Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '10

 
Kategori
Anılar
 

Hayat, Gerçek Bir Tiyatro! – IV

Hayat, Gerçek Bir Tiyatro! – IV
 

Şems!Bize yardım edeceğini biliyordum...


ÂŞIK İLE MÂŞUK- (1)

Çoğunluğunu (zannederim sayı 15’ti) son sınıf öğrencilerimin oluşturduğu bir grubun hep bir ağızdan “Hocam, Mevlana yılında Mevlana’yı oynayalım…” cümlesiyle, okul koridorunda avaz avaz yanıma geldikleri sırada, ben okulun sakinJ koridorlarında “bene ayrılan yerde” şimdiyi gözlemlerken, geleceği hayal ediyordum…

Mevlana Yılı…Ben için önemliydi Mevlana…!”O’na verdiğim önemle; 10. sınıf öğrencilerimden kurduğum proje ekibiyle “Mevlana Yolu” nu araştırmaya, bulunduğum şehrin “Dönenler Camisi”nin “şehirde oturan çoğunluğun bile haberdar olmadığı” sırrını ve “Yol” ile bağlantısını çözmeye koyulalı epey zaman olmuştu… Mevlana Yolu, vakur adımlarla, sene sonu Bilim-Kültür- Sanat Şenliği’ne hazırlanıyordu zaten… Fakat, Mevlana Yılına güzellik katkısını isteyenlerin, “akademik savaş içinde” bulunulan bir okulda, son sınıf öğrencisi olması, apayrı güzellikti. Ve ne hoş? Bu güzelliğe benim de katkıda bulunabileceğimi anlayabilmişti, o genç ve “bilinçli” yürekler…

Ah Şu Gençler oyunu, öğle arası ve ders çıkışlarında belli bir çalışma düzenine oturmuştu. Hatta, bu oyun için gerekirse- hafta sonunda ek çalışma saatleri bulunabilirdi… Ama, Mevlana gibi ağır konulu bir oyunla, ders dışındaki vakitlerinde Üniversiteye son sürat çalışan “yorgun savaşçı” öğrencilerin buluşması ve “ilk kez yönetimi eline geçiren yönetmenin” daha bir oyunla bile kendi varlığını kanıtlayamadan ikinci bir oyuna soyunması?... Akıl kârı değildi…Tam da, “Hayır gençler; siz de ben de bu oyuna vakit ayıramayız. Çünkü….” diye sıralanan mazeretler zincirini öğrencilerimin önüne sermek üzereydim ki; tam tamına on beş çift gözün aynı kararlılık ve aynı azimle bana bakışını yakaladım. “Bir gönüle” akan o bakışlardan sonra, dilimden olumsuz tek bir cümle dökülemezdi…

İçimdeki Mevlana’nın sesi bana yardım eti: “Gel, her ne olursan ol, yine gel… Umutsuzluk kapısı değil bu kapı…”

Bir an durdum ve beni dinledim… Diyordu ki iç ben bana: “Karşında bir avuç “gönüllü” duruyor, Ey Elif! Tek yapacağın şey; yüreklere kucak açmak… Başlamak sizden, bitirmek “Ben”den….”

On dakikalık tenefüste “Mevlana” gibi bir derya için “tiyatro” sergileme kararı vermek zordu. Öğrencilerime, gün bitiminde okulda kalmalarını ve bu konuyu enine boyuna konuşmamız gerektiğini söyledim… Günün sonunda, tiyatro kulübüme ayrılmış sınıfta on beşini de hazır görünce, o iç titremesini, yeniden yaşadım… O yiğit ve yürekli delikanlılarla konuşacak çok şey vardı… Ama galiba ilk soru: ” Üniversiteye hazırlanmanız gereken bu son yılda, Mevlana konulu bir tiyatro eserini çalışabileceğinizden emin misiniz?” olurdu. Bu soruya koro halinde tek cevap geldi:

”Zorlukları biliyoruz ama oynamaya kararlıyız..”

“Bakın gençler, diğer oyun benim zamanımı alıyor, haftanın birkaç günü sizinle beraber olurum…Diğer günler siz yalnız çalışırsınız…Ama yalnızken de disiplini bırakmamanız ve hiç birimize söz getirmemeniz lazım…Ders çıkışlarında dershaneye gittiğinizi biliyorum… Birincisi; üniversite çalışmalarınızı aksatmayacaksınız… İkincisi, Mevlana oyununu “oynayacağız” diye, insanlara söylediğimiz zaman; tiyatro çalışmalarınızı yarıda da bırakamayacaksınız… Ve büyük bir olasılıkla, sahne çalışmaları başladığında, akşam yemeğinden sonra okula geleceğiz ve bir iki saat çalışacağız… İlk adımdaki, ”Çalışma Şartnamemiz” bu…”

Bir an durdum, yutkundum, gözleri tekrar taradım. Hay Allah, bir öğrencim bile yerinden kıpırdamıyor…”Pekala, siz istediniz!...”

Mevlana konulu eser bulmak için önce internet taraması yaptım. Eser adlarına ulaştım ama oyunların tam metinlerine ulaşamadım. Daha sonra, Kültür Bakanlığı internet sitesindeki “Dramatürg” bölümüne elektonik posta gönderdim ve Mevlana konulu oyunların metnine ulaşmak istediğimi söyledim… Ertesi gün cevap geldi: ”Kaç kız kaç erkek oyuncunuz var, belirtin. Ayrıca kostüm ve dekorda da yardımcı olabiliriz.” Gördüğüm cevap karşısında, gözlerime inanamadım. Şaka mıydı bu? Ben taşradan Bakanlığa elektronik bir ileti göndermişim ve bana ciddi bir cevap geliyor… İyi de ben oyuncu sayımı bilmiyorum ki? Daha doğrusu kız oyuncum hiç yok? O zaman “dileğimi” sadeleştireyim: ”Mevlana Yılı sebebiyle, Mevlana konulu bir oyunu Lise öğrencilerimle sene sonunda sergilemek istiyoruz. 15-18 yaş grubunun oynayabileceği, üç adet Mevlana tiyatro eseri gönderirseniz sevinirim.”

Haftasına Kültür Bakanlığı’ndan bir paket geldi elime… Paketi açtım, içinden üç Mevlana oyunu-oyun tekstleri- çıktı. Öğrencilerimle inceledik ve içlerinden Recep Bilginer’in “MEVLANA-Âşık ile Mâşuk-“ adlı eserini seçtik. Biz seçtik de, okul idaresine “ikinci bir oyunu kabul ettirmek”; daha da inanılmazı, zor bir oyunu son sınıf öğrencileriyle sahnelemeye çalışacağımızı söylemek tam bir çılgınlık olacaktı.Ve tahmin edin bakalım bu çılgınlığı izah etmekle memur kimdi? Sakın O memur, koridorlarda Leyla Leyla dolaşan ve ancak sorarsan konuşan derviş olmasın… Buyrun bakalım! Elif Derviş, ikinci oyunu okul idaresine hangi üslupla izah edebileceğini ve daha da önemlisi kabul ettirebileceğini düşüne dursun; “iyileşecek hastanın ayağına doktor gelir” misali, şehrin Belediye Tİyarosu’nun, ilk defa o yıl, Liseler Arası Tiyatro Yarışması düzenleyeceği tutar. İşte ışık!...

İçlerinde, okulun bütün teknik ve sosyal işlerinin altından kalkan üç tane Sosyal Bilimler öğrencim de olan on beş kişilik ordu ve başlarında dervişJ Okul Müdürü’nün odasına girdik. Kendisi de Edebiyat Öğretmeni olan Müdür’ü, uzun ve tatlı bir münazaradan sonra ikna ettik… Hem oyunu oynayacaktık hem de bu oyunla Liseler Arası Tiyatro yarışmasına katılacaktık. Müdür de aynı şeyi söyledi:

”Ne oyunda ne de Üniversite sonuçlarında yenilgi istemiyorum ve başıbozuklukta tek sorumlu bilirim:”Derviş”…

” Eyvallah!”

Derviş oyunu birkaç gün döne döne okur. Gerçekten zor bir oyundur. Sözler ağır, hareketler ağır, dekor ağır, kostümler ağır. Ne yaptın böyle Can Elif? O, eseri okuyadursun, hatta bazı yerleri sadeleştiredursun; bir ara Müdür Baş Muavini’nin “Ekibi sağlam kurmuşsunuz, Hocam; işi biliyorsunuz…” demesine şahit olur… ”Ekibi sağlam kurmuşsunuz?? Dur bakalım, ne çıkacak??”

