Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

22 Ekim '10

 
Kategori
Öykü
 

Hayatın ta kendisi

Hayatın ta kendisi
 

resim alıntıdır. "Ben kim olduğumu biliyormuyum ki?"


Hemen uykuya teslim olacağını düşünüyordu. Vücudunun her yanı sızım sızım sızlıyor, ayakları bu kadar uzun yürümekten isyan edercesine zonkluyordu. Ah… Birde baş ağrısı üstüne… Bir geçseydi, biraz hafifleseydi şu baş ağrısı.

“Uyusam şöyle… Karanlığın içinde kaybolsam… Uzayın sonsuzluğunda yitip gitmek gibi. Kanatlanıp uçsam o ışıltılı yıldızlara… Sonra gözlerimi açtığımda… Her şey bir rüya olsa… Hiç yaşanmamış gibi, ben Züleyha ve Yusuf’un kızıyım… Beni Züleyha doğurmuş, Yusuf doğumhanenin kapısında dört dönmüş, sigara üstüne sigara yakmış… Hemşire kucağında gösterdiğinde sevinçten gözyaşlarını tutamamış…”

O anda farkına vardı Handan. Bunu daha önce niçin fark etmediğine anlam veremedi. Anne ve babası hiç doğumundan bahsetmemişlerdi. Hamileliğinden… Doğum heyecanından, evdeki bebek sevincinden… Bunları daha önce nasıl anlayamadım diye söylendi içinden. Neden daha önce sormamıştı ki? Anne ben nasıl doğdum, hangi hastanede doğdum… Çok sancın oldu mu? Aklına gelen soruları neden sormamıştı ki hiç?

Yatağın içinde sabaha kadar dönüp durdu genç kız. Bir türlü uyku tutmuyordu. Gözlerini sıkı sıkı kapıyor, uyumak istiyorum diye tekrarlıyor ama olmuyordu. Saatler geçmek bilmiyordu.

Diğer odada Züleyha ve Yusuf… Onlarda farklı değillerdi. İkisi de birbirine sarılmış, korkuyla bekleşiyorlardı… Ya Handan giderse… Ya terk ederse onları?

Günün ilk ışıkları pencereden görününce daha fazla dayanamayıp kalktı Handan. Üstünü giyindi, yüzünü bile yıkamadan kaçarcasına, sessiz sedasız kapıyı açıp, dışarıya attı kendini. Artık bu evde nasıl yaşayacaktı? Bu gerçekle nasıl yüzleşecek, nasıl kabullenecekti?

Yolda bir simit aldı, bilinçsizce sadece midesinin sesiyle ısırmaya başladı. Kuru kuru… Boğazını acıtırcasına. Lokmalar ağzında büyüyerek. Parka gidip bir banka oturdu sonra. Güvercinleri seyretti bir taraftan. Ne kadar özgürdüler, ne dert, ne tasa, ne iş. Hiçbir şey yoktu yaşamlarında. Ya ben? Daha kaç yaşındayım ama ne hale geldim? Dedi içinden. Çaresizce etrafına bakındı. Hayat canlanmaya başlamış, insanlar işlerine yetişme telaşına düşmüştü. Otobüs durakları daha şimdiden insanlarla dolmuştu. Çocuklar sırtlarında çantaları okula koşuyordu. Parkta ondan başka kimse oturmuyordu. Günün bu saatinde kim gelirdi ki buraya. Evsizlerden başka…

Ne kadar yalnızdı. Gözyaşları daha fazla dayanamadı, sicim gibi ıslatıverdi yanaklarını. Hüngür hüngür, hıçkırıklara boğularak ağlıyordu. Haykırdı sonra:

_ Allahım… Bana yardım et nolur!

Bu haykırışla birlikte onca güvercin pır pır havalanıverdiler. Korkmuşlardı bu umutsuz bağırıştan.

Yaşlı gözlerle onlara baktı Handan. Sonra ürkerek etrafına, kimse beni duydumu diye. Bu hayat gürültüsünün içinde kimse oralı bile olmamıştı. Göz ucuyla bakanda yoluna devam etmişti zaten.

