Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mayıs '21

 
Kategori
Bilim
 

HAYATIN METODLARI

ÖNCE DENEY VARDI

“Bir çözüme yaklaşmakta kullanılan yöntem hep aynıdır: Deneme ve Yanılma Yöntemi. Temel olarak, yaşayan varlıklar(canlılar) tarafından çevreye uyma süresinde kullanılan yöntem de budur. Bu yöntemin başarısının denemelerin sayı ve çeşidine bağlı olduğu açıktır.

Deneme sonucu kuramın yanlış olduğunu gösterirse, bu kuram atılır. Deneme ve yanılma yöntemi esas itibariyle bir arıklama (elimination) yöntemidir. Başarısı başlıca üç şarta bağlıdır: Yetecek kadar çok sayıda (ve ustalıklı) kuramın sunulması, sunulan kuramların yeteri kadar çeşitli olması ve yetecek ağırlıkta denemelerin yapılması. Bu yolla, şanslıysak, en uygun kuramın yaşamasını ve daha az uygun olanların ayıklanmasını sağlayabiliriz.”
Karl Popper’in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı, Bryan Magee, Remzi Kitabevi.

“Kuhn bilimsel çalışma ortamının sırayla geçirdiği üç evre tanımlar. Paradigma öncesi ya da pre-paradigma dediği ilk evrede, bilimsel nitelikte bir araştırma sürdürülüyor olsa da, belirli bir kuram üzerinde mutabakat yoktur. Bu evrenin tipik özelliği, çeşitli uyumsuz ve tamamlanmamış kuramların bir arada varlığıdır. Eğer bilimsel toplumun oyuncuları giderek bu kavramsal çerçevelerden birisine yönelir ve bilimsel yöntemler, terminoloji, deney türleri üzerinde geniş mutabakat sağlanırsa, ikinci evre olan normal bilim başlar. Bu evrenin özelliği de baskın paradigma kapsamında problem ya da bir anlamda yapboz çözmektir. Zamanla, normal bilim sürecinde anomaliler, mevcut paradigma kapsamında açıklanması zor olgular belirebilir, dahası bunlar birikerek normal bilimi zorlaştıran ve paradigmanın güçsüzlüklerini sergileyen bir noktaya, Kuhn'un adlandırmasıyla krize, ulaşabilir. Ama, gene Kuhn'un gözlemlerine göre, anomaliler ne denli çok sayıda ve büyük olursa olsun, güvenilir bir seçenek ortaya çıkana kadar, uygulamadaki bilim insanlarının çoğunluğu mevcut paradigmaya sadık kalır ve normal bilimi sürdürürler, çünkü sorunların çözüleceğine inançsızlık bilim insanı olmayı bırakmak anlamına gelir. Kuhn'a göre bütün bilimsel topluluklarda çoğunluğa aykırı düşen, kriz durumlarında yeni paradigmalar geliştiren az sayıda cüretkar birey de vardır. Bu bilim insanları Kuhn'un devrimci bilim dediği işe girişirler ve böylece bilim üçüncü evreye geçer. Bilimsel devrim diye de adlandırılabilecek bu evrede, eski paradigmaya güven sarsılır, temeldeki varsayımlar gözden geçirilir ve zamanla yeni bir paradigma itibar kazanır. Her iki paradigmanın da yan yana varolduğu ve yeni paradigmanın başlangıçtaki eksiklerinin zamanla kapatıldığı bir dönem sonunda yeni paradigma başat duruma geldiğinde, yani paradigma değişimi gerçekleştiğinde, bilim insanları yeni paradigma çerçevesinde yapbozla uğraştıkları normal bilime dönerler.”
https://tr.wikipedia.org/wiki/Bilimsel_Devrimlerin_Yap%C4%B1s%C4%B1

Popper’ın terminolojisindeki kuramların ortaya atılmasını, paradigma(tez) oluşturma, kuramların eleştirilme ve denenme sürecini normal bilim, normal bilimin deneme ve eleştiri sürecinin sonucunda ortaya çıkan bunalım sonrasında yeni bir kuramın(antitez/sentez) ortaya atılmasını nicel birikimlerin nitel sıçramayla sonuçlanması(bilimsel devrim) olarak düşünebiliriz.

“Diyalektik (modern (4) anlamda, yani özellikle Hegel’in kullandığı anlamda) bir şeyin – daha özellikle, insan düşüncesinin – diyalektik üçleme [sav(thesis); karşı sav (antithesis) ve bireşim (synthesis) denilen bir yolla geliştiğini savunan bir kuramdır.

Dolayısıyla, deneme ve yanılma yöntemi terimleriyle yapılan açıklamanın diyalektik terimleriyle yapılandan biraz daha geniş olduğu söylenebilir. Deneme ve yanılma yöntemi başta yalnız bir tek savın sunulduğu durumlara bağlanmamıştır. Başından beri birbirinden bağımsız olan, ama birbirine karşıt olmayan farklı birçok savın bulunduğu durumlara kolaylıkla uygulanabilir.
Karl Popper’in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı, Bryan Magee, Remzi Kitabevi.

