- Kategori
- Öykü
Son meci

düğün
Onlar Afrikalıydı. Hacıya giden Nuri Pehlivan, onları hacca gittiğinde oradan alıp gelmişti.
Geldikleri köyde onları kimse yadırgamadı. Kimse yabancı görmedi. Hep kendilerinden saydılar. Yalnız renkleri farklıydı, o kadar. Dilleri aynı sayılırdı.
Hem onlar, hem de geldikleri köydeki oturan insanların konuştukları dil analarından öğrendikleriyle sınırlı olduğu için hepi topu yüz, yüz elli kelimeydi.
Bu gelenler kısa sürede o dili öğrendi. Ayrıca aynı Allah’a, aynı peygambere, aynı kitaba tapıyorlardı. Ayrıca onlarda Osmanlı insanıydı, aynı padişahın kulları sayılırdı.
Bütün bu benzerlik ve denklikler onları geldikleri yerdeki insanlarla çabuk kaynaştırdı. Kimse onları köle, ırgat diye küçük görmedi hor görmedi.
Geldikleri köy aynı zamanda Yörük köyüydü. İki üç kuşak öncesine kadar göçerdiler. Onun için özgür olmak onların ruhunda vardı. Burada herkes kendi kendinin beyi, kendi kendinin ırgatıydı. Köleliği hiç tanımamışlardı ve hiç kimse için kabul da etmezlerdi.
Gerçi her yerde olduğu gibi bu köyde de iyiler kadar kötü insanlar da vardı. Ancak kimse kimseye çatmadan iyi kötü bilinmezdi ki. Hani "cingen çingene çatmayınca kasnak boynuna geçmez" örneği gibi.
İşte o Afrika çocukları böyle bir yere böyle insanların arasına gelmişti. O gelen Afrikalıların anasını “Fatmaesi” diye çağırıyorlardı. Kim bilir belki geldiği yerde de adı “Fatmaesiydi”. Onu tanıyanlar renginin kuzguni siyah olduğunu söylüyordu. Sanırım Habeş asıllıydı. Gülünce dişleri bembeyaz inci gibi parlarmış.
Sorduğumda “kocası kim?” diye hatırlayan çıkmadı. Belki geldiğinde kocası vardı, belki de orada duldu. Nuri pehlivan onu orada görünce belki acıdığı için belki de hacılık nişanesi olarak çocuklarıyla birlikte alıp gelmişti.
“Fatmaesi” dominant bir kadın olarak hatırlanıyordu. Onu görüp tanıyanlar ‘diri, güçlü güleç bir kadındı’ demişlerdi. Onlar geldiklerinde Hacı Nuri’nin ailesi ve çocuklarıyla çabuk kaynaşmış birlikte yaşamaya başlamıştı.
İşte o “Fatmaesi” kızı “Fatmanayı” o köyde o köyden Çolak Etem diye bilinen biriyle evlendirdi. Çolak Etem yoksul ama onurlu biriydi. Mertti, at arabası vardı. Bu arabayla hem kendi işini, hem de Hacı Nuri'nin gel, git işini yapardı o kadar.
Çolak Etem’in evlendiği yıllar soyadı kanunu henüz çıkmamıştı. “Fatmana” ile bu evliliklerinden Selim, Mehmet ve Abdurraman adında üç oğlu ve Zühre adında bir kızı olmuştu.
Babaları at arabasıyla, anaları ona buna işe giderek bu dört çocuğu kimseye muhtaç etmeden büyütmüştü. Zühre büyüyünce çok güzel bir kız olmuştu. Fiziki yapısıyla ırkının bütün güzelliklerini taşıyor ve birçok gencin yüreğini hoplatıyordu. O da anası gibi “köyden bir kısmet çıkarda evlenir çoluk, çocuğa karışırım umudunu” taşıyordu.
Ama bir gün “bağarasından” yonca biçmekten gelirken böğürtlen dikenlerinin arasından birden karşısına çıkan Çakal oğlu Zühre'nin tüm çırpınmalarına rağmen hiç acımadan ona tecavüz etti. Zührecik çok perişan bir halde evine geldi. Çok ağladı, utandı günlerce evden dışarı çıkmadı. Anası kızını teselli etmek için çok uğraştı.
Yeni yetişip gelen Selim ablasına yapılanları duyunca çok öfkelendi. Evden bıçağını kapıp Çakal oğlunu vurmak için dışarı fırladığı sırada Çolak Etem, Fatmana oğullarının ayaklarına kapanıp “dur oğlum, başını belaya sokma" diye yalvardılar. Zühre öbür odada sinir krizleri geçiriyordu. Çolak Etem oğlunu odaya soktu. "Dur hele oğlum. Öfkeyle kalkmıyam. Herşeyin bi çaresi vadır" diye oğlunu sakinleştirdi. Çolak Etem karısına "gece kimse duymudan bu işi helledem. Aklıma çare olarak Çakal oğluna gidip yalvarmak geliyo. Oğlu gıza bir günlük nikah gıysın, sora boşasın. Ozman kimse bişey deyimez. Bizde bakarız duruma, göçü sara çeker gideriz aşşaya. Bizi kimsenin bilmediği yerlere" dedi. Fatmana'nın bu işe aklı yattı. "Ah" dedi. "Ah Hacı Nori sağ oleydi gelmezdi bu işle başımıza" dedi. Kocasının Çolakoğluna gidip gelmesini bekledi.
