Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

09 Mayıs '14

 
Kategori
Deneme
 

Halim selim (sıradan bir insanın sıradışı yaşamı - yedinci bölüm)

Halim selim (sıradan bir insanın sıradışı yaşamı - yedinci bölüm)
 

Sıradan insanlar


Tam bunları düşünüyordu. İçerden patron seslendi. Patronun sesini duyunca toplarlandı koşup kapıyı açtı. Patronun yanında az önce gelen biri süklüm püklüm oturuyordu. Patron “o iş tamam mı?” dedi. Şaşırmıştı. Az önce düşündüklerinin etkisindeydi.

 

Kendini topladı aynı patronun tarif ettiği gibi “tamam patron” dedi. Patron başıyla git işareti yapınca geldi yerine oturdu. Kendi kendine kızdı. Hayal kurarken az daha pot kırıyordu. Son anda kendini toplayıp görevini yapmıştı. Bir daha öyle şaşırmamak için hayal kurma işini pansiyonda, yatakta uzanıp yatarken yapacaktı.

Gerçekten hayal kurmak onun için adeta bir işti. Bu sırada patronun kapısı açıldı. İçerden az önce gördüğü adam çıktı. Yine süklüm püklümdü. Yanından geçerken ona korkuyla bakarak “iyi günler” dedi. O da patronun tarif ettiği gibi sadece başını salladı. Adam çıkıp gitti. Adama çok canı acımıştı. “Kim bilir ne derdi var? Sen haline şükret. Ekmek elden su gölden yaşayıp gidiyon. Sağlın da yerinde” diyerek, kendi haline şükrediyordu. Yalnız adam çıkarken sanki birisinden korkmuş gibi bakıyordu. Canı acımış; ama niye öyle baktı anlamamıştı.

 

Halbuki adam ondan korkarak öyle bakıyordu. Patronu o adama faiziyle para vermişti. Günü gelmiş, parayı tedarik edememiş, bir miktar para getirerek vadeyi uzatması için yalvarmıştı. Patron da ona “bu parayı borcuna saymam, sana sadece on beş gün daha süre veriyorum. Gününde bir tamam getir. Yoksa seni dışarıdakine havale ederim kemiklerini kırar” diye tehdit etmişti.

 

Adam on beş gün sonra parayı getirmezse, kemiklerinin kırılmasının havale edileceği adama, yani bizim koca oğlana, onun için korkuyla bakıyordu.

 

Adamın arkasından patron dışarı çıktı. O hemen toparlanıp ayağa kalktı. Patron neşeliydi. Az önce adamın getirdiği vade uzatma parası neşesine neşe katmıştı. Halim’e “bana bir İskender söyle” dedi. Durakladı “haydi bir de kendine söyle” deyip içeri girdi. Halim şaşırmıştı. “Bu patrona noluyo böyle yavu?” dedi. Adam haftalığını tam yirmi lira zamlı vermiş, şimdi de “bi İskender de kendine söyle” demişti. Halim şaşırmıştı, ama bir yandan da “Allah razı olsun böyük adam şu patron” diyordu.

 

Aşağıya indi. Lokantaya tıpkı patronun tembih ettiği gibi, gayet ağırbaşlı girdi. “Yokarıya iki İskender gönder, ayrı ayrı tepsilede olsun. Suyu unutman” dedi. Lokantacı zaten onu görünce tırsıyordu. “Emrin olur abi” dedi. O da yine gayet ağır adımlarla lokantadan çıkıp yukarı geldi, yerine oturdu.

 

Çok ciddiydi. Boru mu bu, patronla birlikte o da İskender yiyecekti. Beklemeye başladı. Az sonra garson iki tepside İskenderleri getirdi. Kendininkini masaya koydu. Kalktı kapıyı açtı, garsona içeri gir diye işaret etti. Garson gayet saygılı içeri girip tepsiyi ve suyu masaya bırakıp geri geri çıktı ve kapıyı kapattı. Korkuyla Halim’e baktı ve gitti. Giderken içinden “ne bu yavu Azrail gibi böyle?” diyordu.

