- Kategori
- Kişisel Gelişim
Hareket edin!!!
Etrafımdaki herkes birşeylerden şikayet ediyor. İşinden, devletten, eşinden, şehirden, evinden, trafikten, hayatından ve daha saymakla bitmeyecek birçok şeyden. Benim de sızlandığım, daha farklı olmasını istediğim ve değiştirmek için can attığım tonlarca şey var.
Sorunlarımızı konuşmak, tartışmak ve birileriyle paylaşmak tabi ki hem rahatlatır hem de yeni perspektifler kazandırabilir. Ancak çoğumuz bu sızlanma aşamasından bir türlü faaliyet aşamasına geçemiyoruz. Konuştuklarımız hep lafta kalıyor. “Yarından itibaren aldığım kararları uygulayacağım.” dememize rağmen yarın bir türlü gelemiyor. Peki bizi engelleyen ne? Özgüven eksikliği mi, içinde bulunduğumuz koşullar mı, cesaretsiz olmamız mı, hepsi mi yoksa hiçbiri mi? Son iki şık ÖSS’den çıkarılalı bayağı zaman geçti ama çaktırmadan kullandım nostalji olsun diye.
Size bir deney anlatacağım. Bir akvaryuma bir büyük balık ve birçok küçük balık yerleştiriliyor. Doğal olarak büyük balık acıktıkça küçük balıklardan gözüne kestirdiklerini yiyor. Bir süre sonra akvaryuma büyük balığı küçüklerden ayıracak şekilde cam bir bölme yerleştiriliyor. Büyük balık acıkınca küçüklere saldırıyor ama cam bölme onu engelliyor. Çabaları sonuçsuz kalan büyük balık en sonunda çaba göstermemeye başlıyor. Tam bu noktada cam bölme kaldırılıyor. Fakat şaşırarak görüyoruz ki büyük balık bir daha küçüklere saldırmıyor. Buna psikolojide “öğrenilmiş acizlik” deniliyor. Deneyin sonunda zavallı büyük balık kaderine razı olup açlıktan ölüyor.
Değinmek istediğim bir başka önemli kavram ise kişisel atalet. Fizikten hatırlarsınız : Bir cismin harekete geçmesi için sahip olduğu atalet kuvvetini yenmemiz gerekir. Bu eşik aşıldığında cisim harekete başlar ve daha az bir kuvvet harcanarak hareketin devamlılığı sağlanır. Kişisel ataletin temelini ise daha çok psikolojik etkenler oluşturur : harekete geçmemizi engelleyen savunma mekanizmaları, bahaneler, kadercilik, geçmişteki başarısız örnekler, vs. Aslında bizi engelleyen yine biz oluyoruz. Başarabileceğimiz işlere ilk adımı atmayı kendimiz frenliyoruz.
Konumuzu tamamlayacak son tanımlar ise “etki alanı” ve “ilgi alanı”. Etki alanı, yaptıklarımızla sonuç alabileceğimiz, değişiklik yaratabileceğimiz alanlardır. Örneğin, işimizi, ailemizi, yakın çevremizi ve kendimizi bu alana dahil edebiliriz. İlgi alanı ise yaptıklarımızla doğrudan etki yaratamayacağımız ama ilgilendiğimiz, meraklı olduğumuz alanlardır. Bunlara da hobilerimizi, ekonomiyi, tarihi ve politikayı örnek gösterebiliriz. Kendimizi kişisel ataletten kurtarıp kişisel kalitemizi sürekli geliştiren bireyler olmamız için etki ve ilgi alanlarımızın bilincinde olmamız ve bunlara harcadığımız zamanı iyi dengelememiz gerekir.
Başarısızlıklarımızdan ders çıkarmalı ama denemekten asla vazgeçmemeliyiz. Kendimizi gerçekten akvaryumdaki o büyük balık gibi engellenmiş hissettiğimizde hatırlamamız gereken şey elbet birgün koşulların bizim lehimize değişeceğidir. O zaman ne duruyorsunuz? Hareket edin ve birşeyleri değiştirmeye başlayın!!!