Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Nisan '10

 
Kategori
Anılar
 

Hayat, Gerçek Bir Tiyatro! – III

Hayat, Gerçek Bir Tiyatro! – III
 

Yol uzunsa da...


“Ah Şu Gençler”

Hayat tiyatrosunda yıllar su gibi akıyor; ama her günün, hayat kitabının en güzel sayfası ya da tiyatroda sahnelenen en güzel perde olduğuna inanırsanız; yıllarla yaşlanmıyor; yalnızca “ihtiyar” oluyorsunuz… İşte, gözün perdesini açan saadet sahnesi de, bu…

Yine yıllar su gibi akmış; Hoca Hanımın tiyatro aşkı bitmemiş… Bitmeyen bir şey daha var; Hanımın hayat sahnesinde; göçüşü de bitmemiş…

Yeni bir heyecanla girmiş Hoca Hanım Öğretmen yetiştiren bir okula… Hayır, Öğretmen Okuluna girememiş öğretmen; yıllar Öğretmen Okullarını Anadolu Öğretmen’e çevirmiş… Bu da yetmemiş; “Öğretmen” yetiştireceğim diye bağıran bir okula “mühendis” olacağım diye yırtınan gençler girmiş…

Hep aynı sahne… Ve Hoca Hanım’da ne şaşırmışlıktan ne de yılgınlıktan bir eser var… Bazı oyunlar vardır; oyuncular değişse de oynanan oyun hep aynıdır… Onun için şaşırmıyor “öğrenen”… Biliyor bu oyunu daha önce… Ve bu oyunda kendi rolünü de… Bir şeyi daha biliyor “öğretirken öğrenen”, rolünü oynamak için “gayri ihtiyarî” sahneye atlanmaz… ”İhtiyar” zaman O’na; “İşte, sahne senin diyecek!...”

Öğretmen Lisesi’nde ilk yıl Kültür- Edebiyat Kulübünde , on dört yıllık olmasına rağmen, yedi yıllık bir branşdaşının asistanı:) olarak işe başlar; öğrenen… O gün anlayacaktır ki, bu okul da ona çok şey öğretecek… Bir yıllık stajdan ve alan etüdünden:) sonra, ikinci yılın başında; ilk toplantıda “Tiyatro Kulübü benimdir!” deyiverir “öğreten”… Zamanlama müthiştir; yetkili yetkisiz; etkisiz hale gelir ve “sükûtla” kaderlerine razı olurlar…

Hoca Hanım iki şeye sevinir… Birincisi; ortaklığı hazmedememiş:) bir ortak yoktur yanında… İkincisi; çok sevdiği Tiyatro alanına yeniden “el koymuştur”… Toplantının sonunda birinci gerçeği anlar: On yıldan fazla bir süredir aynı kişinin tekelinde olan bir “hanedanlığa” son vermiştir…

Daha müthiş gerçeği ise, ertesi gün memur odasında kavrayacaktır… Okul mutemedi der ki: ” Hoca Hanım, duyduk ki Tiyatro Kulübünü siz almışsınız… Çok sevindik… Artık, gençler sevebileceği oyunları oynarlar; bizlerin de gözü gönlü açılır…” Bu ilginç haberi duyan, kulaklarına inanamaz… Fakat daha da manidar olanı; okulun ve gençlerin eğitiminden birinci derecede ilgisi olmayan; okul destek personelinin okuldaki tiyatro çalışmalarından “yakınması” -her ne kadar ince bir üsluba saklanmışsa da- söz konusudur… Demek, olay görünenden derindir…

Evet, aslında “öğrenen”in kendisi de, geçen seneki tiyatro çalışmalarından haberdardır; üç dört öğrencinin “oyun çalışmalarına” gönülsüz katılışı… Kaçanların ya da atılanların yerine, bir çırpıda bulunan yeni mahkumlar… Seçilen oyunların “konuca ağır” olduğu kadar, “hareket yönünden” de ağır oluşunu zaman zaman gözlemlemiş; bazı zamanlarsa duymuştur… Okulun tiyatro çalışmaları için “manzara” tespiti şöyledir:

    Gençler, hatta okul kamuoyu “tiyatro çalışması” istemektedir. Seçilen oyunlar “hareketli”, “etkileyici” olmalıdır. Katılım sayıca çok olmalı ve katılım için “gönüllülük” esas olmalıdır. Ve muhakkak çalışmalar zor ve yıpratıcı olacaktır… Hanedan ve hanedan taraftarları yeni çalışmalar için engeller düşünecektir, kesinlikle…

Hoca Hanım “Tiyatro” çalışmalarına nereden başlaması gerektiğini düşünür… Ve iki üç gün içinde, başlangıcın nasıl olacağını bulur… Hemen bir ilan hazırlar. İlanın başlığı şudur:

“Hayatınızın Oyununu Oynamaya Var mısınız?”