Hemen rol dağılımı yapılır… Ve aylardan Şubat’tır. Yarışma günü de 12 Mayıs’tır.Tam tamına üç ay…Üç kocaman ayy… Üç kısacık ay… Rol dağılımı sırasında, 11 TM öğrencim olan; dev cüssesi ve dev yüreğine karşın yürüme ve konuşma güçlüğü çeken- ve nedense derslerimde konuşmayı seven- SefaCan’ın arkadaşlarının yanından hiç ayrılmaması dikkatimi çekiyor.Yanına gidiyorum usulca, “sen de oynamak ister misin?” diyorum SefaCan’a…O bakışı ölene kadar unutmam… Sayfaları çeviriyorum alelacele ve “bir cümlelik bir replik”in bulunduğu yeri gösterip, “Bu rol de SefaCan’ın gençler!...” diye, herkese haber veriyorum Gençlerden “çıt yok”…Olgun öğrencilerim benim…

Önce ezberleme safhası… Ezberliyoruz… Sonra “Mevlevi dervişlerinin” dönüş çalışmaları; dönüyoruz… Bir gün bakıyorum ki? Sosyal Bilimler sınıfımdaki üç kafadarın biri “Ney”, biri “kudüm”, biri de “Selam” getiriyor…”Hocam, hep es geçiyorduk. CD’lerden yardım almayı düşüyorduk. Bundan sonra “semazenler” ney ve kudüm eşliğinde sema icra edecek…” Kulağıma, yeniden Müdür Baş Muavinimin sözleri geliyor:

“Ekibini iyi seçmişsin, Hocam”…

”İnanın bilmiyordum hocam.-Aslında Neyzeni biliyordumJ- Yalnızca, bu gençlerin yüreğinin bir şeyler yapabileceğini biliyordu, bu yürek..”

Ney ve kudüm geliyor… Ney iyi de; kudüm?

“Oğlum, sen kudümün ritmine erebildiğinden emin misin?:)”

“Yaparım Hocam, hem Ragıp Bey bize yardımcı olacağını söyledi.Dedi ki, sizlere Mevlana’yı sevdiren hocayla da tanışmak isterim. Uygun görürse, çalışmalarınızda “Rebab”ımla size eşlik ederim.Size de selamı var.”

“Ve aleyküm selam…Çocuklar, siz beni öldüreceksiniz ama ben ağlamayacağım.Ragıp Bey!e benden selam edin, bize katılırsa seviniriz…”

Ertesi gün çalışmaya- ve o ilk günden sonraki her gün, yarışma gününe kadar hiç aksatmadan ve erkenden- yetmiş beş yaşlarında “edep, usul, erkan” sahibi bir Bey geliyor. Rebab ustası Ragıb Bey… Hem Rebab çalıyor, hem Ney’e usul veriyor, hem kudüme düzen öğretiyor hem de Hoca Hanımla musiki, edebiyat ve hayat sohbetine katılıyor. O, baştan sona incelik ve zerafet kokan Bey’in yanında Hoca Hanım “nasıl kelam edilir?” şaşırıyor…

“Ragıb Bey sizi şöyle alsak?”

“Elbette, muhterem hanımefendi…”

“Ragıb Bey, parçayı bir kez daha terennüm etsekJ..”(Bana da ne oldu ki, şimdi?)

“Hay hay Efendim, siz nasıl uygun görürseniz…”

“Hanımefendi müzikten anlıyor herhalde?”

“Şey, yani biraz. Biraz usul, makam bilirim. Biliyor musunuz? Ney üflemek isterdim, ama bu vakitten sonra zor öğrenilir galiba…”

“Hiçbir şey için geç değil, Hanımefendi…”

İşte, böylesi bir “Pir” de, bize dahil oldu…”Ey Şems! Bize yardım edeceğini, biliyordum!...”

Gençlerin ezberi, jest mimikleri, tavırları, semaları güzel… Ragıp Beyle, müzikte ihya olduk… Şimdi, bunca güzelliğe; hiç eksik olmamalı… Mevlana’nın yaşadığı dönemi, Mevleviliği, Şems’i yansıtacak kıyafetler? Aman Allah’ım, görüyor musunuz? Kıyafet ve dekor ne olacak şimdi?

Önce aklıma okulumun “Tiyatro Arşivi” geliyor… (Ah Şu Gençler oyununda böyle bir arşiv hiç aklıma gelmemişti. Çünkü, dekor ve kostümleri öğrencilerimle beraberr uyduracaktıkJ) Hayır düzeltiyorum:”Akılma, en azından on yıllık tiyatro birikimi olması gereken Öğretmen okulunun “tiyatro arşivi” ve “arşiv odası” mutlaka vardır” önermesi geliyor. Müdür Baş Muavininin yanına gidiyorum:

” Hocam tiyatro arşiv odasının anahtarını verir misiniz?”

