- Kategori
- Kültür Turizmi
Gül ile Gölün Aşkı Isparta'da Yaşanır
Kovada Gölü
‘’Yanık bir gönül gibi girince gül şehrine
Sesiyle bir bülbülün ruhum kaybolur gider.
Kapısında o şehrin, güller karşılar beni
Her çehre al renklidir ve her dudak bir gül, der.’’
Gün batımıydı. Gökyüzü ile yeryüzü tümden pembeye kesmişti. Hangisinin fırça darbelerinin, diğerini kızıla boyadığı belirsizdi. Güller mi yoksa günbatımı mıydı kızıl pembelerin gerçek sahibi?...
Baharın en güzel aylarından nisana veda edeceğimiz günlerin birinde o çok sevdiğimiz güllerin diyarı Isparta’ya adım atıyoruz nihayet. Sabah erken saatlerde İstanbul’dan başlayan otobüs yolculuğumuz, gün boyu mola verdiğimiz her köşenin nisana bulanmış halleriyle elbette çok zevkli geçiyor.
İznik – Bilecik üzerinden devam ederken uğradığımız o ıssız ve mütevazı güzel Günören, unutulmaz bir dağ köyü olarak iz bırakıyor hepimizde. Yeşilin her tonuyla yaşlı sakinlerine ve kırk yılda bir de olsa sürpriz yapan misafirlerine cömertçe kucak açıyor. Gün görmüş eski köy evlerinin bahçelerinden sokağa dallarını uzatan bin bir çeşit meyve ağaçları, alışık olmadığımız bir görsel şölen sunarken dalından meyve yemenin çoktan unuttuğumuz zevkini de tattırıyor bize. Özellikle koparttığımız anda balının yoğunluğundan avuçlarımızdan kayıveren dutları yeme dakikalarımızı unutmak mümkün değil. Köy muhtarının ikramı olan çayların lezzetini ve köy halkının gülen yüzlerini de elbette…
Daha sonra Afyon üzerinden ulaştığımız Çavdarhisar, bizi etkileyen ikinci durak oluyor. Burası, yani Arizonai; Frigya Bölgesi’nde, yaşayan bir antik kent. Efes’ten sonra en önemli kent olarak kabul gören Arizonai, Roma Dönemi’nden bu yana korunmuş en büyük Zeus Tapınağı ve tarihteki ilk borsa binası olmak üzere birçok tarihi yapıyı barındırıyor. Bu antik kenti ılık bir nisan yağmuru altında gezmek ayrı bir tat veriyor.
Toros Dağları’nın kuzey kesimiyle çevrelenmiş Isparta’ya ulaşmak üzereyken Davraz Kayak Merkezi’ni işaret ediyor rehberimiz ve buranın küçük fakat benzerlerine göre çok daha uygun fiyatlı bir kayak merkezi olduğu bilgisini veriyor.
Ve akşam saatlerinde ulaşarak yol yorgunluğuyla hemen otelimize yerleştiğimiz Isparta… Gül şehrinin en güzel vaktinin, günbatımı olması elbette şaşırtmıyor insanı. Isparta’yla ilk kez özellikle günün bu saatlerinde göz göze gelmenin bir şans olduğunu geçiriyorum içimden.
Ertesi sabah dinlenmiş olarak uyanıyoruz bu gül kokulu kente… Ve elbette ilk durağımız Eğirdir Gölü… Göller Bölgesi’nin en büyük gölü ve Türkiye’nin ikinci büyük tatlı su gölü ünvanlarına sahip Eğirdir’de, biri Eğirdir’in bir mahallesini oluşturan iki adacık bulunuyor. Eğirdir Kalesi ise tam karşıdan gölü izliyor. Göldeki tatlı su, içme ve sulama suyu olarak kullanılırken ince ve yumuşak kum yapısıyla ‘’Isparta’nın denizi’’ olarak plajlara da ev sahipliği yapıyor. Göl, yazlık evler, oteller, pansiyonlar ve çay bahçeleriyle çevrelenmiş. Henüz yazlık sezon başlamadığı için buraların tek sahibi kuşlarmış gibi görünüyor. Yöre, kuş çeşitliliği açısından çok zengin. Ülkemizdeki dört yüz elli çeşit kuşun iki yüz yirmi beşi burada yaşıyor.