Site specific genome-regulatory proteins such as the polymerases, repressors and activators involved in transcription, initiate their action by binding to specific base pair sequences (operators, promoters, etc.) . However before pecific binding can occur, the proteins must locate and recognize their targets.

The magnitude of this location and recognition problem becomes clear when we consider the  E. Coli cell.

The Escherichia coli lac repressor (R) locates its DNA target site, the operator (O), by a two-step mechanism.
http://physicsweb.phy.uic.edu/450/articles/Berg_Winter_Hippel_82.pdf

It is commonly believed that three-dimensional diffusion is too slow for proteins to locate their specific target on a DNA molecule for cells to function properly. To resolve this issue Berg and von Hippel suggested, in series of seminal papers [1, 2], that combining periods of onedimensional diffusion along the DNA (sliding) with periods of three-dimensional diffusion off the DNA (jumping) can speed up the search time by several orders of magnitude.
http://arxiv.org/pdf/0901.4185.pdf

To resolve this discrepancy, one possible mechanism of facilitated diffusion that includes both 3D diffusion and effectively 1D diffusion of protein along DNA (the 1D/3D mechanism) was suggested. This mechanism was first proposed and dismissed by Riggs et al [1] but was soon revived and rigorously studied by Richter and Eigen [3], then further expanded and corrected by Berg and Blomberg [4] and finally developed by Berg et al [5]. The basic idea of the 1D/3D mechanism is that while searching for its target site, the protein repeatedly binds and unbinds DNA and, while bound non-specifically, slides along the DNA, undergoing one-dimensional (1D) Brownian motion or a random walk. Upon dissociation from the DNA, the protein diffuses three dimensionally in solution and binds to the DNA in a different place for the next round of one-dimensional searching (figure 2(A)).
http://mirnylab.mit.edu/publications/How_protein_JPhysA2009.pdf

Çok fazla zorlama yapmamak koşuluyla doğaya ve düşünsel dünyaya bakıldığında düşünsel ve toplumsal ilerlemede üç farklı düzey ayırt edilebilir. Popper’ın eleştiri ve deneme süreci, Kuhn’un normal bilim dediği küçük adımlardan, fikirlerden ve sınamalardan oluşan ve nicel birikimlerin gerçekleştiği birinci düzey.

Popper’ın kuramların elenmesi ve yeni kuramların ortaya atılması, Kuhn’un (nicel birikimlerin etkisiyle) bunalım dönemi sonucunda eski paradigmanın terk edilerek yeni bir paradigma ortaya atılması ve benimsenmesi dediği, bilimsel devrim ya da paradigma kaymasının (sıçrama, büyük adımlar) gerçekleştiği ikinci düzey.)

 

Son olarak, toplumsal  düzenin kökten değiştirilmesi (kapitalist sistemden sosyalist sisteme geçiş), düşünce sisteminin büyücülükten bilimsel sisteme evrilmesi gibi kırılmaların gerçekleştiği devrimci/karşı devrimci düzey.

“Modern felsefe tarihinde büyük bir sorun, bir yandan Kartezyen veya Akılcı okul (başlıca Avrupa’da) ile öte yandan Ampirizm (başlıca Britanya’da) arasındaki çekişmedir.

Gerçeği bulmak için, filozof yalnızca berraklıkları, açıklık ve seçiklikleri ile akla yatan, kısacası olan ender düşünceleri kabul edecektir. Kartezyen görüş, denemeye başvurmaksızın, yalnızca aklımızı kullanarak açıklayıcı bilim kuramları yapabileceğimizi söyler; çünkü akla uygun olan (yani berraklığıyla kendini gösteren) her önerme, olanların doğru bir betimlemesidir (tasviridir).”
Karl Popper’in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı, Bryan Magee, Remzi Kitabevi.

Kuramların ortaya atılması da, denenmesi emek ve zaman yani kaynak harcaması gerektiriyor, yani maliyeti var. Rasyonel insanın da maliyeti düşürmek istemesi kadar doğal bir şey yok. Birden fazla kuram olduğunda akla hemen iki soru geliyor. Bütün kuramları denemeli mi, bazı kuramlar hiç denenmeden çöpe atılabilir mi, denemeye hangi kuramla başlamalı?

Bilimler ve bilimsel bilgi, mantık ve felsefe bu soruları cevaplamada yardımcı olan temel araçlar. Toplumsal olaylar gibi karmaşık sorunların irdelenmesinde sosyologlar, psikologlar, sosyal psikologlar, tarihçiler, vb ve onların kuramları, analizleri bu tür sorunların olabildiğince açık seçik hale getirilerek öncelikle denenecek ve denenmeden çöpe atılacak (varsa) kuramları belirlemeyi sağlar.

Öncelikle denenecek kuramların seçimi, beklenen değerin maksimizasyonu ilkesine uygun biçimde yapılmak zorunda. Rasyonelliğin gereği. Belirsizliğin yüksek, açık ve seçikliğin düşük olduğu durumlarda ise konunun uzmanlarının görüşlerine ve tavsiyelerine uymaktan başka akılcı bir yol görünmüyor. Ama demokrasilerde halkı ikna edenin, halkın istekleri yönünde hareket edenin dediği oluyor. Ve halkın istekleri de onun olgunluk düzeyine, olgunluk düzeyi de yeterince çok kuram denenmesine, denenmiş kuramların kuşaktan kuşağa aktarılmasına bağlı oluyor.

“Hegel’in akıl ve gerçeğin özdeşliği felsefesine bazen (mutlak) idealizm denir; çünkü gerçeğin zihin gibi veya akıl niteliğinde olduğunu söyler. Fakat besbelli ki, böyle bir diyalektik özdeşlik felsefesi bir çeşit materyalizm olacak şekilde kolayca tersine çevrilebilir. Bunu savunanlar, herhangi bir insanın düşündüğü gibi gerçeğin, aslında maddi ve fiziki nitelikte olduğunu ileri sürerler.”

“Marx’la Engels insan tabiatının maddi yönünün-özellikle, besine ve diğer maddi şeylere duyulan gereksinmenin-sosyoloji için temel bir önem taşıdığı gerçeğini belirttiler.

Bu görüş şüphesiz sağlamdı; Marx’ın bu noktadaki katkılarının gerçek önemi ve sürekli etkisi olduğuna inanıyorum. Eğer düşünce tarihi olduğu gibi alınırsa (böyle bir ele alış tarzının büyük faydaları olmakla birlikte) düşüncelerin kaynakları ve bunları ortaya koyanların durumu bilinmedikçe, düşüncelerin gelişmesinin tamamen anlaşılamayacağı gerçeğini (bu koşullar arasında ekonomik yönlü olanlar çok önemlidir (diğerlerinden başlıcaları, coğrafya, uzun dönem, Fernand Braudel;İdeoloji, Althusser; Askeri-Siyasi, Michael Mann-KG) herkes Marx’tan öğrendi. Bununla beraber, ben şahsen, Marx’ın ekonomizmini-herhangi bir gelişmede ekonomik temelin sonul ilke olduğu üstünde duruşunu-yanlış ve gerçekten, tutulamaz sayıyorum. Belli durumlarda, (bazen propagandayla desteklenen) düşüncelerin etkisinin ekonomik güçleri aştığını ve geçtiğini toplumsal deneyin açıkça gösterdiği kanısındayım. Bundan başka zihni gelişmelerin ekonomik temellerini bilmeden anlaşılamayacağı kabul edilse bile, ekonomik gelişmelerin de, örneğin bilim, din ve fikirlerin gelişmeleri bilinmeden anlaşılamayacağı (kurumsal iktisatçılar, KG) muhakkaktır”.
Karl Popper’in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı, Bryan Magee, Remzi Kitabevi.

The dynamics of many social, technological and economic phenomena are driven by individual human actions, turning the quantitative understanding of human behaviour into a central question of modern science. Current models of human dynamics, used from risk assessment to communications, assume that human actions are randomly distributed in time and thus well approximated by Poisson processes1–3. In contrast, there is increasing evidence that the timing of many human activities, ranging from communication to entertainment and work patterns, follow non-Poisson statistics, characterized by bursts of rapidly occurring events separated by long periods of inactivity4–8. Here I show that the bursty nature of human behaviour is a consequence of a decision-based queuing process9,10: when individuals execute tasks based on some perceived priority, the timing of the tasks will be heavy tailed, with most tasks being rapidly executed, whereas a few experience very long waiting times. In contrast, random or priority blind execution is well approximated by uniform inter-event statistics. These finding have important implications, ranging from resource management to service allocation, in both communications and retail.

The fact that a wide range of human activity patterns follow non-Poisson statistics suggests that the observed bursty character reflects some fundamental and potentially generic feature of human dynamics. Yet, the mechanism responsible for these marked nonrandom features remains unknown. Here, I show that the bursty nature of human dynamics is a consequence of a queuing process driven by human decision making: whenever an individual is presented with multiple tasks and chooses among them based on some perceived priority parameter, the waiting time of the various tasks will follow a Pareto distribution.

Most human-initiated events require an individual to assess and prioritize different activities. Indeed, at the end of each activity an individual needs to decide what to do next—for example send an email, do some shopping, or make a telephone call—allocating time and resources for the chosen activity.

Finally, heavy tails have been observed in the foraging patterns of birds as well28, raising the intriguing possibility that animals also use some evolutionarily encoded priority-based queuing mechanisms to decide between competing tasks, such as caring for offspring, gathering food, or fighting off predators.
http://www.barabasilab.com/pubs/CCNR-ALB_Publications/200505-12_Nature-HumanDynamic/200505-12_Nature-HumanDynamic.pdf
 

 
Kayıt tarihi
: 29.04.21
 
 

Bilgisayar Mühendisi, Sistem Çözümleyici. Ekonomi, Siyaset, felsefe, psikoloji, sosyoloji, tarih,..