“Efendim? O oda da neyin nesi? Sahne arkasında bir oda var; orada birkaç tahta paravan var… Diğer malzemeleri “eski hanedanJ” kendi hallediyordu…”

Baş Muavinin söylediğinin hal tercemesiJ: “Kendi başınızın çaresine bakın ve bize de pek sık uğramayın’…”

Ve Elif Derviş “sessizlik” içinde “anladı”…

Oyunun sahnelenmesine bir ay kalmıştı; sahne dekoru, aksesuar, kostüm hiç yoktu… Hiç ihtimal vermeme rağmen;”bir umut”la sahne arkasındaki odaya baktım… Altı yedi adet büyük ve oldukça geniş tahta paravan vardı.

Dekor? Dekor? Dekor? Tamam, buldum: 11 TM’nin Seçmeli Resim dersine giren kızlarından yardım isteyeceğim.Bu paravanları “medrese”nin duvarları gibi “tuğla, tuğla”, boyayacaklar… Bazı paravanlara, ocak, pencere, kapı, sütun da çizdiririz… Şu geçen gün iki büyük panoyu bir haftada bitiren iki yetenekli kızıma da, “bir semazen silüeti” bir de “Ya Hazret_i Mevlana” yazdırırız… Sahneyi ikiye bölerim; Sol yan Medresenin bahçesi; sağ yan Mevlana’nın odası… Bir deee, Yetmiş beşer santim uzunlukta, kırk santim boyunda “katlanabilir çit” yaptırdık mı bir marangoza, “ana dekor” hazır… Kilim, yastık, keçe ve diğer aksesuarlar kolay…

Ne kaldı geriye? Mevlana ne giyecek? Ya Şems? Ya Mevlana’nın oğulları? Kerra Hatun? Neee Kerra Hatun? Bu “hanım” sahnesini nasıl unuturum ben? “Hadi benim 10.TM sınıfı kızlarım, gelin bu sahneleri de siz çalışın… Çok mu az gün kalmış? Üç hafta var, ve tek bir bölüm? Yaparsınız siz?”

Bu arada “bizim çırpınışlarımızı” duyanların bize yardım arzuları artıyor: Bir Müdür Yardımcısı arkadaşım şehrin ücra köşesindeki bir düz lisede “bir tiyatro arşiv odası” olduğunu; oradan kavuklar, meshler, Mevlevi kıyafetleri bulabileceğimizi söylüyor. Hatta, bize jest yapıyor; okulun servisiyle beni ve iki öğrencimi gönderiyor…Sevineyim mi, üzüleyim mi? Karar veremiyorum…Önce sevineyim: Daha aklımı yitirmemişim:”Okulların tiyatro arşivi” olurmuş…Üzüleyim: “Şehrin en gözde okulu “biz”de bu niye oluşmamış?” Neyse, bize yardıma gönüllü okula moralle girmeliyim…

Düz Lisenin arşivine girince kendimizi kaybediyoruz…Belki sekiz metrekarelik, bir Mevlana Portresi buluyoruz… Çeşit çeşit kavuklar buluyoruz. Bize lazım olmasa da “padişah tahtına kadar” yapılmış dekor parçacıkları bizi şaşırtıyor. Öylesine şaşırıyoruz ki; inceliği bir kenara bırakıp, bize lazım olanlara saldırıyoruz… Her şeyi kaptığımız gibi:) okul servisine dar atıyoruz kendimizi…

Bir an sessizlikten sonra, aynı anda bir gülme krizine başlıyoruz… Neydi o halimiz bizim? Bir de derviş olacağız…J Çocuklar susuyor okula doğru ilerlerken…Ben de susuyorum ama benimki pek de hayra alamet değil… Çok ince bir zekanın “plastik saksılara” “şal” giydirmesi ile oluşturduğu kavuklar belki kullanılabilir de, diğer giyecekler eski ve dökük… Ben Mevlana ve oğullarına bunları giydiremem… Şemsime de… Okulumdaki öğrencilerime de…

Neşemin yerini önce bir sıkıntı, sonra da bir kararlılık alıyor: Bu böyle olmayacak. Haftalardır kafamda olan planı “şu çok daralan vakite” rağmen, bir an evvel gerçekleştirmeliyim. Hem de ilk adımı; arabadan inip de odaya girince atacağım…

Yegah Elif Mirzade

 
Toplam blog
: 191
: 769
Kayıt tarihi
: 21.07.09
 
 

“Yazı yazmak” bir Yürek Yolculuğudur. Okumak ve yazmak bana Edebiyat alanının kapılarını açtı… Ed..