 

Halim kolları sıvadı, özene bezene İskenderi yavaş yavaş yedi bitirdi. Gelen peçeteyle önce ağzını, sonra masanın üstünü sildi, güzelce katlayıp tepsiye koydu. Sonra garsonun getirdiği suyu lıkır lıkır içti. Tepsiyle su şişesini aldı. Karşısında gelenlerin, icabında beklemek için oturduğu sandalyenin üstüne koydu. Bir beş dakika daha bekledi. Sonra patronun odaya girdi. Patron da İskender’ini yemiş, geviş getiriyordu. Onun tepsisini ve su şişesini alıp dışarı çıkıyordu; patron “bi daha bu boşları sen alma. Sen böyle küçük iş tutma. Getiren kimse kendi girip alsın. Yalnız tembih et, girip çıkarken cıvıtmasınlar” dedi. Halim şaşırmıştı, ama kendini toplayıp “tamam patron” dedi çıktı. Boşları sandalyeye koydu. Çıkarken “tamam patron” dediği aklına geldi. “Tüh, tamam patron deyi o çağırınca decedim, gine yanlış ettim, kızdı mıacaba?” diye içinden gecirirken gitti, patrona bir şekerli kahve kendine bir çay söyledi. Bu sırada patron onun çıkarken çok ciddi “tamam patron” deyişine gülüp, “bu ayıyı yavaş yavaş adam etmek lazım” diye içinden geçiriyordu.

 

Halim patronun akşamdan kalma olduğu için sabah sade kahve öğle ve akşamüzeri de şekerli kahve içtiğini iyi ezberlemiş, hiç karıştırmıyordu. Onun da iki bardak çay içme hakkı vardı. Şimdi de patronun kahvesi ve kendi çayını söyleyip geldi, geriye yaslandı, çayın ve kahvenin gelmesini bekledi. Çaycı elinde kahve ve çayla gelince Halim çayı aldı; tıpkı patronun kendine öğrettiği gibi başıyla garsona içeri götürmesini söyledi. Kahvecinin garsonu kahveyi içeri bırakıp korkuyla bakarak çıkıp gitti.

 

O artık herkesin kendine korkuyla bakmasına alıştığı için ‘neden öyle bakıyorlar?’ diye aklına hiçbir şey gelmiyor veya kafasına takmıyordu. Her halde o öyle bakılacak biriydi. Belki kendini çok garip buluyorlardı. Ama ne yapsın onu Allah böyle yaratmıştı. Artık kızmıyor ve umursamıyordu.

 

Şimdi de aynı umursamazlıkla çayını içiyordu ki aklına patronun verdiği elli lira geldi. Para aklına gelince hemen plan yapmaya başladı. Akşam işten çıkınca önce ciğerciye uğrayıp borcunu verecekti. Tabi parayı verirken cebindeki bütün parayı çıkarıp içinden gayet yavaşça bir beş lira çekip “buyur dünkü borcumu kes” diyecekti. Haliyle ciğerci de ondaki bir tomar parayı görünce önce şaşıracak sonra sessizce paranın üstünü verip “sağ ol” diyecekti. Bunun tam böyle hayal ettiği gibi olacağına emindi. O para üstünü alıp sağ cebine, diğer paraları da sol cebindeki cüzdanın içine düzgünce koyduktan sonra cüzdanı tekrar sol cebine koyacak; ciğerciye “sene hayırlı işlee, bene müsaade” deyip oradan ağır adımlarla ayrılıp Emin’in meyhanenin yolunu tutacaktı.

 

Burada durdu. “Oğlum üç kuruş görünce şımarıp çarçur etme. Cumartesi o onluğu bulmasan halin harabdı. Akıllı ol.” diye kendi kendine söylendi.

 

Bu sırada yine Emin’in meyhaneye gitmeyi düşünüyordu. İçinden ‘yalnız öyle masa kurup ver gelsin demek yok’ diye geçirdi.

 

Zaten öğlen ikili İskender yediği için karnı tok olacaktı. Meyhaneye gidecek birli şiş söyleyecekti. Ayrıca yarım şişe rakı, yanında bir şişe de açılmamış su söyleyip yavaş yavaş yiyip içip pansiyona gidecekti.

 

Şişin, rakının, suyun parasını şöyle bir hesap etti tam on beş lira tutuyordu. “Çüş ula ne bu hovardalık? Eline üç guruş para geçti onu çarçur et, patron gine hafta sonu para vemesin; düş yollara yerde para ara, bok bulusun. O her zaman olur mu?” dedi. Meyhanenin kapısından döndü.

