enerjinin olduğu yerde olağanüstü bir polisiye güvenlik, gizlilik ve denetim dışılık vardır. Bunlar doğası gereği demokrasinin ruhu ile uyuşmaz.
Nitekim Mumford’da “Savaş Megamakine’nin ruhu ve bedenidir. Dolayısıyla savaş Megamakine’nin kurulumunu ilerletmenin ideal koşuludur Bir Megamakine bir kez vücuda getirildikten sonra, onun programıyla ilgili herhangi bir tenkid, ayrılma onun rutinlerinden herhangi bir kopma, aşağıdan gelen talepler doğrultusunda onun yapısında herhangi bir değişiklik, bütün sistem için bir tehdit teşkil eder” diyerek tekniğin ruhu ile özgürlük olarak demokrasinin ruhunun birbirini dışladığını göstermiş olur.
Ne kadarı yeterli?
Andre Gorz kapitalizmle ilgili bir saptama yaparken “Kapitalizm yeterlilik denen şeyi bilmez “der. Marks’da kapitalizmin büyümeye mahkum olduğunu, büyüyemeyen kapitalizmin ölümcül bir hal içinde olacağını söyler. Bu anlamda fazlaya ve biriktirmeye koşullanmış bir düzen olarak kapitalizm de doğası gereği güneş, rüzgar, dalga vb yenilenebilir doğal güçlerden istifade edemez. Çünkü sürekli büyümek durumunda olan kapitalizme bu enerji yetmez. Mevcut enerji talebinin devam etmesi mümkün değildir, çünkü dünya kaynakları bu büyüme temposuna cevap verebilecek halde değildir. Dolaysıyla bu talebe halihazırda dünya elektrik üretiminin yüzde 16’sını karşılayan nükleer santrallerde cevap veremez
Bugün dünyada ki uranyum rezervlerin işletilmesi ve çıkarılması ağırlıklı olarak üç büyük şirketin elinde yoğunlaşmış durumda. Bu üç şirket mevcut terzervlerin yüzde ellisine yakınını çıkarıyor. Fransız devi AREVA’ya bağlı COGEMA, bu şirket dünya uranyum üretiminin yüzde 20’sini karşılıyor. Onu Kanada kökenli Cameco izliyor bunlarda yüzde 17’lik bir paya sahipler. Onu da yüzde onluk pay ile Energy Resources of Australia izliyor.
Görüldüğü gibi Nükleer enerji demokratik bir toplumun değil, totaliter bir toplumun tekniğidir.
Bu nedenle Amerikalı Ekolojist Boockhin’nin dediği gibi özgürlükçü bir teknik ancak özgürlükçü bir toplumda varolabilir.
Dolayısıyla küresel iktidar odaklarıyla kucak kucağa olmayı seçenlerin ve İktidar Seçkinlerinin nükleeri bu denli sevmeleri son derece anlaşılabilir, çünkü onlar ruhlarını para ve güç şeytanına sattıklarından özgürlük denen şeyden nefret ederler.
Diyeceğim o ki birileri bizleri kanserli bir Güç sevdasının içinde harcamaya niyetlenmiş olabilirler, ama siz siz olun ruhunuzu İktidar ve Sermaye şeytanlarına satmayın. Çünkü bu size kesinlikle kanser olarak geri döner.