İş yerine ulaştığında daha kimse gelmemişti. Kapıda ki bekçi Hasan Efendi’ye başıyla belli belirsiz selam verdi. Adam “günaydın Handan Hanım, nasılsınız? “ diye bir soru yöneltti ama duymazlıktan geldi. Şu anda ona laf yetiştirecek hali yoktu. Adam da bir gariplik olduğunu anlamış, başını iki yana sallayarak “Allah, Allah “ diye söyleniyordu zaten.

Bürosuna geldiğinde ortalıkta yine kimsecikler yoktu. Masasına oturdu. Etrafına şöyle bir göz gezdirip derin bir of çekti. Bilgisayarının düğmesine bastı sonra. Dirseğini masaya koyup, başını eline yasladı. Dalgın dalgın ekranın açılmasını bekledi. Sanki başka biri daha bu anı beklermişcesine daha ilk anda bir ileti belirdi ekranda.

“ Günaydın Alize.”

Handan şaşkın şaşkın bakıyordu ekrana. Bu neydi şimdi. Alize messenger da kullandığı isimdi. Ya gönderen. Poyraz yazıyordu. O zaman dün iş çıkışı yaptıkları kısa sohbeti hatırladı. Kısa ama ilgi çekiciydi. Akşamdan beri hiç aklına gelmemişti oysa. Bir an ne yapacağına karar veremedi. Acaba cevap yazsamıydı. Bir sürü şey duyuyordu etrafında. Bu tür arkadaşlıklardan ne zararlar geldiğini okumuştu gazetelerde. Aman canım dedi içinden. Birkaç yazışmadan ileri gitmez nasılsa. Hem belki kafasını dağıtırdı biraz.

Cevap yazdı sonra:

“Günaydın Poyraz.”

“Nasılsın. Akşamdan beri neler yaptın? “

“ İyimiyim, bende bilmiyorum. Aslında dağıldım biraz, karmakarışığım diyebilirim.”

“ Anlat istersen. Bir yabancıyla paylaşmak her zaman iyi gelir insana. Gerçi artık yabancı sayılmayız biz değil mi?

“ Benim için hala yabancısın. Açıkçası şu an için paylaşmak gelmiyor içimden. “

“Peki, o zaman, birbirimizi tanımaya ne dersin? Kendini anlat bana. Kimsin sen Alize?”

Ekrana bakakaldı Handan. Daha ilk dakikada gol yiyen kaleci gibi. Böyle sorumu olurdu hiç? Yok dedi içinden, şans beni sürekli teğet geçiyor. Ben kim olduğumu biliyormuyum ki, ona cevap vereyim dedi.

“ Seni bekliyorum… Kimsin Alize “

O anda soruya soruyla cevap vermeye niyetlendi Handan. Öyle ya, bu konuşmayı başlatan Handan değildi ki?

“ Esas sen kimsin? Bana ileti gönderen, ben reddettiğim halde ısrar eden sensin? Şimdi kalkmış beni bana soruyorsun. Poyraz bey, söyle. Asıl sen kimsin? Nerden buldun mail adresimi? Niye ileti gönderdin bana ?”

Karşı tarafta derin bir sessizlik oldu. Her hangi bir şey yazmıyordu. Handan daha çok meraklandı bu durumda. Birden büronun kapısı açılınca panikle kapattı konuşma penceresini. Büro çalışanları gelmeye başlamıştı. Kimseler görmesin diye rast gele bir dosya açıverdi önüne.

“ Eninde sonunda konuşacaksın, sen konuşmadan da ben sana bir şey yazmayacağım. Bakalım kimsin sen Poyraz Bey? “.

 
Toplam blog
: 71
: 569
Kayıt tarihi
: 25.11.08
 
 

1969 doğumluyum. evliyim, iki çocuğum var. Kitap okumayı ve şiiri severim. ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara