Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Gülümse/ meyin

"Doğru diye benimsenen yanlış ahlâk ilkeleri ve yanlış duygusal alışkanlıklar insanlara kendi elleriyle mutsuz yaşam tabloları çizdiriyor."

Hayatlarını hep yarım yaşayıp da son durağa geldiklerinde çığlık atmanın  anlamsızlığı ve duyulan eksik yaşamanın pişmanlığıdır sadece akıllarda kalan.

Birbirimize baka baka yaşlandığımıza göre, dinlemeden anlatmayı, öğrenmeden öğretmeyi, bakmadan görmeyi, tanımadan tanıtmayı hangi kuvvet ve güçten ne adına alabiliyoruz?

Sen insan ben insan, ortak yönümüz "insan" olmak.  Benim 'insan' olarak bilmediğim ne eksikliğimi  biliyorsun ki, bana 'ben'i-insan'ı anlatıyorsun?

Kendine duyduğun hayranlığı dışa vurarak beni kendine benzetmen ne işine yarar, beni amaçlarına alet olarak kullanmaktan başka?

İlle de güçlü olduğunu göstermek istiyorsan bu gücünü insan'a değil insanlık  adına kullan. Ölüm, herkeste ortak ve herkesin kendi sessizliğiyle herkese bir kere gelir. Benim geçmişime müdahele etmen senin ne işine yarar?

Kendini kusursuzmuş gibi görüp başkalarına  kusur yüklemen sana ne kazandırır? Her koyun kendi bacağından asılacaksa, benim bacağımın kalınlığı veya incelliğinden sana ne?

*

Kendini aşamadığındandır bana ulaşamaman; ulaşamadığın için de kendine benzetmek istiyorsun beni. Ben senin "kul"un muyum ki, geriye dönüp geçtiğim yollardan senin için tekrar geçeyim? Bilmez misin ki, alev yanarken gerçektir, söneceği bilinse bile!

Gururun, öfken, kıskançlığın, çok görmen bu hayat yolunda seni geri bırakmışsa, ben de mi senin gibi cahillerden olayım? Bırak, sönmüş bir ocak olacağıma hep alev olarak yanayım, bilimden, irfandan, çağdaşlıktan yana olayım!

Hep ayağıma taş koyma, çekme beni derinlere; bir arı gibi daldan dala konayım, hep yükseklerde uçup yenilikten yana olayım, bal yapıp senin de karnını doyurayım. Beni inkâr etme, bana "günah"ı öğretme; örümcek ağı gibi beynime 'günah duygusunu' örme, bırak 'günahsız'  olayım; değil mi ki, insan olarak geldim bu dünyaya birak da "insan" kalayım!...

Enerjimin farkındalığında ışık olmuşsam, sen de bu ışığımla aydınlanmışsan suç mu işlemiş sayılırım? Aş kendini, gerçek kendini gör. Ancak dışarıdan baktığında görürsün tüm gerçek olanı!..

*
Ey kadın!  "başörtüm benim namusumdur" diyorsun.  Başını örtmeyen kadın (ki bu kadın yarın kızın da olabilir)  namussuz mudur?

Bedenini birilerinin "nesnesi" olarak kullandırıyorsan sebebini başkalarında değil kendinde ara!

Aşağıya doğru çekilmeye çalışıldığın bir gerçek. Geride kalmışlığı kabul edeceğine buna karşı koysana! Birilerinin gölgesi olman seni yüceltmez, alçaltır, benlik duygunu zayıflatır!

İster başını ört ister örtme, değil mi ki içinde yaşadığın toplum seni bir "cinsel obje" olarak görüyor; bu görüşü ancak onlara karşı dik durarak sadece sen kırabilirsin. Sana kimse, özgürlük hakkı tanımaz. Çünkü, özgürlük verilmez kazanılır!

Hakkını sana veren vermiş. Sana "Havva" demiş, çocuğuna "anne" kılmış. Sen olmadan insan da olmaz demiş. O zaman hakkını "hak"tan değil, "Hakkı"dan - erkekten ara! Seni aşağılayan hep o'nun sapık zihniyeti! Bu zihniyet bozukluğuna örnek olma, zincirlerini kır artık, özgür ol, kendini bul. Ancak kendini bulduğunda kendin hakkında da söz sahibi olabilirsin. Yoksa, Hakkı sana göz açtırmaz; çünkü korkusu Allah'tan değil, emin ol, kendisindendir. Kendi sapık düşüncesindendir.

Seni sevdiğini söyleyen, senin çocuklarının babası olan erkek sana güvenmiyor. Güzelliğinden korkuyor, kadınlığından korkuyor. Senin kişiliğine, benliğine güven  duymuyor. Senin sadece bedenini düşünüyor, sana sadece bir "meta" gibi bakıyor!

*
İnsanı insan gibi değil de bir "meta" gibi görenlerin içleri fesatlıkla, fitne ile doludur. Böyle bir erkeğin baktığı tüm kadınları bir "cinsel obje" olarak gördüğü de bir gerçektir. Sadece "cinselliği" değil, herhangi bir nesneyi sürekli zihnin bir köşesinde canlı olarak tutan insanlarda zamanla ruhsal bozukluklar belirmeye başlar. Bu bağlamda, kadını sürekli bir "cinsel obje" gibi gören erkeğin ruhsal durumunun sağlam olduğu söylenemez.

Bu yüzdendir ki, bu ruhsal bozukluklarını (beyinlerinde uzun zaman tuttukları bu düşüncelerini)  bir "nesneye" bağlı kalarak, o nesnelere sahip çıkarak (kadında cinselliğe, sporda bir takıma, siyasette bir partiye veya bir -izm'e, dinde tarikat ve mezhepçiliğe, aşırı milliyetçiliğe...vb.)  kendilerine yükledikleri aşırı enerjiyi  hafifletmeye  çalışırlar.

Sahiplenme duygusu, karşı tarafın zeminine-mahremiyetine bir saldırı şeklinde algılanır. İlişkide güvensizliğin belirtisidir. "Henüz yetişkin değilsin" düşüncesi yaratır insanda ki, bu karşı tarafın kişiliğine büyük saygısızlıktır.

Çaresizlik, saygısızlığı da kabul etme anlamına gelmez. Türkiye'deki şartlar bir çok kadını yaşam mücadelesinde " çaresiz" kılıyor. Ama bu demek değildir ki, çaresizliği yüzünden kadının kişiliğine saygı duyulmasın!  Bu ayrı konu. Fakat, ey kadın unutma;

"Erkeği, iffetinin koruyucusu olarak ilân ettiğinde, köleliği de kabul etmiş olursun."

"Zorunluluğun alanından 'özgürlüğün alanı'na ancak, içgüdülerini ve duygularını dışavurarak geçebilirsin." Konuş, kendini anlat. Anlat ki, anlaşılabilesin. Katlanmak hastalıktır, zayıflıktır. Katlanma, aklan! Tarih hep "hor" gördü seni.  Bir yarım ben isem diğer yarım sensin; beni de yarım bırakma!...

Alaettin Morgül / 15.08.2012 

 
Toplam blog
: 193
: 1086
Kayıt tarihi
: 02.02.10
 
 

İsveç`in Göteborg şehrinde oturmaktayım;  evli ve bir kiz bir oglan iki çocuğum var. İsveç`te..