Gölden çıkartılan tatlı su levreği ve özellikle kerevit, Norveç’e ihraç ediliyor. Bu arada Norveç’te bir ritüel olarak baharda bir ay boyunca sadece kerevit yendiğini de öğreniyoruz. Türkiye’nin elma bahçelerinin yüzde yirmisi Eğirdir’de bulunduğundan, ilaçlamadan doğan bir kirlilik riski de söz konusu olabilirmiş. Özellikle pembe-sarı iki renkli elmalar burada yetişiyor ve elma reçeli gibi pek çok yan ürüne de ulaşmak mümkün.
Peki siz, iki bin yıldır durmaksızın akan bir çeşmeden kana kana su içtiniz mi?.. Bu müthiş deneyimi yaşamak isterseniz Isparta geziniz sırasında Burdur’un Ağlasun ilçesindeki Sagalassos Antik kentine gitmelisiniz. 1706’da Fransız gezgin Paul Lucas tarafından keşfedilen bölge, Antalya’ya da yüz kilometre uzaklıkta yer alıyor. Dünyanın en yüksek rakımlı tiyatrosu, Antoninler Çeşmesi, Roma hamamı ve kütüphanesi, Helenistik çeşmesiyle görkemli bir dağın eteğine kurulu bu antik kente, birbirinden güzel dağ çiçekleriyle turuncu gelincikler eşliğinde küçük bir tırmanıştan sonra ulaşıyorsunuz ve muhteşem bir Burdur Ovası manzarası ile karşı karşıya kalıveriyorsunuz. M.Ö. on bine kadar insan izlerine rastlanan bölge, Helen kültürünün etkisinde kalmış. Sagalassos’un sonu ise, Selçuklu Türkler’inin Ağlasun’u geliştirmeleriyle gelmiş.
Burada tarihin kollarında şefkatli bir nisan rüzgârı tenimizi okşarken yüzyıllar öncesinin şifalı dağ suyuyla serinlemek anlatılmaz bir deneyim oldu bizler için.
Türkiye’nin gül ihtiyacının yüzde yetmişini karşılayan güzel ve renkli kent Isparta, gülleriyle olduğu kadar gölleriyle de dikkati çekiyor. Tur programımızda sırada Kovada Gölü ve Millî Parkı var. Kovada, Eğirdir’e yirmi kilometre uzaklıkta ve bir zamanlar Eğirdir’in bir uzantısıyken çeşitli doğal nedenlerle zamanla ondan ayrılmış bir doğa harikası… Birinci derecede doğal sit alanı olan göl, benzersiz florası ve yaban hayatı çeşitliliği, doğal kaynakları ve peyzaj güzelliğiyle görür görmez gönüllerimizde taht kuruyor.
Ormanın, doğal yaşamın tam içinden, birbirinden sürprizli patika yollardan geçerek ulaştığımız göl, ağaç dalları arasından ışıltılı göz kırpışıyla karşılıyor bizi. Kıyısına ulaştığımızda, bir ayna misali üzerine yansıyan bembeyaz bulutlarla kucak kucağa yaşadığı aşka şahitlik ediyoruz. Böylesi görsel bir kavuşmaya tanıklık etmek her zaman mümkün değil. Manzarayı ruhumuza nakşetmeye çalışırken fotoğraflamayı da ihmal etmiyoruz.
Gölde suya yeşil rengini veren birtakım tortular bulunuyor. Böylelikle kızılçam, meşe, ardıç, sandal, mersin vb. tüm ağaçların yeşili ile bütünleşmiş gibi bir his uyandırıyor Kovada. Yüz elli üç tür su kuşu ise bu bütünleşmeyi taçlandırıyor. Ruhlarımızı arıtan bu güzelliklerden istemeyerek de olsa ayrılıyoruz.
