- Kategori
- Eğitim
Hakan sokak çocuğu değil, benim arkadaşım

Kiminle konuşursanız konuşun, sokaklarda öyle yada böyle satış yaparak para kazanan, çoğumuzun sokak çocuğu dediğimiz çocuklardan ya acıyarak ya tiksinerek konuşur. Ama pek çok kimse onlar için sattıkları şeyi alma dışında bir şey yapma girişiminde bulunmaz. Ne eğitimleri ne aile durumları ne onların psikolojileri bizi pek ilgilendirmez. Vicdanımız rahat etsin diye ellerindeki şeylerden alırız ama başlarını okşamaya çekiniriz değil mi?
Pek profesyonelce değil belki ama ben diye devam edeceğim yazıma. Çünkü ben oldum olası sempati duydum bu çocuklara. Şimdi aldığım eğitimin tek amacı bir gün vatana dönüp bu çocuklarımız için bir rehabilitasyon merkezi açmak. Belki hiç yapamayacağim ama umut bu, onlar olmadan yaşanmıyor.
Uzattığım konuyu Kırklareli'nde yaşayan Hakan'a bağlamak istiyorum. Çünkü ben Hakan'a söz verdim 'senden herkese bahsedicem, biz Hakan'la arkadaş olduk diyeceğim' diye.
Ben Hakan'la Kırklareli'nde yaz yağmurunun güzelliğini seyrederken tanıştım, öğretmenler parkında. Biz keyifle yağmuru seyredip çayımızı yudumlarken, o sırıl sıklam ıslanmıs burnunun ucundan sular damlarken bana 'abla mendil almanın tam zamanı' dedi. Hiç öyle alışık olduğumuz yapışkan çocukların yaptığı gibi değil de usta bir pazarlamacı nidasıyla söyledi bunu. 6-7 yaşlarında görünüyordu. Ayağında birbirinden farklı iki terlik, yırtıkları sarkan bir pantolon ve rengi solmuş ama sırıl sıklam bir tişört vardı. Tek bacağının üzerine yıkılıp, omzunu da o tarafa doğru sarkıtıp duruyordu 'bakın bu benim' der gibi. Kısacası malını gögsünü gere gere pazarlıyordu utana sıkıla değil.
Şaka yollu 'senin mendil değil havlu satman lazım ki alıp seni kurulayalım' dedim, cevap yine harikaydı 'param olunca onu da satarım, ama şimdi bu mendilleri satmam lazım, akşama büyük caminin oraya gitmem lazım müşteriler bekler. Zaten havluyla beni kurulamaya gerek yok parasını verince havlu senin olacak'. Bir çırpıda söyledi bütün bunları nasıl da tatlı konuşuyor insan zevkle dinliyor onu. Hakan tavşan dudaklı doğmuş galiba ağız yapısı ve konuşması biraz bozuk hatta zor anlaşılıyor ama tane tane konuşuyor yine de Türkçe'yi bozmadan.
'Bak seninle bir anlaşma yapalım, önce sana giyecek kuru birşeyler bulalım, sonra buradaki herkese bir paket mendil satalım ' dedim. Hemen elini uzattı anlaşmayı yaptık. Dönme hazırlığında olduğumuzdan evde oğlumun burada hava nedeniyle giyemeyeceği kıyafetleri olduğunu eğer isterse ona getirebileceğimi söyledim. Şaşkın bir şekilde 'şimdi mi?' dedi, bu şaşkınlık belki birisinin onu bu derece ciddiye almasıydı. 'Hem de hemen şimdi' dedim koştum arabaya.
Arabayla 15 dakika sürdü eve gidip gelmem. Geri geldiğimde Hakan'ın yüzü sanki bir başka parlıyordu. İzin isteyip üzerindeki ıslak çamaşırlarını çıkarttım. 'Hakan cok şanslısın dün pazardan aldığım terlikler oğluma küçük geldi kısmet sanaymış' dedim 'haftaya değiştirirdin be' dedi. Haftaya yolda olacağımızı anlatınca kabul etti terlikleri. Benim getirdiğim torbaya koyup eline verdim 'annen sorarsa arkadaşım verdi, ismi Beyhan abla' dersin dedim. Bir insanı mutlu etmek meğer ne kolaymış. O minicik gözler nasıl güzel parladı 'arkadaş mı olduk sahi' dedi. 'Çok müşterim var ama arkadaşım az' dedi gülerek. Masada herkese bir paket mendil sattık otur bir çay iç dedik ama cami önünde müşteriler bekler, tartıyı da alıp oraya gidicem dedi. Hayırlı işler diledik ayrıldık Hakan'la.
Ertesi gün ben ve ablam parklara giden yolun başındaki çay bahçesinde oturup çay içerken Hakan'ı gördüm elinde tartısı, seslendim geldi. Ayak üzeri sohbet ettik biraz, o ara bizim tostlar geldi 'yermisin sen de' dedim. O ne? Hakandan önce garson cevap verdi 'o burada oturamaz'. 'Neden peki?' soruma 'sokak çocuklarının buraya girmesi yasak' dedi. Hakan alı al, moru mor kaçma pozisyonunda bekliyor. Elinden tartıyı alıp yere koydum sandalyeyi Hakan'a doğru çekip 'o sokak çocuğu değil, Hakan. Benim arkadaşım, onu buraya ben davet ettim ve bir sucuklu tost daha istiyoruz lütfen' dedim. Lütfenin üzerine var gücümle basarak. Hakan tanıyor ya garsonu 'getirmez valla bu şimdi benim siparişi, bu sefer dövemedi ya kuduruyodur şimdi' dedi. (evet o garson Hakan'ı sadece bahçeye girip daha önceden tanıdığı müşterilerini tartıp para kazandığı için dövüyormuş. Ama biz bu olayı da valiliğin nöbetçi polisleri ile hallettik sağolsunlar)
Tostlarımız geldi afiyetle yedik. O zaman Hakan 'şimdi inandım sen benim arkadaşımsın' dedi. O zaman Hakan'a söz verdim ben seninle hep arkadaş kalıcam, seninle arkadaş olduğumu herkese anlatıcam,her sınıf geçtiğinde de hediyeni alıcam diye. (Hakan para ve hediye kabul etmiyor, ben dilenci değilim diyerek lafın arasına sıkıştırdım ki hediye veririken o koca yürek kırılmasın)
Benim bu yaşadığım olaylar, Hakanı tanımak onunla arkadaş olmak bana hiç bir şey kaybettirmedi. Aksine dünya tatlısı bir arkadaşım oldu. Akrabalarımızı her gördüğünde beni soran yolumu gözleyen bir arkadaşım. Ama Hakan çok şey kazandı bence. Toplumda bir yeri olduğunu, insanca yaşamaya hakkı olduğunu, ona kötü davrananlar olursa polis amcaların her zaman yardıma hazır olduğunu, okumanın ne kadar önemli olduğunu, en önemlisi çevresinde güvenebileceği insanların da olduğunu öğrendi. Çünkü doğudan gelip ekmek kavgası veren o yaşta bir çocuğun tutunacak dalı olması her şeyden önemli bence.
İşte diyorum ki neden hepimizin bir tane bile olsa Hakan'ı yok. Çünkü biliyorum ki etrafımız onlarla dolu, biz sokak çocuğu diye kenara iteledikçe onlar bambaşka ve hiç iç açıcı olmayan şekillerde karşımıza çıkıyorlar. Belki hepsini kurtarma imkanimiz yok ama kurtardıklarımız bizim için kâr değil mi?