Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ocak '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Hapishane Hastane Askerlik Arkadaşları Unutulmazmış

Hapishane Hastane Askerlik Arkadaşları Unutulmazmış
 

Fındık Kurdu



Askere gitmedim, hapishaneye düşmedim ama hastaneye sık sık giderim. İlk zamanlar tek kişilik odada kaldığım ve mecbur olmadıkça odadan dışarı çıkmadığım için kimseyle iletişimim olmadı. Zaman içinde, hastane ortamına alıştım, hastanedeki hizmetliler, hemşireler, doktor ve asistanlar da bana alıştılar. Yabanlığım kırıldı. Artık hastaneye ikinci evime gider gibi gidiyorum. Güler yüzle karşılanıyorum. Tek kişilik oda diye tutturmuyorum. Tek kişilik oda yoksa iki kişilik odalarda kalıyorum. Doktorlar, devamlı gelen hastaları iyi tanıdıklarından kişileri karakterlerine göre bir odaya vermeye çalışıyorlar.

Oda arkadaşı ile refakatçisi kafa dengi ise hastane süreci çok keyifli geçebiliyor.


İlk kez Esma Sultanla yaşadım bu keyfi. Hastanın adı Esma ama ben sultanını ekledim. 60 yaşlarındaki Esma hanım, sultan ekinden çok hoşlandı.

Ben ‘’Esma Kız’’ oldum, ‘’Esma Gelin’’ oldum, ‘’Esma Hatun oldum, ‘’Esma Kadın’’ oldum, ‘’Esma Anne’ oldum. Ama hiç kimse bana sultan dememişti bu en güzel adım oldu dedi. Esma Sultan ve yanında dönüşümlü olarak kalan kızlarıyla, çok güzel vakit geçirdik. Birlikte kahvaltı ettik, yemeklerimizi paylaştık. Kah güldük kah söyledik. Yatılı okul yatakhanesindeki kızlar gibiydik. Sonra taburcu olduk. Esma Sultan’ın kızlarıyla, bazen telefonla, bazen messenger ile haberleşmeye devam ettik. Ne yazık ki Esma Sultan’ı çok çabuk kaybettik. 70 yaşındaki eşinin, Esma Sultan’ın kaybının hemen ardından evlenmeye kalkışması üzüntümüzü ikiye katladı. Sonunda 50 yaşlarında bir kadınla evlenip muradına erdi. Hastaneye son yatışımda, kızlar İzmir’e beş saat uzaklıktaki Denizli’den beni az bir süre de olsa görüp dönmek üzere ziyaretime geldiler. Hem şaşırdım hem çok memnun oldum. Onların bu ziyareti benim için çok anlamlıydı…Yaşadığımız yoğun duyguları söylememe gerek yok sanırım.


Bir yatışımda yer olmadığı için akciğer hastalığının yanı sıra bir de ‘’delirium’’ tanısı konmuş, geceleri, sürekli hayali kişilerle konuşan, onlara kah kızan, kah gülen yetmiş yaşlarında bir akciğer hastasıyla aynı odada kalmak zorunda kaldım. Son derece düzgün, temiz bir Türkçeyle konuşan bu kadının, sayıklarken dahi kelimeleri düzgün vurgularla söylemesi, kelimeleri yerli yerinde kullanması dikkat çekiciydi. Refakatçisi yoktu. Gündüzleri genelde uslu uslu uyuyor, uyanık olduğu zamanlarda ayna isteyip hemşireye saçını taratıyor, süslü tokalarını taktırıyor. Konuşmak isterse, son derece mesafeli ve ölçülü kısa söyleşiler yapıyoruz. 1987 yılında olduğumuzu sanıyor. Hiç çocuk doğurmadığını, emekli olunca eşiyle birlikte Akçay’a yerleşen, Büyükada’lı bir öğretmen olduğunu anlatıyor. Ona bakacak kimsesi yok. Kızım Bilge bu kimsesizliğe çok üzülerek, on tane çocuk doğurmaya karar verdi.

Bayram nedeniyle hastaneden izinli çıktım. On günlük tatilin ardından döndüğümde yatağı boştu. Melekler gibi öldü dedi hemşire. Ben çıktıktan bir kaç saat sonra.


En son hastane ziyaretimdeki oda arkadaşım on yedi yaşında, ufacık tefecik, bıcır bıcır bir genç kız. Bodrum’dan gelmişler. Annesi refakatçi olarak bizimle birlikte kalıyor. Anne kız muhabbet kuşları gibiler, cıvıl cıvıl, fıkır fıkır. Görenler abla kardeş zannediyor. Ona ‘’Fındık Kurdu’’ adını koydum. O da bana ‘’Suziş’’ demeyi uygun gördü. Ağzından gelen kanın sebebini araştırıyorlar. Hastalık yakışır mı on yedi yaşa?

Geceleri televizyonumuz sürekli açık, hastane odası değil de evin yatak odasında gibiyiz. Fıkralar, komik olaylar anlatıp, birbirimizi güldürüyor, hastalık lafını anmıyoruz.

Doktorumuz sanki daha bir titizleniyor fındık kurduna. Hiçbir olasılık atlanmadan servis servis dolaştırılıyor minik kız. Mide endoskopisi, akciğer bronkoskopisi, yüreğimiz ağzımızda. Her temiz raporu, derin bir oh çektiriyor bize. En çok akciğerlerin temiz raporu sevindiriyor bizi ve doktorumuzu. Doktorumuz da bir anne. Sevinci gözlerine yansıyor. Fındık Kurdu bütün bu işlemlere sızlanmadan metanetle katlandı da ‘’Kulak Burun Boğaz’’ servisinden hıçkırıklarla döndü. Çok canı yanmış miniğin çok. Türlü şaklabanlıkla avuttuk. Hatta yüzünün gülmesi için ördüğüm şapkayı ona armağan ettim. Hassas kız, ben bunu kullanamam, kullanırsam kirlenir, kirlenirse yıkamam gerekir, yıkarsam suzişmin ellerinin kokusu gider, diyerek beni duygulandırdı.

Sonuçta ‘’kılcal damar çatlaması’’ teşhisi kondu da fındık kurdu bizi sevindirdi. Mutlu sonla Bodrum’a döndüler.

Benim de dost defterime ve messenger adresime yeni isimler eklenmiş oldu.

 
Toplam blog
: 74
: 1691
Kayıt tarihi
: 17.06.07
 
 

Emekliyim ama, yaşamdan değil; işimden. Eşim ve iki kızımla birlikte İzmir’de yaşıyoruz. Yazmak, oku..