Gün içinde bir başka sürprizle karşılaşacağımızdan habersiz, düşüyoruz yine yollara… Bu kez yolumuz gül yağı üreten bir fabrikadan geçiyor. Tam içerideki makine ortamını görmeyi düşündüğümüz sırada gerçekleşiyor asıl sürpriz. Aniden pembe gül yapraklarıyla dolu bir gül havuzunun içinde uzanırken buluveriyoruz kendimizi. Belki bir daha yaşayamayacağımız bu hoş dakikaların ardından güllerle donatılmış masalarda gül suyuyla yapılmış çay ve kahvelerimizi yudumlamak ayrı bir tat oluşturuyor damaklarımızda.
‘’Dedikleri güller ki hepsi bir aşka bedel
O dudaklarda sesler hep bir gülce rakseder.
Âh o gül tenli şehir nasıl bir histir öyle
Her insanı gül gibi bülbülüyle derbeder.’’
Şehr-i Gül’de, sıra rehberimizin sunduğu bir başka deneyimi yaşamaya geliyor. Otobüsümüz, sıra sıra dizilmiş onlarca gül terasının önünde duruyor. Ellerimizdeki beyaz tül keselerin içine doldurmak üzere minik pembe güllerin açtığı gül cennetine giriyoruz. Bu kez usul usul yağmur yağıyor. Ne gam… Biz de usul usul ruhumuzu yıkıyoruz… Yağmur damlalarıyla daha da güzelleşmiş mis kokulu cennetle dolduruyoruz tül keselerimizi…
Gül ağaçlarının arasında gülce misali gezerken/ Gonca gonca tazeledi bahar bizi… S.Trak
Güller ve göller diyarında dolu dolu geçirdiğimiz iki günün ardından İstanbul’a dönmek üzere yola çıkıyoruz. Bölgedeki son durağımız son dönemlerde ‘’Türkiye’nin Maldivleri’’ olarak ünlenen Burdur’daki Salda Gölü oluyor. Salda, 185 metre derinliğiyle ülkemizin en derin, dünyanın ise üçüncü derin gölü. Ayrıca titizlikle korunan özel yapısıyla ülkemizin en temiz gölü ünvanını da taşıyor. Gölün çevresinde yer alan beyaz karstik zemin ve bembeyaz kumsal, Mars’a gelmişsiniz duygusu uyandırıyor. Nitekim Salda Gölü, dünyada Marsla aynı özelliği gösteren ikinci coğrafi bölge olarak biliniyor. Bu özelliği ile de ‘’Mars Yüzeyli Göl’’ adını taşıyan Salda’nın suyu, hafif tuzlu ve yüzülebiliyor. Şifalı suyuyla birçok cilt hastalığına iyi geldiği söyleniyor. Çevresinde kamp kurulabiliyor. Gölün etrafındaki ormanla kaplı tepeler, alüvyal ovalar, kayalık arazilerle turkuaz renkli suyu ve çevresindeki dört plajıyla alternatif tatil imkânı arayanlar için ilginç bir seçenek olabilir.
Bizlerse ayaklarımızı sokmakla yetinmek zorunda kaldığımız Salda’nın tuzu ve artık üzerimize sindiğini hissettiğimiz gül kokusuyla istemeden de olsa dönüş yoluna çıkıyoruz. Güllerin ince fısıltıları kulaklarımızda, baştan aşağı gül kokusuyla, baştan aşağı pembeye kesmiş olarak kalbimizi Şehr- i Gül’de bıraktığımız için öyle mutluyuz ki… Şairin dediği gibi;
‘’Yanık bir kalp bıraktım giderken gül şehrinden
Ve hasretimce aktım, bir gül gibiyken kader...’’
*Dizeler, şair Abdülkadir Çakıl’a aittir.