Çolak Etem kalktı, kızına tecavüz eden Çakal oğlunun babasına gitti. Adeta yalvardı. “Oğlun gızıma bir günlük nikah gıysın sonra boşasın” diye çok yalvardı. Çakal oğlunun babası kötü adam… Çolak Etem’i horladı, kovdu. Çolak Etem çaresiz kös kös geri geldi. Duyan duyacağını duydu, bilen bileceğini bildi. Artık göçü sarıp gitseler de çare değildi. O günden sonra Çolak Etem’in evinde yalnızca Zühre’nin yası ve öfkesi vardı. Selim de pek evden çıkmıyordu. Çolak Etemle Fatmana'nın bir gözü oğullarındaydı. Onun bir delilik yapıp ikinci bir acı yaşatmasından korkuyorlardı.
Günler bu şekilde geçerken, o sıra köyde bir başka gencin düğünü için hazırlıklar başlamıştı. O köyün insanlarının geldikleri yerlerden taşıdıkları adetleri gereği; düğün öncesi bütün düğünlerde köyün gençleri Bayraklı denen yere “Bayrak Direği” kesmeye giderdi. Oradan kesilen ince uzun çam torunu, on beş, yirmi genç ellerinde taşıyarak getirir ve o direk ucuna bayrak takarak düğün evine dikerdi. Bu bayrak direği o evin oğlan evi olduğunu gösterirdi. Düğün sahibinin varlık durumuna göre bayrak direğinin boyu belirlenir, zengin evlerine en uzun direk kesilip gelirdi. Bu bayrak direğini getirme işine de “meciye gitme” denirdi.
İşte o gün de köyün gençleri “düğünü tutulan” yani düğünü başlayan gencin mecisine gitmişti. Ancak o gençlerin arasında Zühre’nin kardeşi Selim yoktu.
Selim babasına; ablasının namusunu temizleyeceğini söylemişti. Çolak Etem oğlunu vazgeçirmeye çok uğraşmıştı. Ama Selim kararlıydı. Çolak Etem çok üzgün, arabasını koştu Süleyman çavuşun oğluna yapacağı ev için dağa kereste almaya gitti. Yanında da bir, iki işçi ve Süleyman Çavuşun oğlu vardı.
Ama o şakacı Çolak Etem’in o gün ağzına bıçak açmadı. Keresteyi yüklediler. Dönüş yolunda Çolak Etem çok dalgın olduğu için araba devrildi. Hemen atları çözüp kurtardılar.
Kerestenin sahibi Süleyman Çavuşun oğlu “Etem abi kereste galsın vasın; emme böğün sende bir iş va” deyince. Devrilen arabayı doğrultup, atları koşan Çolak Etem; “doğru böğün bizim başımızda bir iş va. Selim çok garşı çıkmama rağmen Çakaloğlu’nu öldürcek” dedi.
Gerçekten o sırada meciye gidenleri ormanın içinde “önerek” bekleyen Selim meci gurubunu bekliyordu. Ve kararını vermişti. Çolakoğlunu öldürüp bacısının intikamını alacaktı. Epey bekledi. Sonunda meci gurubu göründü.
Gençler türkü söyleyerek “nağra atarak” geliyordu. Sonunda tam Selim'in saklandığı çalının dengine gelince, Selim elinde bıçakla fırladı. Mecideki sıranın içinde hafif çakır keyif Çakaloğluna saldırdı. Bıçağıyla onu delik deşik edip öldürdü.
Gençler şaşkın önce sağa sola kaçıştı. Meci direği orada kalmıştı. Selim baktı Çakaloğlu cansız yatıyor, fırladı fundalıklar içinde kayboldu.
Sağa sola kaçışan gençler geri geldi, toplandılar ve Çakaloğlunun ölüsünü sırtlarında köye getirdiler. Köylüler koşup geldi.
Kimse kimseye bir şey söylemese de köydeki günlerdir sessiz hava nedeniyle bu olayın olacağı beklentisi zaten herkeste vardı. O nedenle kimse çok şaşırmadı. Bakışlarıyla veya konuşarak olayı, nasıl olduğunu birbirine anlattılar. Çakaoğlunu evinde feryat figan ‘çığırışlar’ arsında cenazeyi ‘köycek’ defnedip geldiler.
Düğün düğün olmaktan çıksa da yine zor zahmet tamamlandı. Ancak ilk kez o eve bayrak direği çekilmedi. Çok geçmeden Jandarmalar Selim’i dağda yakaladı. Selim çok ceza aldı. Ama çok geçmedi o da cezaevinde verem olup öldü. Bunu duyan Zühre “kardeşimin ölümüne sebep oldum” diye çıldırdı. Zühre’yi evinin önünde günlerce zincire bağladılar. Sonunda biraz iyileşince Çolak Etem göçü sarıp köyü terk etti.
Ve artık o köyde düğünlerde, belki bu ayıptan dolayı veya kimsenin bilip de açıklamadığı bir nedenle bir daha meciye gidilmedi.