Her katın koridorlarına üçer beşer ilan yapıştırılır… Böylece “Oyuncu Seçmeleri” için “Yarışma” başlar. Yarışmaya katılacak öğrenciler; istedikleri bir oyundan bir bölümü ezberleyecekler, “tek kişi” ya da “grup halinde” belirtilen gün ve saatte “rollerini” sergileyeceklerdir. Yarışmacılar önceden tespit edilen ve ilan edilen kriterlere göre –Bir Değerlendirme Formuyla- değerlendirilecektir… Her sene üç beş öğrencinin gönüllülük şöyle dursun; zorla bulunduğu okul tiyatrosu için o yıl tam 85 kişi başvurur… Seçmeler üç güne sarkar; hatta Kulüp öğretmeni Branş arkadaşlarından “değerlendirmeler için” yardım almak zorunda kalır… 85 sayısını, büyük uğraşılardan sonra 42’ye indirebilirler…

Tiyatro Kulübü öğrencileri dışında, tiyatro oyunu oynamaya gönüllü 42 öğrenci… Ve bu öğrencilerin arasında 15 öğrenci de üniversiteye hazırlanan son sınıf öğrencileri… “Katılım güzel de Hoca Hanım, 42+20 öğrenciyle nasıl bir oyun sergileyeceksiniz?” Hem de “Ben yaparım diye, çıktınız meydane:)”

Kulüp öğrencileri içinden “yarışmaya katılan” üçünü çıkarırsak; geriye kalanları ışıkçı, setçi, dekorcu, malzemeci, bilgisayar operatörü yaparız da… “Eee, 42 ne olacak?”

Bir taraftan da öğretmen ve öğrenciler “oyun arayışına” koyulurlar… Gençler, sıkıcı oyun istememektedir… Büyük bir ihtimalle de, “SS Subayı Yönetmen:)” hiç mi hiç istememektedirler… Hoca Hanımın aklına “Ah Şu Gençler” gelir… Çok dinamik bir oyun olmasına rağmen hem “çok zor” hem de “çok kolay” bir oyundur bu… Zorluğu; “gençliği” ilgilendiren birbirinden bağımsız onlarca sahne vardır oyunda ve oyuncu sayısı kalabalıktır… Kolaylığı da şudur: “Gençliği ilgilendiren birbirinden bağımsız onlarca sahne vardır oyunda ve oyuncu sayısı kalabalıktır:)” Bir zorluk daha vardır; oyun metninde adı ve hatta sözleri belirtilmiş “müzik parçalarının” ezgisini öğretmen dahil kimse bilmemektedir:) Ne yazık ki, o yıl okulun Müzik Öğretmeni de başka bir yerde görevlidir…

Şimdi!... Yukarıdan beri –bir paragraf boyunca- saydığımız tüm zorlukları düşününce; oyunun “oynanmak” için biçilmiş kaftan olduğu gün gibi aşikardır. Sizce de öyle değil mi?

Hoca Hanım oyunu gençlere götürür, gençler oyunu havada kapar… Rol dağılımı sırasında “Yönetmen”; “Beni yok sayın ve müzikleri de siz düşünüp oyunun uygun yerlere koyacaksınız, hatta oyuna danslar bile koyabilirsiniz” deyince; gençler yönetmeni havaya atar:)…Yönetmen, yine de pes etmez; her gün “yine yeni yeniden” oyunun başına gelir… Saz ve gitar üstadları; şarkıcılar, türkücüler; halk oyunları grubu ile modern dans grupları, taklitçiler, dramacılar derken; oyuncu kadrosu 25’i bulur…

Oyunun sergileneceği 9 Haziran’a kadar, yapılan her çalışmada, oyunun en orijinal versiyonu:) sergilenir… Hatta, müzik dünyasına yeni besteler; dans dünyasına yeni figürler katılır… Kostümler, tamamen oyuncuların kendi tasarımlarıdır… Oyunun sahnesi; “bir park alanı”, bir yıkık duvar ve önünde sağlam ve geniş bir merdiven, iki bank, bir kütük ve iki park lambasıdır… Galiba, iki tane de varil vardır…(Seyirciler bilmese de, bu variller aksesuar dolabı görevindedir:)

Oyunu sahneleme günü gelir çatar… Her oyuncunun ve okul mensuplarının ailesinden ve arkadaş çevresinden on beşer kişiyi düşünürseniz:); seyirciyi, siz varın hesaplamayın gayri… Oyun başlar… Bütün oyuncular, tüm hareketlilikleri ve tüm neşeleriyle seyirciyi coşturur… Çoook uzun süren oyun boyunca, seyircilerin tam önünde ve merdivenin ortasında istifini bozmadan, sessizce “gazete okuyan” kişiye hiçbir kul anlam veremez… Oyun biter… Oyuncular birer birer sahneye çağrılır yeniden… En arkada da tam iki saate yakın bir süre gazete okuyan gelir ve seyirciye selam verir:

“Ve suflörümüz Seliiiinn…”

Büyük alkış kopar… Elbette, her zamanki gibi yönetmen, sırra kadem basmıştır ve sahnede görünmez… Görünen tek şey; oyuncusu, seyircisi; annesi babası; öğretmeni, personeli ile “gülen genç çehreler” dir…

“42-25”… Geriye kalan 17 oyuncu nerede? Onları unutmadık… “Ah Şu Gençler” oyunuyla eş zamanlı çalışan ve hemen hemen aynı zamanlarda sahnelenen başka bir oyunun provalarında ter döküyorlar… O oyunu da “an” gelince anlatır öğrenen… Değil mi ki; yaşam sonsuz bir öğrenme… Ve genç ihtiyar bir oyundayız… Yolumuz başka bir saadette… Yol uzunsa da; menzil âşikâr, görünürüz elbet…

Yegâh Elif Mirzâde

 
Toplam blog
: 191
: 769
Kayıt tarihi
: 21.07.09
 
 

“Yazı yazmak” bir Yürek Yolculuğudur. Okumak ve yazmak bana Edebiyat alanının kapılarını açtı… Ed..