 

Zaten şu anda bürodaydı. Meyhaneye falan gittiği yoktu; ama “mesela” diyerek patronun verdiği elliliği nasıl harcayacağını düşünüyordu. Düşündü düşündü işin içinden çıkamadı.

 

Yine her zaman yaptığı gibi önce ciğerciye çaycıya borcunu verecek hafta sonuna kadar yarım ekmek, ciğere talim edecekti. Patronun hafta sonu (eğer verirse) vereceği paraya göre hareket edecekti.

 

Rahatlamıştı; çünkü parayı çarçur etmeden korumuş oluyordu. Elini cebine sokup parayı çıkardı tekrar saydı. Dört onluk iki beşlik vardı. Yalnız cüzdanı yoktu. O az önce cüzdanı var farz etmişti. Eğer patron bir ellik daha verirse, üç liraya bir cüzdan alıp paraları onun içine koyacaktı. Bir an içinde para dolu cüzdanı olduğunu düşündü. “Kısmet, belkim olur” dedi.

 

Emmisinin verdiği ninesinden kalan iki bin lirayla, dayısının yanındayken grevci işçilere saldırarak kazandığı kırk lira bir de dayısının zorla verdiği beş yüz lira mahpuslukta çoktan bitmişti. En son gittiği cezaevinde tanıdığı kibrit çöplerini yakarak maket yapmasına yardım ettiği müteahhitin “tahliyene az kaldı çıkınca lazım olur” diye verdiği iki yüz lira da bu patronu buluncaya kadar bitmişti.

 

Şimdi yalnız buradan aldığı haftalığı vardı. “Olsun” dedi. Bu yaşa kadar onu getiren Allah nasibini kesmedikçe, korkusu yoktu. Yani her şeyiyle Allah’a sığınmıştı. Başka kimi kimsesi yoktu. Gerçi namaz falan kılmazdı, ama Allah’a inancı çok sağlamdı.

 

O bunları düşünürken lokantacının garsonu boşları almaya geldi. Halim’e çekinerek baktı ve “boşları almaya geldim” dedi. Halim yine çok ciddi “orda, al götür, hasaba yazın. Yalınız bida boşları içerden kendin alıcen; emme cıvıdmecen, sonra külahları değişiriz” dedi. Garson onun ne söylediğini tam anlamamıştı, ama yine de “emrin olur abi” dedi. Bir çırpıda boş tepsileri alıp çıktı. Çıkarken “abuuu, valla ıssırıcak” diye içinden söyleniyordu.

 

Garson gittikten sonra, o yine kendi hayallerine daldı. Ama bu sefer öyle ciddi şeyler düşünmüyordu. Öyle eften püften şeyler... Vakit geçirip oyalayıcı cinsten şeyler… Biraz sonra patron “ben akşama doğru gelirim, gelmiyecek olursam sen kapar gidersin. Telefona bakma, çalsın varsın” deyip çıkıp gitti.

 

Halim çok sıkışmıştı. Koştu işhanının tuvaletinde zar zor “epey çöydürdü”. Rahatlamıştı; “oh dünya varımış” dedi. Geldi bir sigara yaktı, oturduğu döner koltuktu. Koltuğa kaykıldı, dalıp gitti. Anacığı öldüğünde ağladığı sırada elini tutup ‘’ağlama’’ diyen ebenin iri iri gözlü kızıyle, yanındaki katibin bal rengi buğulu gözleri olan kızını düşünmeye başladı. Kim bilir neredeydiler. “Herhal çoktan evlenip çoluk çocuğa garışmışladır” diye düşündü.

 

Hem zaten o, evlenip çoluk çocuğa karışan kadınları düşünmüyordu ki. Onun düşündüğü o iki küçük kızdı. Hayalinde rüyasında hep o küçük kızları görüyor ve onları seviyordu. Öteki kadınlardan ona neydi ki? Güldü, birden patronu aklına geldi ciddileşti.

 

Onun burada öyle gülüp cıvıtma hakkı yoktu. Cip ciddi oturacaktı. Patron iyiydi hoştu her ihtiyacını görüyordu; yaptığı belli bir iş de yoktu, ama burada akşama kadar cip ciddi oturmak çok sıkıcı geliyordu. İyi ki bulmaca çözmeye hapiste alışmıştı. Yalnız kalınca bulmaca çözüp vakit geçiriyordu. Patronu bulmaca çözmesine bir şey demiyordu. 

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara